4 Şubat 2014 Salı

"Yansımalar İçin Ayna Olmak Gerekir Önce..." (Kendimle Röportajım)

Karşısındaydım dün Murat'ın. Ne içinde ne de çok dışında... Sordum cevapladı, çok da uzağında değil, baş ucunda. Yoksa yanıtlayan mıydım? Yılın ilk ve belki de en çok konuşulacak röportajına geçmeden önce, yaşama dair kısa bir not eklemek istiyorum; insanın kendisiyle konuşacağı, sorup sorgulayacağı ve hesaplaşacağına dair...

AYNADA KENDİMİ GÖRDÜM GEÇEN GÜN. BAKTIM... BEN. BANA BAKTIM... BEN. VE ÇIKTI AYNADAN BENDEKİ BEN. BAKTIM, TEK VÜCUT HALBUKİ. DİĞERİ SADECE BİR YANSIMA. BELKİ DE BİR YANILSAMA. ÇIKTI O, ÇIKARDIM ONU VE BAŞLADI SOHBET, DOĞASIYA, DOYASIYA…

Sence insanı yaşatan şey nedir? Yani insan sence neden yaşamalı?
Şükretmek...
Bence iyi kötü var herkeste bir şeyler var, nimetler sunulu çeşitli, derece derece öyle ya da böyle. Bu konuda kimse inkâr etmemeli. Ama insan elindekinin kıymetini bilmediği için başka başka seçeneklerde başka derecelere geçmek istiyor. Sabır yok, istediği hemen olsun istiyor. Sabır olsa olur aslında ama hemen istiyor, emrivaki edercesine zamana! Ve iradesini kollayamayıp isyan ediyor bu sefer de. Oysa, şükür de asıl mükâfat sanırım. Olayın bencesi bu da tabii. Karar sunuyor zaman insana ve seçtiğini yaşadığı için seçmediği cazip geliyor bu sefer de... Biri cepte ama öteki "acaba mı?" dedirtiyor, yaşamadığı için, onu seçmediği için pişman oluyor, kahroluyor bu kez -ki bilmediğinden sonuçlarını- mahvoluyor en çok da isyan ediyor bu süreçte. Sanki... Sanki mutlaka daha iyi bir yol olduğu için diğer seçenek(!) Sanki olumlu olmasının garantisi varmış gibi. Adı üstünde halbuki, bilse, o sadece "-mış gibi". Oysa bilmiyor ki... Belki de daha kötü elindekinden ama yine de kurculuyor aklını işte, kaygılar kemiriyor zihnini ve "neden?" diyor bu kez. "Neden ben onu seçmedim, neden böyle oldu..." Sanki elindeki çok kötüymüş gibi…

Mesela seni hayata bağlayan şey ne?


Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız… Özetle spesifik çerçevede geçmiş ve gelecek; ki temelinde bugün var aslında her ikisinin de, gizliden ve inceden bir pencerede seyretmekte olan. Anılar, özlem, mazi ve umut, hayaller ve acaba’lar? Ancak bu ikisinin ortasında biz bugündeyiz. Yani dünün yarını, yani yarının dünü... Eşi benzeri yok bir saniyenin bile oysa. Anında yaşamak önemli bu yüzden işte, en çok. Dünü ve yarını suçlamadan, bugünü yaşamak.

Peki, gelecek mi daha önemli senin için geçmiş mi?

Geçmişe illaki bağlılığın olur. Kurtulamazsın sonuçta, insanoğlusun. Ama saplanıp kalmak da yanlış olur. Hata edersin. Yarına haksızlık olur. Yani, insan hayat ve zamanla eşitse zamanla doğru orantılı paralel olması gerek bence. Zaman geçiyor ve hayat akıyor, ileriye… O zaman sen de ileriden ileriye…

Bir insan sana çok büyük bir yanlış yapsa ömür boyu siler misin yoksa affeder misin peki? Böyle biri varsa hayatında ona göre cevap verebilirsin…

Yanlış yapana ve yaptığı yola bakarım önce, sonrası da ona göre değişir. Affetmek Allah’a mahsus. Kullar pek affedici olmuyor. O yüzden Rab, kul hakkıyla gelmeyin karşıma diyor ya zaten. Ama geçmişe saplanıp hesap arama derim, boşver ve önüne bak, yoluna. Zaten sen affettim desen de bazen gönül affetmeyebiliyor (o kişiye verdiğin değerle bağlantılı olarak). Ancak şöyle de bir durum söz konusu. Eğer hata yapan çok değerli biriyse de onunla geçirilecek daha uzun bir yaşam göze alınmalı, kibirin ve gururun aksine. Böylece üstesinden gelinebilir yaşamın insanı altetmeye çalıştığı "denge". Tabii herkes de yapamaz bunu. Erdem sahibi olmak gerekir, göreceli olan "erdem" kavramı yani. Hata yapılabilir affedilebilir, insanız neticede. Kimiz ve neyiz ki başka?! Herkes ikinci bir şansı hatta sevgiye bağlı onbeşinci şansı bile hakeder yeri gelince. Önemli olan hatayı anlamak. Anlayışlı da karşılamak. Her insana da düşen iki vazife.

Güzel bir noktaya değindin. Örneklemek gerekirse durumu?


Şu noktada seni tenzih ediyorum ki böbeğim(gülüşmeler)... Örneğin biri benim ona yanlış yaptığımı düşünüyorsa ya da tam tersi biri bana yamuk yapmışsa, beni sevdiğinden anlarım tutumunu ya da ona karşı tutumumdan anlarım sevdiğimi. Kendine dönmeli insan şu durumda. Hatasını anlamış ve durumu beyan etmişse de yaptığı yamuğu değil, dürüst olduğunu düşünürüm.  O da aynı şekilde şöyle düşünmeme sebebiyet verirdi:


"Benim ona yamuk yaptığımı düşünüyor. Benim ona karşı dürüst olduğumu değil. Beni sevse dürüst olduğumu düşünürdü…"
Ötesi ancak ve ancak kendini kandırmaca. Yansımalar için ayna olmak gerekir önce. Hatayı anlamak için de anlatmak için de kendine dönmeli yani insan özünde.

Bu noktada insanlara ya da insanlığa mesajını alalım?

İnsanlar okusunlar, yazsınlar, kendilerini kısıtlamasınlar. Araştırsınlar. Elbette kendilerini bulacaklardır. Sorgulasınlar, eleştirsinler, çekinmesinler. Bu tıpkı bir ibadet gibi. Kendileri okumadıkları için duyumsal bir ibadet tarzı yaratırlar ya zaten. Örneğin, "Hac ibadetini yaşlılar yapar" mesela(!) Emeklilik de yapacak bir şey yoktur oysa düşüncelerinde. Hiç olmazsa ibadet edeyim der(!) biri berikine (içindeki, kendisine).

Düşünce bu mudur? Ölüme de yakınım, sevabım olsun(!) Allah'ı aldatma sanatı yani... Kâr olduğu sanrısı. Maalesef. Bu örneği her şeye adapte etmek mümkün. Dolayısıyla içinizdeki ve kendiniz mutlaka çatışık değil, barışık olun ve aynı zamanda dürüst...


Seni en çok ne mutlu eder hayatta?

İnsan mutlu olmak istesin yeter ki. En ufak şey bile yeter bazen. Nimettir ve şükürdür. Senden (kendimden) giderken kaç tren, kaç uçak, kaç hayat kaçırdım da gidemedim.. Oysa ben hep çok güzel giderim, giderdim, gitmiştim...

Özdemir Asaf'ın da dediği gibi
ama biraz bu:
"Kimi gittikçe kalır, kimi kaldıkça gider..."





* Röportaj: Murat Birol.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder