4 Temmuz 2014 Cuma

Pembe Panjurlu Ev / Aşı Boyalı Ahşap Ev


"Home sweet home" denir bazen, "evim evim güzel evim" der gibi hani. "İnsanın evi gibi yoktur" neticede. Huzurdur ev. Neşedir, rahatlık ve de özgürlüktür. Serbestsindir evinde. İstediğini yapabilirsin, kimse karışamaz bu özgürlük bahçesinde. Herkes için aynıdır bu yaşam alanı. Home sweet home'a gelince... Bunu yıllar önce Türkçeye çevirdiğimde bir yazımda, "evceğizim, en iyi sen bilirsin hâlceğizim" olarak çevirmiştim, hatırlayan bilir. Eski Türk filmlerinde görmüşsünüzdür; fantezisi geniştir, gelişmiştir hani onların serice... Pembe panjurlu ev'den söz edilir genelde birçoğunda, çoğu mutlu son'la biten o senaryoların kastedilen gerçekteki devamı gibi... Öyle bir algı bırakır size. Yaşama pembe panjurlardan, pembe çerçeveli gözlüklerden bakılır izleyiciye umut vermek için... Filmlerin tekabül ettiği yıllar gerçek yaşamda da aslında (60'lar/70'ler/80'ler) aşı boyalı ahşap evler vardır elbette ki. O yılları yaşamamış biri olarak ve aynı zamanda o yıllara özenip yaşamak isteyen biri olarak kaleme alıyorum bunları. Biraz heves, biraz ilgi ve merakımdan dolayı biliyorum tüm bunları da aslında, bakmayın siz. Hayata dair bu yazı da neticede, bildiniz. Hani dergilerin testlerinde çıkar bazen, "Hangi döneme aitsiniz?" diye. İşte o tür bu yazı biraz. Kişiliğinizin yansıyan tarafıyla alakalı dönemler. Dönemleri belirleyen elbette ki aynı duygu, düşünce ve kişiliklerin yansıdığı insan toplulukları. İnsanlar belirliyor, bu çiti örüyor, etrafını çiziyor ve karakterini oluşturyor dönemlerin, malumunuz. Bu yüzden belirli karakterlerin birarada baskın gelmesiyle dönemlerin sınırları da az çok belli oluyor gözümüzde, tıpkı modada ki hakim çizgiler gibi, o döneme damgasını vuran. Peki, sizin kişiliğinizle örtüşen insanlar hangi dönemde yaşamış olmalı, bunu hiç sorguladınız mı ya da düşündünüz mü hiç?

Öte yandan, gerçek yaşama geçince... Yani şimdiye... Yani yaşamın içinde bizim yaşamadığımız değil, yaşadığımız hani... Şu andaki yaşam yani, şimdiki... Burada bahsetmek istediğim birkaç konu var özellikle. Mutlaka sizin de vardır konuşacaklarınız... E başlayalım öyleyse... Hayat pek çok kavramı öğrenmemde yardımcı oldu bana. Tanıttı, öğretti, deneyimletti. Koruyup kolladığı da oldu, öldürmeyip süründürdüğü de. Hepimizin sınavı farklı farklı derim ya hani ve hayat bir öğrenme süreci... Kimimiz bir decade'de (10 yıl) yaşarız olanı biteni, kimimiz çeyrek asırda important point'i (dönüm noktasını, kilit anı); kimimiz yarım asırda kimimiz de yüzyılda ama yaşarız işte illaki bir şekilde türlü sevinci ve müsibeti. Hayatın öğrettikleri yanınıza ya kâr olur ya zarar, o size kalmıştır elbette ki. Ders çıkarmanıza bakar biraz da bu, ki herkesin algısı ve bakış açısı da elbette ki farklı şu noktada. Hayatın öğrettikleri pek çok dedim ya... Aşkı öğretti hayat bana, dostluğu, paylaşımı öğretti. Arkadaşlığı, yan gelip yatmayı, batmayı, bitmeyi, güvenmemeyi ve de güvenmeyi...

Hayatı ne şekilde yaşamak derseniz de istediğiniz şekilde diyeceğim. Dahası yok, ötesi var ama yok (yani "bu hayat" değil en azından, bilinmezlik biraz), birdahası yok... O yüzden istediğiniz şekilde yaşayın. Ne dün'e takılıp kalmak, ne geleceği düşünüp durmak... Şimdiyi yaşamak. Bazen çabalarız yaşamak için, bazen boş veririz ancak en önemlisidir bu süreçte biriktirdiklerimiz... Bir abdest alış gibi temize çekmektir bazen duyguları, sıfırlamak bedeni hani nasıl, tazelemek. Ruhu dinginleştirme ve olgunlaştırmayı tercih etmektir. Tercihler, seçimler ve irade... Hayata acılara karşı gülümsemeyle bakmak çocuksu değildir, olguncadır özünde. İdraka bakar, algıya bakar, o ayrı. E herkesinki de şu noktada bir o kadar farklı. Bazen bir abdest kadar masumâne şeyler de vardır, onun kadar olmasa da ona yakın. Sahurda uyanan yüze su çarpmak gibi... O kadar ki bu, insanın o uykuyu sonlandırma isteğine istikrarını ve iradesini tüm gücüyle, vargücüyle göstererektir sanki. Nefse karşı koymaktır bazen duygu ve düşünceler. Özünde yatan budur ya da alt metninde. Günahları suyla yok etmek gibi. Tertemiz ve de pür'û pak bir şey. Geçmişi unutmak gibi nankörce gelmez, daha naiftir yapısı. Geleceği yok sayarcasına azimli ve de cüretkâr ayrıca. Şimdiye odaklanırcasına sanki.

Bir öykü anlatacağım şimdi konuyla ilgili, içimden geldi... Bununla da sonlandıralım hem yazımızı ve de bu haftayı. Gerçek bir öykü bu ancak kahramanından değil, ikinci bir ağızdan dinlediğim. Bu yüzden biraz rivayetimsi yani. Siz bu öyküyü anlattığınızda da o "kulaktan kulağa" oyunundaki son kişi olacaksınız, eminim(!) Pembe buzdolabı hikâyesi bu. 3 kardeşin birlikte aldıkları. Sanki çeyizlerini düzercesine. Sanki ileride birlikte yaşayacaklarını bilircesine ve bunu tercih edercesine. Buzluğu ve dolabı olmak üzere iki parça üstelik, üç bile değil, paylaşıma söz gelince... O derece pak bir duyguyla alınmış belli ki ve içinde emek de var üstelik. Neden demeyin? Nerden mi biliyorum... Bu buzdolabının diğer dolaplardan bir farkı var çünkü. Bu buzdolabı çocuklar tarafından alınmış olabilir, bu bir fark ise... Ama esas can alıcı nokta; buzdolabının bayram harçlıklarıyla alındığı... Alınteri değil belki ama masumca bir istek belli ki. Ve altında eve ortak alınan bir hediye. Ne oyuncak ne kıyafet. Aileye bir hediye... Menfaatimsi bile değil. Üstelik şart bir makine. Lüzumlu yani. Bu yüzden çocuksu değil, olgunca. Ve bu yüzden tertemiz, pür'û pak. Bu buzdolabı hikâyesinin sonu yok üstelik. Herkeste olmasa da pek çoğumuzda vardır bu ve bunun gibi hikâyeler. Oysa çeken bilir bu duyguyu da tabii en iyi. Öykünün sonu yok dedim ya... Biraz da kahramanından, başaktöründen aslında. Çünkü bu buzdolabı uzunca bir zamandır yaşadı ve henüz bitmiş değil fonksiyonları. Hâlâ yaşıyor... Aile ile birlikte bir fert oldu. Pek çok şey değişse de o değişmedi, tanık oldu gelen yenilere de daha çok çünkü. Aile ile birlikte hareket ediyor sonra. Bu yüzden taşınıp aşındı biraz ve yorulduğu da bir gerçek... Yaşlandı, en azından benden büyüktür yaşı. Ama solsa da eskimedi henüz. Dimdik ayakta. Pek çok yenisine de taş çıkarır cinsten üstelik... Keşke yeniler dahil, hepsi onun kadar yaşasa... Ama birçoğu gösterişin peşinde birçoğu erken emekliliğin. Pembe buzdolabı ise hiçbirinin. O, gerçek sevdiklerinin yanında ve onlara hizmetin peşinde oysa. Alabildiğine fedakâr sonra. Öyküsünü en çok o iyi bilir. Ancak ödülü, yaz aylarında dolaba giren, geneli çikolatalı-vanilyalı, yanıksı dondurma. Cezası da uzun, ağır ve genişçe su şişeleri gene yaz aylarında. Ama olsun her Kurban Bayramı et gördü, nicelerinin göremediği ve buna duacı, şükrediyor. Buzdolabı şaka maka o etlerinin ağırlığına "vız-tırıs" gözüyle bakıp, etleri götürüyor. Pembe buzdolabı, pembe panjurlu ev'de değil, o gerçek hayatta, aşı boyalı ahşap bir evde yaşıyor. Kırıldı, soldu, döküldü azcık solgun da görünüyor ama henüz eskimedi. Dimdik duruyor. "Giden gelse deden gelir" diyordu sahibi, başta komik gelse de ona bu deyiş; artık anlıyor ve bu söz ona romantik gerçekçi geliyor. Sahibi doğru söylüyormuş meğerse, biliyor. Pembe buzdolabı... Üstelik o ağzının tadını da gayet iyi biliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder