3 Mart 2014 Pazartesi

Cennetin Anahtarı

Merhabalar, Hello'lar...
Uzuuunnca bir aradan sonra yeniden birlikte olmanın sevinci içindeyken bir yandan da süreç içerisinde sizden gelen olumlu ve olumsuz tepkileri paylaşmak isterim bugünkü yazımda. Olumlu tepkiler için hepinize tek tek ve ayrı ayrı teşekkür ederken; olumsuz tepkilerin çoğunluğu mayıs ayında son bulacak blog yazılarına dair... Ancak ben blogu yazmaya başladığım 2 sene öncesinde ("tek başıma") bugüne varacağını hayal bile etmezken (samimiyetimle) sizin desteğinizle (var olun) edebiyatı bir kez daha sevdirmenin mutluluğunu yaşadığımı bilmenizi istiyorum. Bir abi, bundan 10 sene öncesinde, edebiyata dair ilgimin olduğunu ve bir şeyler yazdığımı öğrendiğinde aklından çıkan bir cümle kurcaladı aklımı benim de, neticede unutamadım. Buraya da taşıdığım üzere... "Çok zordur edebiyatı sevmek... Zor bir alan seçmişsin ilgilenmek için. Hele ki toplum için yapılan bir edebiyatsa bu, bizdeki toplum yapısında da olduğu gibi." Haklıydı. Sevmekle yetinmeyip sevdirmek de vardı çünkü yazılarını. Zorla da yapamazsın bunu elbette. Kitlelerin anlık tüketiminde doğru yer ve doğru zamandaysanız ne âlâdır yazınız şu zamanki şartlar altında. Yoksa bir bilgi kalabalığı içerisinde gürültü olmaya mahkumsunuz ve de  yazdıklarınızla birlikte savrulup gidersiniz. Ancak ben şanslıydım. Bir Murat sadakati gösteren gönül dostlarım vardı... Sıcak bir yuvada biz bizeydik. Birlikte güldük birlikte demlendik. Sizlerle paylaştıkça gönül bağımız güçlendi ve sıkılaştı. Şükür ki bugüne de ulaştı. Diyeceğim o ki, bazı şeyleri tadında bırakmak gerek... Şöyle düşünün, bunu gönlünüzü rahatlatmak olarak da algılamayın lütfen. Hangi dizinin uzamış versiyonu aklınızda? ya da Bir Demet Tiyatro'nun 2000'li yıllarda yeniden çekildiğinden kaç kişi söz edebilir?! Çocuklar Duymasın'ın şimdiki bölümleri mi ilk çıktığı zamanlardaki bölümleri mi daha çok izlendi yada? -(sevilmeye bağlı olarak takip edilme tabii ki bu)- Hepimiz için ilk Popstar'ın ve BBG'nin yeri ayrıdır ayak uydurmakta gayet başarılı olduğumuz popüler dünyada. Bu sevgiyle damağın son tadı olması ve bu şekilde tüm lezzetiyle kalması önemli bizim için. Hem mayısta bitirdiğim edebiyat değil, blog yazılarım. Bu unutulmasın! Belki ileride başka bir mecrada başka bir şekilde yeniden buluşuruz? Belli mi olur dünyanın getirilerine...

Bu hafta boyunca paylaşacağım 3 kompozisyon adeta sandıktan çıktı... Sandık derken şu oy sürecindeki sandık değil tabii bu(!) Öylesine heyecanlandım ki bulduğum zaman, buraya da taşımak istedim. 11 sene öncesinde yazdığım kompoziyon denemelerini paylaşmak istiyorum bir gencin kaleminden sizlerle. Konu ve içerik belki klişe, hepimizin bildiği şeyler... Ki en kötüsü de "bildiğimiz şeyler" zaten bu noktada... Ama gene de eksik bırakılan, üzerinde durulmayan şeyler... Dünden bugüne değişen bir şey yok maalesef zira. Bugün de yazılır aynısı. Biraz belki daha acemi, mazur görün bu yazıları. Aralarında özel olanlar da vardı bunları seçmedim, kusura bakmayın ayırca. Ancak sizin için seçtiğim üç yazıda da kendimi gördükçe ıfrat tefrit duygular içerisinde gelgitler yaşadım. Beğenilerinize sunmadan önce konusu hakkında bilgi vereyim. Çevrenin geçmişteki ve gelecekteki durumu üzerine bir yazı bu. Ve işte... küçük bir perspektifin söylediği 2000'li yılların başında yazılmış kısa denemelerin ilki!

İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve daha bunun gibi canlı- cansız varlıkların içinde bulunduğu birçok şey çevreyi oluşturur. En çeşitlisinden binlerce tür birarada muazzam bir ortam sunar çevre. Bunları "bulduğumuz şekilde yaşatmak" da biz insanlara düşen en büyük sorumluluktur. Bize düşer çünkü kâinattaki en üstün canlıdır insanoğlu... Çevre denince aklımıza insanların hal ve hareketleri ya da etrafımızda gördüğümüz doğal ve tarihi güzellikler gelir sıklıkla. Ama bunlar da her şey gibi sevgiyle ve de aşkla daha güzelleşir, daha çekici olurlar.

Bir alan açalım zihnimizde... Yeşilliklerin içinde pembeli-morlu çiçekleri olan, sarılı-beyazlı papatyaları ve dahi berrak bir biçimde şırıl şırıl akan bir şelale ya da zebraların kenarında su içtikleri bir nehir... Tertemiz havası olsun. Tanıdık gelmiştir umarım sahne... İnsan şu anda şaşırır böyle bir "tablo"ya. Çünkü tablolarda vardır böyle bir görsel güzellik. Ya da psikoloğa gittiğinizde gözlerinizi kapatırken huzuru hayal etmeniz istendiğinde hafızanızdadır ancak... Burası bir cennet olmalı! Cennet şu anda yaşayamadığımız için bir hayal ürünü... Dolayısıyla böyle bir güzelliği atfetmeli ancak! Böyle bir güzellik karşısında şaşkın kalmış insana da hak vermek gerekir tabii. Şimdi nerede var böyle yerler gerçek dünyada? Koskoca binaların, yığın taşların ve de betonların arasına sıkışıp kaldık. Bir toprak, bir çam kokusu alamıyoruz ne yazık ki.

Atalarımızın nesilden nesile aktardığı tarihi ve doğal mirasları yok edip gitmişiz yine süreç içerisinde "yaşarken". İnsanlar, sözümona en üstün varlıklar, para için her şeyi göz önüne alarak feda etmişler ve ediyorlar. Böyle insanların "insan" "sınıf"ında olmaları da ayrı bir ironi!

Bu güzellikleri korumak varken, ki yaratmak kadar zor olmasa gerek korumak, neden hem bu mirasa hem de onları bugüne taşımakta katkısı olanlara saygısızlık ederek hor görüyoruz, anlamıyorum. Bizim en değerli hazinemiz doğal ve tarihi güzelliklerimiz oysa. Hem geçmiş hem gelecekte. Daha değerli bir miras ne olabilir ki?! Niye cennetin anahtarını elimizden bırakalım ki...

' Mayıs 2003.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder