30 Ağustos 2013 Cuma

İnek ile Öküzün Aşkı

İnek ile Öküz dediğime bakmayın. İneğin aşkıymış bu asıl. Aşkı sadece kendini gördüğünü düşündüğünüz için değil, kendine yakıştığını bildiği için de değil, umulmadık tarafından kapıldığı ve şimdiye dek ender duyduğu için bu aşk İneğin Aşkı olmuş en çok.

Öküzle renkli ve türlü hayaller kurarmış ama öküz bildiğin öküz; ne hayale sığarmış, ne rüyadan taşarmış. Bir öküzle ilgili ne gibi bir hayal kurulabilir ki, den öteye geçemezmiş neticede ineğin gözünde.

Aslında çok garip başlamış hikaye başta. Sonlara doğru açılmış, düğümler çözülmüş. Önce öküz çok sevmiş, o kadar çok sevmiş ki yere göğe sığdıramamış. Ancak bu durumdan ineğin haberi yokmuş. Gözünün içine bakıldığı halde... Fotoğrafları bile çektirmişler yanyana hep. İnek, bunları sevdalandıktan sonra kalabalık fotoğraflardan kendilerini kırparken anlamış, aslında öküzün hep yanında olduğunu. Derken, öküz yorulmuş sevgisinden. Ağır gelmiş, kolaycı olduğu için. Bakmayın öküz olduğuna, içinde tam bir maymun yatıyormuş aslında. İştahlığı içgüdüsel olarak almış evrimin ilk numunelerinden. Maymun iştahlıymış öküzümüz aslında! Kadir kıymet bilmeyen, bilse de jetonu geç düşen, paraşütü yanından eksiltmeyen, zaten her ihtimale karşı pişmanlığı yeğleyen bir model yatıyormuş en narsistinden içinde. Yararcıymış öküz. Garanticiymiş sonra. Pastam dursun, karnım doysun istiyormuş biraz da o aslında.

Öküzün sevdası, ineğin sevdasının başlamasıyla sona ermiş. İlk başlarda zorla kendini ineğin yanında gösteren öküz, sonraları sıkılmış, ineğin yanında poz bile vermez olmuş. Çok sıkılmış, her gün görmekten ineği, görüşmekten, birlikte bir şeyler yapmaktan. Kıymet bilmemiş, anı anında yaşamaktan. Sonrasında nedamet duyacağını, özleyeceğini o günleri, gözyaşlarıyla anacağını bilse bile. O anı yeğlemez olmuş işte. Doğası buymuş. Oysa inek ilk tanımaya başladığı zamanlardaki ilgisini bekliyormuş her seferinde öküzden. Çok değil belki de ama öküz bunu çok görüyormuş ona. İnek, çalışkan olduğu için inekmiş. Öküz ise tamamen aşktan uzak olduğu için, ineğe karşı ve onun yaptıklarına karşı odun gibi davrandığı için öküz.

İnek de canından bezmiş sonunda, yaptığı fedakârlıkların karşılığını alamayınca yorulmuş, tükenmiş, erimiş. Ama vazgeçememiş kolay kolay. Öküzün yaptığı gibi erimemiş sevdası. Ya da birtakım gerçekleri görmezden gelmiş, yedirememiş kendine. Aslında ikisi de böyle acı bir duyguda, dünyaya aykırı kurallarla yaşayan ama aşkın hiçbir türlüsünün günah olmadığı olgunluğuna da erişen masal diyarının varlıklarıymış. Bu dünyaya ait değillermiş ikisi de bunu gayet iyi biliyormuş. Öküzün ruhu terkedince ineği önce, inek bağlanamamış kimseye kolay kolay. Zaman, yarasına deva olacak mıdır bilinmez ama varlığıyla terk etmiş sonra o da öküzü. İnek ve öküz, kedi ve köpek gibi didişip durmuşlar birlikte geçirdiği son günlerde. Ama bilirlermiş birbirlerini gönülden, içten, bu dünyanın maddi sevgisinden arınmış özbeöz aşktan, samimiyetten sevdiklerini. Derken öküz yeni arayışlar içinde bulmuş birilerini. Öykü değişmez aslında, öküz onlara da tıpkı ineği tavladığı zamanlardaki gibi ilgili davanmış, can-ı gönülden. E karşıdaki de tavır koyamamış onun şapşal ama sempatik hâline. Çok tatlıymış, ineğe dermiş hep "sen şeytansın" diye ama şeytan tüyü kendiydeymiş asıl. Ona bir tüy vermiş, hatıra. Saklaması için... Ama hayatına tüy diktiğinin farkında değilmiş. Başka birini duyan inek ise, önce sevinmiş öküzü böylesine mutlu görünce, onun sevdiğini severmiş çünkü, mutlu olmasını istermiş, can-ı gönülden. Sonra da üzülmüş, bundan sonraki hayatını öküz'süz geçireceği için, onun olmadığı bir yaşamla devam edeceği için, bir başına, yapayalnız... İşte o duyduğu an, tüy dikilmiş canlı mezarının üzerine, mıhlanmış gibi, cüretkâr dikilmiş tüy hem de; istikrarlı, kendinden emin...

Murada eremeden ayrılmış onların yolları, mutlu sonla bitmemiş ama belki öteki tarafta şanslarını deneyeceklermiş... Yolları ayrılsa bile hep birlikte anılmış onlar, her akla birlikte gelmiş, yanyana kazılmışlar. İkisinin de ismi birlikte geçmiş yanyana, birlikte yazılmışlar, kazınmışlar hafızalara. Bu aşk onları yaşatırken yanyana, ayrı olmanın kaderi isimlerin yanyana gelmesiyle lanetlenmiş adeta onlara karşı meydan okurcasına. Onların yapamadığını kader yapmış. Bu masal da burada bitmiş.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Astığım Astık Kestiğim Kestik

Bastık ettik tüm yolları arşınladık karış karış
Mesajımızı verdik sosyal sosyal, istedik "huzur ve barış"!
Bir gün geçer bu saatler de zamanı alırsın arkana
Çok çabayla bir yere varamaz, yaranı kapayamazsın asla!

Sular seller gibi ezberledik kelimeleri, kodladık beynimizde
Ne akıl var, ne çakıl baksan, yer bulamazsın zihnimizde!
Oy topladık, politika yaptık, bolca da beğeni aldık...
Sümme hâşâ, turnusol da neymiş alt tarafı on sandık!

Biledik dişlerimizi; bekliyoruz, çatır çatır insan yemeyi
Dağlarda peşmergelerden et duvar kurduk, yaktık geçmişimizi
Harcanan para değil, yiğitler olsun; kuralım nizamî ordumuzu!
Kan dökelim savaşalım, aman boşverin dostlar, kaldı mı insanlık!

Kimi kana kana içer zemzem suyu, kimi baş tâcı yapar hac'ı, kimi yerden yere vurur inancı
Biz basa basa yollarımızı aştık oysaki, eze eze, diş geçire geçire geldik mevkimize(!)
Dolap, dönemeç her türlü kaçak köçek bir sürü iş çıkartık başımıza, torpille öne geçirdik, aşık attık!
İstemem deyip yan cebimizle zengin olduk zaten, bilmeden yol aldık, toprak boyladık...

Çamur çengiyiz hepimiz aslında, üç liraya beş köfteyiz bazen, yazık...
Tâlim ederiz tek kuruşa, yaktık mı gemileri, içimize sindirdik
Önümüze gelene bin tekmeden gelir soyumuz, astığım astık kestiğim kestik...
Sen seslen dur insanoğluna, nafile bakılır, eğreti durur: "Âşığım âşık!"
Çatlak Kalem '13

26 Ağustos 2013 Pazartesi

İllaki Bir Cevap Gerekecekse...

Bu gönül sana ait ve sen hazcısın
Senin için atan kalbi kırmamalısın...
İster kabul et ister etme ama
Ben yalnızca emanetim, kalp O'nun elindedir, suçlama.

Kızdırırım ben, canımı sıkanın canına okurum(!)
Sinirlendiririm ben, ne yapayım başkasını konduramam yanına da.
Yorarım ben, inan içimdeki yorgunluğun yanında hafif kalır yorgunluğun
Üzerim ben, zaten başkasına vereceğimi bilerek kendi elimle, şu an doyarım mutluluğa...

Bu gönül sana ait ve sen kırıyorsun, saçma!
Kendinin dağılmasına izin veriyorsun anca...
İster kabul et ister etme ama
Gönül sevmiş, ben de taşırım emaneti; ta ki teslim edinceye kadar, O'na...

Dedim ya emanetim, gönül senin ve onu taşırım
Yarın, öbür gün sana ait olan sevgiyle son bulur aşkım
Elbette güzel aşklar yaşamak senin de hakkın...
Ama zorlamam, taşıdığımı emanet edinceye kadar severim ve öyle yaşarım.

Kalbimi okşadığında her defasında bulutlu gözlerim yeşerir, sevdiğin rengi alır...
İçimdeki kıpırtı; ismin geçince bir şeyde, durulur, gözlerim yaşarır...
Sözünü tuttun, yine iyisin, "almadın beni", beni almazdın sen zaten yanına...
Mahrum edemem sana biçilen duygulardan seni, elbette gönlüm taşınır...

Benim mutluluğum senin yanında saklanır, kısa ömürlü ama olsun n'apalım.
Yetebildiğince yeter, buna da şükür, bir ömür bedeldir gönlün-gönlüm;
Aşksa bir kere, yaşadım sayende; bulaştırdım elime yüzüme, affet n'olur...
Emaneti seninle güzelleştirdim, aşkı kirlettim; durum eşit, bir-sıfır(!)

Ola ki anarsan beni ilerde ve kahkahamla burulursa için
Bu imtihan bizimdi, dünya hâliyle; elimizden geldiğinceydi çektiğimizin.
Mutluluğu, aşkımızı orada bulur muyuz... bilemem ama
Ben yalnızca emanetim, kalp O'nun elindedir, hiçkimseyi suçlama...
Çatlak Kalem / '13

' Ne bendim suçlu ne de sen. Aşkın tarifi yanlıştı verilen dünyada
Bir çoğumuz göz açtı kapadı da sanki bizdeki aşkı kim erdirdi asıl mutluluğa...
Sıkma canını, yorma, değmez bu yüzden; "üzülürsen üzülürüm" unutma!
Beni merak etme sakın, baş ederim; sana bakan gözlerimle verdim cevabı çoktan sana...
***
(Bir aşk öyküsü yazılmış yine kaderde, özetle;
Gönüller dağıtılmış dünyaya. Herkesinki birilerine verilmiş. Seninki bendeymiş aşkım. "Aşkım" demeye çekindiğim, utandığım. Yasak kalmış bizdeki. Belki de günah sayılmış. Şanslı mıyız dersin ki? "Aşkım" dediğime bile mahrum bırakılan  bir aşk yazılıymış kaderde. Gönüller dağıtılmış dünyaya ve seninki bende kalmış aşkım. Bana kızma ama yalnızca emaneti taşıyorum ben. Seninle olduğum kadar da seni yaşıyorum. Aşkım dediğime kızma ama seni seviyorum. Olmadığın yerde devam ediyorum hayata, aşkınla. Sendeki gönül bana bırakılmış sonuçta. Yaşamadığım  kadar yazıyorum kendi dünyamda da. Neyse ki orada karışan eden yok, orada serbestim. Mutluyum seninle şiirlerimde. Orasıdır benim özelim. Kalp duâya bağlıysa şayet, o da sen de. Korkma da, emanetin sağlam yerde... 

Gönül sende, gönül emanet, aşk başka, tarif yanlış, ben ise yalnızca bir taşıyıcı, yansıma, öykü tatlı, masal güzel, yani yalansız bir "yalan", saygı sonsuz, susmak doğru, kabulleniş zor, bir o kadar da kırıcı, bir dilektir tanışma sebebi, oysaki bir lütûfa dönüşecektir, razı olmak "en güzeli", Allah büyük, her şeyin hayırlısı, e nasip kısmet de bittabii, sevgi derin, muhabbet koyu, sözler can alıcı, sözler yıpratıcı, yaşam umursamaz, yaşamak güç bela, zorlama yok olmadı hiçbir zaman, pasta yarım, kalp iki dilim, dil sükutta, yürek duâda, gözler ayna...)

23 Ağustos 2013 Cuma

Edebiyat


Size bu güzel günde bölgelere göre hava raporunu vermek isterdim(!) ama ne yazık ki elimizde kalmadı, çoktaaann tükendi... Yaşadığımız ülkede ne nedir, kavramlar gerçek karşılıklarıyla mı öğrenilir bunun üzerine konuşalım bugün... Benim yaşadığım ülkede kavramlar asıl karşılıklarıyla kullanılmıyor ya da biz o kavramları yanlış biliyoruz ya da karşılıkları olan kelimeler o kavramı hak etmiyor bilemiyorum ama gerçek kavramlar, asıl karşılıklarıyla örtüşmüyor...
İnceleyelim birkaç örnekle...

Sevişmek, pek çok kişinin bilincinde ne yazık ki iki kişinin karşılıklı cinsel etkileşimine dayalı bir olgu olarak çıkıyor karşımıza. Hayatın o denli ortak noktası(çıkar noktası) oldu ki İngilizceden alıp Türkleştirdik kelimeyi aynen bırakarak: "Sex", yani tam karşılığı sevişmenin(!) Oysa işteşlik yapısı vardır eylemin sonunda. Tıpkı yazışmak, konuşmak, tartışmak kadar masumane, çıkar aranmayan bir kavram. Ancak size tamamen menfaat amaçlı, doyum hedefli bir sözcük oluveriyor karşınızda. "Sevmek" bize göre değil, ruhumuza aykırı, sanırım bundan en çok. Kirletmişiz sevgiyi de anlaşılan.

Yalan bile yanlış kullanılıyor günümüzde. Çok yalan söylediğimizden midir nedir veya yalana o kadar çok alışkın olduğumuzdan, kanıksadığımızdan yadırgamıyor muyuzdur nedir, gündelik yaşam pratiklerimiz içerisinde en önemli husus olduğundan mıdır nedir, bilemiyorum ancak beyazı, pembesi, siyahı var bir de. Çok ayrım yapıyoruz belki de ondan(!) Oysa yalancılar biraz rengini belli etse daha hoş olacaktır durum, şüphesiz!

Aşk.. Günümüzde zaten yalan olan bir kavram. Daha nasıl yalan olabilir?! E bizim ülkede yok yok azizim... Çok âşık olduğumuz için, herkese zarf attığımız için, özeli geneli bir tuttuğumuz için... Ya da yok yok, galiba çok "duygusal" olduğumuz için... Aşk; masum, saf, nadir ve insanın özünden pûr bir duygu. Kiminde açık, kiminde kapalı, herkeste var ama herkes karıştırıyor durumu. Yaşı gelince âşık olanlar özellikle. Yalnızca insana ya da karşı cinse âşık olanlar özellikle... Aşkı sadece kurallar dizgesine oturtuyorlar, en sıkıcısından. Sınırlandırıyorlar duyguyu, aslında kendilerini. Ve sığ bir insan olmaktan öteye geçemiyorlar hâliyle. Kimileri de oldurmaya çalışıyor zorla, kendine baskıyla. Oysa o kendiliğinden ve varsa var... Zorlama değil, sıkıştırma hiç değil... Pek çoğu için 2-3 günlük doyum noktası, pek çoğu için yalnızca kendi, pek çoğu için bir durak noktası, pek çoğu için sadece cinsel tatmin, pek çoğu için biyolojik yaş, pek çoğu için aile düzeni, çoğu için menfaat. Oysa aşk yalnızca aşk.

Sanatçı, bir diğer noktamız, karıştırılanlar arasında. Şarkıcıyla yoğun karıştırılıyor yazılı ve görsel basında da. Sanatçı belli bir rütbe aslında. Ressam, müzisyen, şair, yazar, çizer; bunlarla ilgilenenler için. Bu alana verimlilik katan ve üretim yapanlar için... Sadece icra edenler için değil yani. İcra biraz da ticareti çağrıştırıyor ne hikmetse(!) E duyguları da satın alan biziz tabii yeri gelince...

Gazetecilik, trajikomik ancak durum iletişim alanı için geçerli bir meziyet. Zira iletişim yeni yeni gelişen bir alan olarak başlıyor günümüzde, oysa en eski. İnsanın varoluş tarihine dayalı... Bu bakış açısından yalnızca metropolitan yerlerde gelişen gözde bir meslek ve bu yüzden bizim ülkeye uygun olmuyor 3-5 il dışında(!) Gazetecilik deyince zira, gazete satanların akla gelmesi hakikâtle trajikomik bir vak'a. Reklamcı tabelacı olunca bir de iletişim mezunları santralci... Durum katlanılmaz bir olay olmaktan çıkıyor adeta(!) Bu yalnızca iletişim için değil birçok dalda birçok meslek kolu için böyle maalesef. Metropoliteyi kırsala uygularsak mı böyle bir sonuç çıkıyor? Sanmıyorum. İnsana değer verilmeyen bir ülkede, insana ait işe de değer verilemeyeceği kestirilir bir durum mantıken zaten. Dolayısıyla sonuç da örneklerin gösterdiği gibi, kaçınılmaz.

Pek çoğumuz içinde ikiyüzlü olan biri aynı zamanda yüzsüzdür(!) Gerçek bu ama araştırın... Çelişik bir durum söz konusu oysaki. Araştırmaya değer en azından.

Artık ben örneklendirdim, siz ne kulp takarsanız... Ancak sağlam kulp takın zira zede olabilirsiniz, parçacıklarıyla... İnsanların ikiyüzlülüğü kavramlara da bulaştıysa vardır muhakkak bir sıkıntı. Kelimeler haketmiyor bunu, siz siz olun, yapmayın!

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Çek Bi' Fırt!

Ben seni seviyorum, sen bir başkasını
Ağladıkça görmüyorsun yüreğimi
Neyseki görmüyorsun
Yürek gizli...

Gözlerimden süzülenler yokluğunda
Varlığımı ziyaret ediyorlar
Hep aynı saatlerde sirayet ediyorlar
Sevda gizli...

Ben seni seviyorum, sen bir başkasını
Ne güzel değil mi?
Düzen böyle diyorum sonra, vicdan rahatlaması;
Deriz ya "kısmet ve de hayırlısı"...

İsmimiz hâlâ birlikte anılıyor farkında değilsin
Biz yakıştık mı böyle yakışırız, dünya bilsin!
Sözle mücadele çok da hayata, yazı üstünde bizimkisi
Önemsiz değil bilakis aslında, aslında en değerlisi...

Kalıyoruz üçe beşe çoluk çocuk, pek nasihat bizdeki
İmrenen çoktur ama aşk yoktur gene bizsek de rol modeli
Başladığımız yerde aklım, şarkımızda; bi elin elimde, diğer elimiz çayda
Efsanenin nefesi bitmiş işte, biz dağıldık hayata...

Ver bi' nefes çekeyim; bir dudak uzatıp, tütsün keder, ahenginde
Ben beter olayım o çok yaşasın, görsün mürüvvetini annesi de
Tek bilgim var, tek kalbim ona ait seksenime gelsem de
"Çek bi fırt!" demedi işin en kötüsü, bilirim demeyecek de...

20.08.2013 - Çatlak Kalem
' Seni seviyorum, rüzgâr değil saçlarımı, aklımı da dağıttı.
İsmimiz birlikte anıldığı sürece varız biz, bu bi' dünya kanıtı.
Sen bir başkasından bense senden tâbiyim sınava, n'olur anla artık...
Sevmek illaki sevgili olmak değil, bak, gene biz anıldık!

(Aşk Uzun Soluklu Bir Macera, Kişilerde, Çok İlerde...)

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Hakedene Bi' Şiirin Olsun Mutlaka...

Öyle yok herkese özel bir şiir, şarkı veya film
Yoğun emekler sonucu olur bazı şeyler...
Ve o emeği verir fazlasıyla hak ederek
Uyur pazarları bazen çünkü gece uzun seyir eder...

Gül bir kez daha gözümün içine bakarak
Sonra ağla içinden gelircesine, birdaha göremeyecekmiş gibi...
Hayal kur, masal anlat, şarkı söyle, şiir oku, iltifat et veya şükret
Dudağım hafif eğilsin yukarı, sonra azıcık bükülsün ama yardım et işte; n'olur yardım et!

Sözünü bitirdiğin yerde uzun süreli suskunluklar olsun
Gözler girsin devreye, o an aksın anılar yol olsun; tüm gün bunu kursun akşam...
Tam gelmişken vedalaşma vakti;
Kapat gözlerini, kulağında kalsın şuh kahkaham.

17.08.2013 - Çatlak Kalem
' Kim bilir belki de günün birinde...

16 Ağustos 2013 Cuma

Kıssadan Hisse

Yarı uzaylı yarı masalsıyım işte. Baharatlı ve şekerli gibi bir şey bu aslında. Bilmem, hayat yan çizdikçe ben eksiliyor gibi hissediyorum bazen. Farklı kimyaların içiçe bulunduğu bir kutu dünya. Farklı doğadan bir mevsim, bir ezgi türlü melodilerle karışık. Farklı dünyalar tek bir dünyada. Farklı evrenlerden gelen uzaylı sevgililerim vardı mesela. Nerede hepsi nerede?! Sevgili Ayşe, sen sen ol kimseye güvenme. Çoğu sapıtıyor belli bir noktadan sonra, zeki olduğunu kanıtlasa da. Bazısı da hem iltifat ediyor hem bayılıyor kendini övmeye. Sevgili Hülya, sen sen ol kimseye kırılma. Aşk başka bir şey kimine göre. Evlilik tek bir hizmete yönelik müessese bazısınca ya da birilerince. Sevgili Mehmet, sen sen ol kendini kaybetme. Hayat acımasız geçiyor bazısına. Bazısı ne kadar yanında olsa da sen gibi düşünmüyor kardeşçe. Kıskanıyor ya da göz ediyor. Sevgili Firdevs, sen sen ol başkası olma. Herkes bir şey söyler kafasına göre. Ama kendi bildikleri doğrudur hep neticede. Sevgili Yasin, sen sen ol senden ayrılma. Hasret ve gurbet kahrı çeker kimileri. Bazı çile der, bazısı Çin işkencesi. Sevgili Siren, sen sen kimseyi ne yadırga ne de yargıla. Ye, sev, dua et ya da ye iç uyu. Savaşma seviş, yaşatma yetiş. İtişmeden dövüş, kırmadan dokun, dokunmadan hissettir ancak yanlış ve günah etme işte. Sevgili Yeşim, bu sözlerim sanaydı. Yat kalk dua et ki sevenlerin var, yalnız değilsin ne kadar yalnız hissetsen de. Unutma her şeyin bir beteri vardır. Nankörlük etmeden şükret Sevgili Can. Ve Sevgili Koray, n'olur düşünme çok, fazla strese girme, sinirlenme. Yarın öbürgün yokuz işte. Çok klasik veya klişe olacak ama asıl durum böyle... Sevgili Berk ve Aleyna, aslolan sizlersiniz ve sözleriniz şu hayatta. Başroldesiniz. Kimi figüran yapıp kimi başrol oynatacağınız sizin elinizde. Unutmayın en çok sevdikleriniz kadarsınız işte. Sevilmek güzel ama insanlara güven olmuyor, inanç veremiyor, umut vaat edemiyor Sevgili Şerafettin insan bazen. Bazen insan insana yapamıyor bazen yapabiliyor dost dosta türlü şeyler. Sev ve güvenini kaybetmemeye çalış başlarda, sonra tutuma göre hareket edersin Sevgili Emre. Sevgili Fatih, çok gençsin ve yolun başındasın ama hayat sinir sahibi olmaya değmiyor. Sevgi sahibi olmalısın onca kötü yaşamına dair. Yoksa başka bir şey geçmiyor eline. Ve nasıl düşünürsen öyle davranırlar ve davranırsın Sevgili Neşe. Ve hayat birilerini etiketlerken, yargılarken, deyip koyarken geçip gidiyor önünden. Sen zamana inat geri hareket ediyorsun, oysa vakit akıp geçiyor. Farkına vararak sözde ama fark etmeden. İş işten geçmeden... Yaşanacak çok şey var Sevgili Barlas. O kadar çok şey var ki Sevgili Mine... O kadar çok şey işte Sevgili Deniz...
Kararı veren sensin, hareket eden de ama bazen de değmeyince değmiyor işte! Ya siyahsın ya da beyazsın işte neticede bir de. Hayat bu neticede.
Hoşçakalın diyor, hepinizi yürekten kucaklıyor ve öpüyorum Sevgili ...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Hava Bulandı, Murat Bunaldı

Hayallerimin göçüğü altındayım...
Enkazdayım.
Sesimi duyacak yok.
Çok derinlerde çığlık içindeyim sessizce
Bir köşede savruk, diplerdeyim
En diplerde...

Seni seviyorum ben, ruhum ve kalbim
Ama biz bu kadarız işte...
Ne işe yararız, ne ayrılmayı biliriz
Senin de işine gelmeyiz...
Anca seni kocaman severim, severiz biz.
Varsa yoksa seni bilirim; ruhum ve kalbimle, bekleriz...

Hava karardı, yağmur yağdı
Bak, birazdan öğle vakti.
Gün devrildi kimine, aslında gün ışıdı
Başka bir dünyada belki de bir kahvaltı öncesi.

Dünya senin'miş gibi yapıyorsun
Yap, iste dünya senin olsun; ama mış gibi yapma...
Dünya senin'miş gibi yaşıyorsun
Yangın yokken de mal kaçırma!

Gün ikindi vakti, kimine göre kıştı belki
Filizler bir arpa boyu yol alamadı
Kimine göre nar mevsimi çok da çılgındı
Oysa kurulalı dünya; çok deriz ama çok değil, belki de buçuk geçti...

Çimenler kurudu, oysa dalında bahar yaştı
Koca kasabada güz kimbilir kaç kez dolaştı...
Akşam gölgelendi, bâş oldu çay insana, sohbet koyulandı
Hava bulandı, Murat bunaldı
Kimbilir aynı şarkı kaç kez dile dolandı...

Hayallerimin göçüğü altındayım; enkazdayım, en fazlayım...
Kimsenin fark edemediği bir derinlikte
Yalnızım, bir başımayım ve çaresizim, en dipte...
Dişlerimi biledim, tırnaklarımı törpüledim;
Bekliyorum hep buluştuğumuz yerde, kalbimde...
Ve unutmadan söylemeliyim ki;
Seni nasıl büyüttüysem öyle de öldürürüm içimde...
11.08.2013 - 28.04.2013
Çatlak Kalem

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Foolyanna

Bazen hayal âlemine fazla daldığımızı düşünüyorum. Hani şu gerçekte olan ve de olmasını istediğimiz şeylerin "gerçekliğinden" bahsediyorum aslında. Bizim özelimiz olsun ya da olmasın bazen insanın duygu ve düşüncelerini de kendi istediği şekilde yönlendirdiği kanaatindeyim. Kişisel algıya bağlı olarak gerçekleşen bu trajikomediye "yalanlama" da diyebiliriz esasında. Bir nevi vücudumuzda algılarımıza yönelik gerçekleşen savunma mekanizması denilebilir. Tamamen psikolojik bir etken aslında! Bence adı tamamen ve birebir isminin de anlattığı şekilde Foolyanna! Aptalca bir durum insan için, insanın kendi durumu ve kendi de biliyor durumun aptalca olduğunu ama yine de kendini mutlu tutmak adına tercih ediyor; körü körüne, bile bile...

Kimi acı çekmekten hoşlanır, mazoşisttir; kimi mutlu hissetmek için yapar kendine türlü "iyilikler", hazcıdır... Hoş, birbirinin zıttı iki duygudur ve başka yoktur da. Arasını da bulamaz çoğu kez insanoğlu. Ya neşe hisseder kendini ya hüzün tamamen. Negatifse pozitifi çeker; pozitifse negatifi... Yaşamındaki insanları da buna göre seçer çoğunlukla. Kendinden illaki bir parça bulundurur ama onda. Ancak genelde negatif- negatif; pozitif-pozitif olmaz. Zıt kutuplar birbirini tamamlar, çeker derler ya hani biraz da o hesap işte!




Hayatın entrikası içinde ancak böyle geliştirir bazıları kendini. "Kendine zarar vermeden" ya da öyle zannederek. Ancak en sevdiklerine değil, sevmediklerine de alıyor bu önlemi. Belki biraz da garantiye almak istiyor kendini. Ama kendini oyalıyor ya da kandırıyor. Nasıl değerlendirirseniz değerlendirin artık. Hoş, hayatın gerçekliği ile yüzleşmekten ziyade masal âlemini tercih etmek de o yalana adapte olmakla eşdeğer. Ancak dünyanın da yalan olduğu varsayımından hareket edersek ve yola her iki tarafında yalanlarını dahil ederek çıkarsak masallardaki yalanlar daha üstüruplu oldukları için onları seçmek, yeğlemek daha canalıcı bir nokta tabii insanoğluna. Oysa mutlu olmak herkesin hakkı. Aşk da, sağlık da, huzur da. Ancak tüm bunları yaparken asıl önemli olan kendi gerçekliğinizden uzaklaşmamanız gerektiği sanırım. Kendini bilince, bilinçli bir şekilde herkesi ve her şeyi yönetebiliyorsun, yönlendirebiliyorsun. Kumanda sizde oluyor. Hegemonya ya da hakimiyetlik değil bu özünde. Kendini bilme yolu; aşkı da, sağlığı da, huzuru da bir nebze olsun rahatlatıyor. Sizin açınızdan sizce yapılıyor çünkü. Başroldesiniz. Çünkü siz öyle istiyorsunuz genellikle ve o şekilde hissediyor algılarınız da. Dışarıdan nasıl bakıldığı da pek önemli olmasın sizler için bu hususta. Zira adı üstünde dış kapının dış mandalı onlar... Kulak arkası kalsın mümkünse, dışarıda da daha acınası ve zavallı o kadar çok durum kol geziyorken üstelik hatta. Yaygınlaştı psikolojik rahatsızlıklarımız bu stres yoğun dünya ülkesinde. Bittabii hak vermek de lazım ağır koşullar altındaki insan yüklerini sırtına alan ama ne kadar alsa da altında bir değil bir çoklarca ezilen insanoğluna. Nihayetinde bir beyin ve bir yürek hepsi. Bir kul. Ancak masalların en güzeline inandıracaksa kendini, bu noktada da bir yalanla karşılaşacaksa illaki her iki yolda da; bu bir ikiyüzlü dünya yalanı olmamalıdır elbette. Masumâne, beyaz ve pembe yoğun bir yalan olmalı, masallar diyarına özgü. E dedim ya, bu yüzden her şeyden kaçanlar için de bir sığınak bir barınak bir kaçış yolu, en firari. İşte bu yüzden var en çok da zaten: Foolyanna!

9 Ağustos 2013 Cuma

Bozuk Para Zengini

Beni arayacaksın, sevdiğin insanlarda...
Beni arayacaksın,
Allah'ın seni yarattığı şekilde
İçine sindirmeye çalışacaksın,
Ben varmışım gibi yapacaksın
Benim ruhuma dokunacaksın asıl, başka bir bedende...

Huzur, ömür vefa edinceye kadar yaşar oysa insanla birlikte
İnsanın kaderi ise ancak kendi
Ve sonrasında O'nun elinde...
Arayışın uzun sürmeyecek başına dank ettiğinde;
Anlayınca gerçeği, sen de yorulacaksın
Bak, tarih kaderinden beni çoktaaann sildi bile...

Beni arayacaksın, sevdiğin insanlarda...
Her biri benden bir özellik taşıyacak belki
Sen en çok o yönlerini seveceksin hatta ama...
Hiç biri ben etmeyecek, bileceksin...

Bileceksin ama yine de devam edeceksin işte, bildiğine.
Yoruldukça güçten kaybedeceksin aşkım, değmeyecek bir başkasını sevdiğine.

Kalbin başka, aklın başka düşünecek sonra
O kalbinin derinliğinde boğulacak aklın, tanımayacak sonra seni de.

Gönlüne çok kişi girdikçe kendini zengin sanacaksın...
Ama her bir terkedilişin koyacak, haberin yok; sen ise asıl bende takılı kalacaksın.
Asıl beni bulacaksın.

Elbette terk ettiklerin de olacak, bendeki aşkı hissedemeyince
Sen ise bende çoktaaann vakit kaybetmiş olacaksın.

Yazılış Tarihi: 17.06.2013 - Düzenleme Tarihi: 09.08.2013
/ Çatlak Kalem /

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Toplumca Konuş-lan!-dık...

Eskilerden bir laf vardır. "Ağlamayan çocuğa meme vermezler" diye... Ama şimdi bakıyorum da etrafıma... Allah'ım susan yok, herkes ağlıyor?! Ya isyan bayrağını dikmiş, ya şahlanmış bir hallere girmiş, ya kendini bir şey sanmış... Dünyada bir kampanya başlatmak istiyorum: "Toplu Emzik Kampanyası". Baş harflerden siz anlayın, "tek" geçtiğimi... Böylece herkese emzik dağıtırsak çözülecek bu mesele! Yani umarım.. Herkes özgüven, herkes ne oldum delisi. Nihayetinde kulsun işte! Herkes gibi...

Biz kendimize uygun gelen masallara kendimizi fazla kaptırıyoruz sanırım, ondan bu terâne. Her masala eşit yaklaşsak, harmanlansak olmazdı bu kadar emin olun. Ama söyleyeceğimiz şeyleri daha önceden bir başkası söylemişse onu yüceltiyoruz. Bu da hep belirli bir kesim oluyor ne hikmetse! Karşıt düşüncelerden adamları içlerinde barındıran, her ikisinin de yanlışlarını gören, doğrularından istifade eden çok az hatta yok. Biri var ama sadece doğruları var, yanlışları bile yok, kusursuz. O biri ya! O "olmuş" ya... Olsun, gerisi nafile... Söyleyeceğimiz ya da söylememiz gereken şeyleri bir başkası söylemişse ona kulak kabartıyoruz. Haklı tarafları da olsun karşımızdakinin reddediveriyoruz işte. Eskiden, çok eski değil benim üniversiteye başladığım yıllar bundan 5-6 sene öncesi çok değil, "Hayır diyebilme" konferansları olurdu. NLP kapsamında geliştirilen bu konferanslarda, insanlara nasıl kolayca davet ya da sorularına "evet" diyebiliyorsak, aynı şekilde "hayır" dememiz de gerektiği öğretilirdi. Ama şimdi herkesin herkese kolayca demesini geçtim, millet birbirinin ağzına sı*ıyor, çok affedersiniz. Ama durum bu raddeye geldi ne yazık ki... Birbirimize karşı nezaket ve saygı çerçevesi içinde olmamız gerektiğini ihmal ederek, aklımızın filtresinden, düşünce süzgecimizdcen geçirmeden bazı şeyleri hatta ağzımıza geleni söylemeye başladık. Düşünmeden hareket etmeye, konuşmaya başladık. Oysa bir şeyi düşünürken, konuşma ya da davranma öncesi, o süreçtir insanı olumlu kılan, istişareye sevk eden. İllaki bir şeyden dolayı etiketleneceksek bunu da bir düşünelim... Sözgelimi, "pısırık" olmak yerine "geveze" olmayı yeğlemeyelim. Çünkü bunu yaparken aldığımız "çok bilmişlik" tutumu bizi "kibir"e götüren yola uğrar ve bataklık gibi saplanırsanız, bir daha çekemezsiniz oradan ayağınızı. Susanı konuşturmaya çalışıyoruz öte yandan. Onun tepkisini almak, ölçmek için uğraşıyoruz. Etiketlemek tüm çabamız. Oysa o da insan, sen de insansın. Farklılık yok! Ortak bir mirasın veya paydan varsa tarihine bak, bilimadamlarına, düşünürlerine bak. Yerine, durumuna göre hareket edelim artık. Zira bizler bu toplumu oluşturuyoruz, hepimiz biraraya gelince. Bu yüzden her birimiz tek tek değerli ve önemli işte! Ve şu an toplum olarak konumumuz itibariyle -daha kendi içlerinde barışamamış, uyum sağlayamamış bireylerden oluşan- dağınık bir toplum yapısı hâlindeyiz. Her şeyi çok biliyoruz ve her şey hakkında çok konuşuyoruz. Oysa tek yönlü iletişim değil bu, işkence. Hem monolog çok da iyi bir şey değildir, etkileşimdir iletişim, akışalım artık. İletişimin de monarşisi değil, demokrasisi makbuldur hem. Bunun için de en önemli iletişim sürecidir dinleme. Dinleme de susarak yapılmaz mı, bakın Allah'ın işine?!

Herkesin bir fikri, bir zihni var zaten arkadaşım. Herkes bir şeyleri içinde eritir ya da doğrular. Ama kendi görüşlerin doğrultusunda konuşarak ve hareket ederek; insanlardan, onlardan da aynı ya da benzer görüş ve hareketleri beklemek olmamalıdır bu. Her kafadan ses çıkması değil önemli olan da yoksa, herkesin bir sesi var doğuştan. Ama renk zamanla kazanılır, herkeste de vardır ve herkesten bir renk çıkmasıdır önemli olan... Zaten iletişim herkesin özgürce ne yöne akacağını, konuşmanın ne yöne gideceğini gayet iyi bilir...

* Bayram ise insanlıktan arta kalan yanımızı hatırlatmaya vesiledir. Herkesin kendine özgü renginde, müdahalenin ya da zorbalığın olmadığı, nice güzel bayramlar diliyorum, sevdikleriniz ve sevildiklerinizle.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Ne Sen Sor Ne Ben Söyleyeyim?

Bizdeki bu şansla kaç eşek gülerdi kim bilir...
Başka hayatta mı?
Ya yaşımız tutmazdı, ya görüşümüz uymazdı
Ya tanışamazdık, denk düşürmezdi kader
Ama inan bana, bu kadar sevemezdik...
Akraba, dost olurduk ama yine de evlenemezdik(!)
Ve inan tekrar, mutlu sona bağlayamazdık...

Sen şimdi yanımdasın
Ve ben bundan çok mutluyum

Çok kez pişmanlık duyacaksın zamanı gelince
Ama zaman yine tanışıklığımızın üstünü örtmüş olacak
Öyle bir denk geleceksin ki hayatta sevilmeyince
"Ah... Keşke o olsaydı" diyeceksin ama ömür dolacak...

Hoş, beni de böyle bulamayacaksın tabii hep
Elbet kıymetimi bilen biri olacak ve sığınacağım ona...
"O eski günleri" anacaksın belki yanımda o gün
Ama kalp artık sana değil, ait olacak başkasına...

Varsın şimdilik kendimizi kandıralım
Zamanı "biz" şampiyon yapalım...

Aşk değil, ötesinde...
Dünya değil, sahisinde
Ömür değil, gerçeğinde
Sen bende ve ben sende...

Olamayız, evet, kurallar belli bizden çok daha önce
Bu yolun sonu iyiye çıkmasa da Allah var ve aşk var ya içimizde;
Bir tutam umut, bir salkım şefkât ve geriye ne kaldıysa işte
Yüreğimizin yanacağına inan-a-mam ben, bizi böyle görünce...

Olamayız, kaideler bizden önce çizilmiş belli ki
Tabiata da karşı gelmek değil pek özünde bizimki?
Aslında, tamam, olmasa da bu pek biz'lere realite
Ne bileyim insan mutluluğu için yapar gene bir formalite(!)

Sen şimdi burada, yanımdasın
Ve ben çok mutluyum...

Ortada iki taraflı bir şey var ama
Ne sen sor, ne ben söyleyeyim sana...

04.08.13 - Çatlak Kalem
' Biz gidip iyisi mi başka hayatları alt üst edelim...
  Sonra çok pişman olalım başa dönmek isteyelim
 Onlardaki sevgiyi bulamayınca "biz"de
 Hayatın kurallarına sövelim...

2 Ağustos 2013 Cuma

"Tamam Ama Sen Bakma..."

Hayatı kaydıraktan kaydıranı var, köpük yapıp üfleyeni ve takla attırtanı var tersinden, zorla.. "Nasıl bir hayattır bu?" diye soranlara verir yanıtını:

Adı Kemal. Bütün amcalarının isminin baş harfi buluşmuştu onun tek bir isminde. Ve sordu karşısındaki Alexandre İbrahim'e. Dedi ki "bu dünyadan bir upucu götürsen... neyi söylerdin başka bir dünyaya?" Dedi ki: İnsanlıktan bahsederdim. Özellikle bahsedilmeye değmeyecek kişiliklerden bahsederdim ki zaman onlar adına bir kere daha işlesin, affolmak adına. Zira bu dünyada kibirli ve gereksiz özgüveni olan kişilere tahammülüm kalmadı benim. Onlar kendilerini saltanat sürüyor zannederler sadece. Oysa, içini diğer insanlara, n'olursa olsun ayrım yapmadan sevenlerdir asıl kazananlar ve onlar sürecektir esas saltanatı! Ben Hıristiyandım çok önceden. Peygamberi, Sultanlarınızı, Atatürk'ü tanımadan önce. Mevlana ve Yunus'u bilmezden evvel. Necip Fazıl'ı Necip Fazıl gibi, Nazım Hikmet'i Nazım Hikmet gibi sevdim; "kendim" gibi değil. Çok gözyaşı döktüm kendimi temizleyip, dininize geçmem için. Ancak dünya aynı dünya. Gülenin, kahkahaları buradan memleketim Rotterdam'a kadar duyuluyor. Burada da pek bir şey fark etmiyor yani, ... İsim neydi? Sahi Kemal'di. İsminde Cemal'in güzelliği, Kâmil'in olgunluğu birleşmiş... Kemal dedi ve devam etti... Ancak ben bir göremedim sizi. Hep dağılmışsınız dedi, tüm gözlemlerine dayanarak. Oysa her birinin lütfû ayrı tarihinizde. Çıkıp gelseler ve görseler şu durumu, durum anlatamazdı korkudan kendini! Oysa siz hepiniz -cı,-ci ekiyle ayrılıyorsunuz birbirinizden. Gereksiz yere... Koca bir mozaik bu ve bütünleştiremiyorsunuz. En basitinden; fakirinize fakir, zengininize zengin diyorsunuz. İnsan değil sizce yani, her ikisi de(!) Hatta işi abartanlara dahi rastladım "fakir" diye, "köylü" diyenleri bile var, hakâret ve küfür gibi bir tutanlar. Yazık... Diğer taraftan "züppe"yi geliştirmiş "karşı taraf"! "Zengin"le sağlam oluyor birleşince! İnsansınız oysa. Bir de "ezik" diye dalga geçenler var, örneği kapalı kadınlar. Ataerkil bir toplumsunuz. Olabilir... Tarih öyle şekillendirmiş ancak kadınlarınız devralmış durumu aslında şimdi. Ata ya da ana bir kenara, evdekine söz geçiren erkekler, dediğim dedik çaldığım düdük pek bir marifet! Havaları sokağa! Kadınlardan, "haklıyız" diyenler kendini beğenmişler daha çok, her şey de baskın çıkanlar... İki inatçı keçi bir köprüde... Bakma, kibir onların öncülükleri olagelmiş birçok işlerinde. Hâlâ içinizde ataerkillik var ama yazık ki can çekişiyor özünde. Ses çıkaran kadınlar var, alaycı, dişli... "Onlar" varsa hepiniz boyun büküyorsunuz. Ancak kapalılar bir-sıfır ezik başlıyorlar. Oysa kültürün bir parçası sadece. Başka bir yanılsama, yanlış anlama yok. Her ikisi de aynı hareketi yapsa kapalı daha ezik geliyor "berikine". Yargı! Kibire duyulan güvence! Oysa ne yaparsa yapsın her ikisi de ezik. İnsan çünkü, yazık. Kendine övünenlere gelsin son sözüm. Kendi gibi olanlarla iyi geçinirler yalnızca. Oysa farklı birileri olsa zenginleşir akıllım. Ancak o yalnızca kendine âşıktır. Onun gibilerde de kendini bulduğu için sever, sevişir ya en çok. Kibir'e geldik çattık sanırım gene. Her şeye burun kıvırır. Saltanatı yaşıyor zanneder ama dedim ya asıl ezilen yaşayacaktır hâkiki saltanatı. Saltanatın kralını. Ondan çektiği kadar! Ondan çektiği sürece yaşayacaktır hem de. Etme bulma dünyası...

Dedim sen nereden biliyorsun bunca şeyi? Nasıl gözlemledin? Ne kadar kaldın? Nedir bu Türkçe'n? Aksansız? Ben bile konuşamıyorum böyle Alex-an.. İbrahim!
Bak gördün mü insan önce yargılarını yıksa ve öğrenme gayreti içinde olsa "sen bile" söyleyebilirdin adımı. Ama kestin, "sizin" sahip olduğunuzu söyledin... Oysa ben de bunun farkındayım ve bilirdim saf tutmayı... O zaman "saf" olmazdım, "ezik" olmazdım, değil mi?! Oysa içimde saltanat umuduyla yaşıyorum ben. Ben biliyorum çünkü, yıkmadım, parçalamaya çabalamadım güzelliklerinizi. Tonunu öyle sevdim ki rengini, Türkçe'nin, en son bu durumdayım işte. Ne fazla iddialı ne de çok mütevazi... Her bir şeyi dikkatli inceledim ve nice midir, bilemedim içim? İçimi açmaya çalıştım, genişlettim. Bilgime bilgi sığdırıp derinleştirmeye çalıştım... Senin yaşının 2 katı kadar burdayım Kemal.

Kemal döndü ve "Kimse böyle konuşmadı benimle" dedi. "Niye?" demek isterdim ama " 'Çocuksun sen!' değil mi sebebi"; işte her şekilde bir şeysin sen. Yaşımın 2 katı olduğuna inandığım yaştasın, dedi. 14 yaşındaydı Kemal. Böyle bir cümle kurması beklenir miydi? Kendi de bilmezdi, beklemezdi. Ama karşındaki kurdurdu bu cümleyi ona. Değer vererek...

28 olduğunu bilirmişçesine. Zaten Mehmetçikler olmaz mıydı hep 28'inde? Ya da 28'ine kadar 10 sene öncesinde... İbrahim o kadar çok istiyordu ki asker olmayı... Rotterdam'dan çocukken ayrıldığı ama burada yetiştirildiği günlere geri gitti bir özlemle. Ancak sadece o kadar. Asker olduğu süreçte hiç getirmedi maziyi aklına. Aklı daha lazımdı çünkü ona.

Bir sevgilisi vardı. Sevdiği... O an eline iliştirilen mektubu açtı, şu maziye gittiği anın arkasından... Hoş, onu da getirmeyecekti aklına, süreçte. Döndüğünde umut ve hayali olacaktı sadece ama çoktan müsaade çıkmıştı bu işin olmayacağı, olamayacağına... Yanan bir yüreği vardı zaten hesapta, bir de bu eklenmişti içindeki tüm ümide, umuda... Mektup anlatıyordu zaten:

"İhtiyaç duyduğun aşk bende. Başka bir şey değil ama...
Seni aşkla doyururum, ötesini yapamam.
Dua ederim bir de senin olmam için...
Benim olmanı öyle çok isterim ki..."

Ümitsizlik çoktan akmıştı mürekkebinden kalemin. Teri elini ıslatmış o da kağıdın ucunu hafif parçalamıştı ama alıyordu ve taşıyacaktı yanında sadece. Anmadan. Geçmişe dayalı bir öykü ve başlı başına bir hata. Kemal tembihleyecekti ki, o an gözyaşlarını gördü Alexandre İbrahim'in. Elini uzattı sadece, havada kaldı, boyu yetmedi çünkü. Ama yüreğiyle silmişti çoktan ve dimdik duruyordu karşısında. Kaşlarını çattı ve dedi ki: İnsanlık adına söz veriyorum, kendi çevremdeki insanlığı hizaya getireceğim. Ben de hizaya geleceğim, biliyorum bu süreçte ama seni tanıma şerefi bugün kapımdaydı, yarın ocağımda. Sen bu yoldasın artık, arkana bakma! Sen Mehmetçik! Bu şerefi şana dayat ve yaşat içinde. Onur duyan olacaktır elbet "içlerinde"! Şimdi gül ve öyle git gideceksen. Aklımda kalsın o gülüşün... Öyle gül güleceksen de... Ve sonra dön arkanı, üçe kadar say sadece. Unutma sözümdür bu dediklerim.

Aleaxander İbrahim küçücük çocuğun dilinden dökülen kelimelere hayretle bakarak, kelimelerin sırasına şaşırarak, cümlelerdeki tonlamalarını yarı yadırgayarak yarı takdir ederek güldü içten bir şöyle... "Oldu mu?" Saçını okşadı Kemal, "hı hı" der gibi salladı başını iki kere ve buruk bir yüz ifadesiyle "şimdi sıra diğerinde..." dedi. "Peki..." Kemal toprak aldı eline o günün anısına bulunduğu ortamdan. "Tamam ama sen bakma" dedi. Ve döndü arkasını Alexandre İbrahim... "1...2...3..."

Kemal çoktan tüymüştü. Peki "tüymüş müydü?" Hayır, hayır... Genç bir delikanlı edasıyla yürüyerek gitmişti Kemal bu kez. Zaten yoksa istese de gidemezdi öyle kolay kolay... Toprağı tüm mineralleriyle büsbütün tutmuştu avucunda;
sımsıkı, hiç dökmeden, bağrına basarak...