Kuşkusuz, lüks
yaşamayı seven bir milletiz. Yaşamımızda “her şeyin en iyisi, en güzeli bizim
olsun” isteriz. Ne vasatı kabul ederiz, ne de düşük seviyeyi. En üst zirvelerde
gezinmektir hep, tek bildiğimiz. Ülke genelinde her ne kadar orta halli olsak da
yükseklere kuruludur düşlerimiz...
Özellikle son yıllarda, etrafımda hiç farklı giyinen insana rastlamıyorum. Bir marka çılgınlığıdır gidiyor bakalım hayırlısı...Aslında modern çağda sunulan bu! İnsanlar ne yapsın? Karakterlerin, düşüncelerin tektipleşmeye başladığı bir toplumda, insanların dış görünüşlerinin farklı olması yadırganırdı zaten. Fark ettiyseniz, içten dışa doğru bir aynılaştırma söz konusu... Önce düşünceler benimsettiriliyor ki sonra dış değişim gerçekleşsin! Kale içten fethediliyor bir bakıma. Bunun zengin kesimde başlayıp yoksul kesime doğru inişi de cabası... Önce de belirttiğim gibi, lüksüne düşkün insanların oluşturduğu bir toplum yapısına sahibiz. Mesela, beş kuruşumuz olsa iki kuruşuna makarna alıp üç kuruş yanımıza kâr kalmaktansa, paranın tamamıyla kendimize bir iskender ısmarlardık. “Ekmek bulamıyorsak pasta yeriz” hesabı(!)
Geçenlerde bir "alışveriş
merkezi"nde kasada sıra bekliyorum. Zaten beklerken önünüzde uzun bir kuyruk,
işiniz yok, bir meşguliyet bulmak istersiniz ve etrafı incelemek için aslında
iyi bir fırsattır bu. Hele ki günümüzde lükslük merakına bağlı olarak kullanılan
kredi kartı alışverişlerinde bu zaman daha da bir uzar. Uzar da uzar hatta bazen... İşte tam o sırada,
gözüme bir şey takıldı. İki sıra önümde bir kadın kredi kartına güvenerek epey
bir şeyler almış. Kasiyer kız, “evdeki hesap”tan biraz fazla söyleyince tutarı,
kadın aldığı şeylerin iki ya da üç tanesini bıraktı. Bunların içerisinde
makarna da vardı. Satın aldığı şeyler içerisinde ise krem peynir ve küçük kekler mevcuttu. Bir
de o sırada kirada yaşayıp, altında son model otomobiller olan kesim aklıma
gelince, bir kez daha ciddi bir şekilde durumu düşünmeye başladım.
Mükemmeliyetçiliğimiz giyim sektöründe
de kendini gösteriyor tabii. Örneğin, şık olan, kaliteli kumaşa sahip
kıyafetleri almak yerine; kalitesiz kumaştan yapılmış, çirkin ama “markalı”
kıyafetler bize daha cazip geliyor her ne kadar pahalı da olsa. “Bütçemizi aşsa
da kredi kartımız var” düşüncesiyle hareket ediyoruz. Mağazalarda markalı
ürünler de standart bedenlerde ve aynı modellerde. Tüm dünya aynı giyiniyoruz
artık dolayısıyla. Eskiden bir giysi bir kişiyle özdeşleşebilirdi, şimdi
neredeyse aynı modelden herkeste var. Klasik giyenler yok denecek kadar az,
giyim tarzları can çekişir vaziyette. Eskiye ait terzilik mesleği, zaten bitmiş
durumda. Nihayet, ortalıkta “ayaklı vitrin” olarak gezinen, hemen hemen aynı
fikirlere sahip, lüks ama borç yaşayan bir millet karşımıza çıkıyor...
Sonuçta, amacına ulaşmak isteyenler
ulaşmış durumdalar. Giydiğimiz kıyafetlerden yediğimiz yemeklere, bindiğimiz
araçlardan evimizin aksesuarlarına kadar her şey tektipleşmiş durumda. Sadece
eşyalar değil, insanlar da aynı fabrikadan çıkan standart ürün durumunda
neredeyse. Bir zamanlar alaylı bir dille eleştirdiğimiz Amerikan filmlerini
aratmıyoruz artık.
Farklı bakış açısına sahip insanlar ya toplumda kınanır ya da cezaya çarptırılır. Onlar toplum içinde tuz gibi eriyip, giderler... Bu yüzden biz, aynı düşünüyoruz artık, aynı konuşuyoruz, aynı yazıyoruz. Biz artık aynı yaşıyoruz. Bu hayat pahalılığından sonra, varsın olmuşken "en iyisi olsun". Nasıl olsa borçlar içinde yaşıyoruz, aldığımız nefesin dahi borç olması yakındır, ne de olsa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder