30 Nisan 2012 Pazartesi

Superman Olmalıyım, Olmalısın...

Hihihi.. Bugün yazmayacağım sandınız değil mi?! Cık.. başladık bir kere, bulaştık, vallahi olmaz! O değil de pazar gününün bıraktığı tembellik kalıntılarını silkelemek zor oldu üstümden! ve günün bitiminde de olsa yakaladım neyse ki ilham perimin tozlarını, serpiştirdim birazcık uyuşuk bana, bitkin üzerime... Evet, ne diyorduk, sadede gelelim. Ihım ıhım.. Bugün de hayalleri ele alacağım ama başka dünyadan! Hani şu çatlak kalem alıntılarının olduğu yazıyı hatırlarsınız, işte ondan fazla kopmamak şartıyla.. Biraz daha küçük hayaller, küçüklerin hayalleri... Aslında en büyük hayaller onlar! Olabildiğince geniş, tüm dünyayı alıverir içine, olduk olmadık... En safı, en temizi, en tazesiyle... Buluverirsiniz kendinizi, bambaşka bir kalıp içinde.. Olmak istediğiniz gibi. Olmasanız bile olursunuz işte o hayalin içinde! Yok yoktur içinde... İçinin de içi vardır hatta bazen. Belki yarım kalır, belki dolar taşar... Ama kesinlikle, ama illaki aşar. İnsanoğlunu, var olduğunu, mutlaka aşar! Bilinen şeylerle bilinmezlik yaratır çoğu kez hayaller, o küçük hayaller... Mutlu eder kuruldukça, örüldükçe her anı bir bir... Atıldıkça temelleri, inşa oldukça üstüne hevesle, azimle bir kat daha çıkılmak istenir, oluverir sonra üst üste. Bazen en ciddi bir şey konuşulurken dalıverir gidersin o aleme.-Hoş, iki üç şey dışında veya bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar pek ciddi bir şey olmasa da hayatta!-Bazen en sıkıcı anı güzelleştirir sana göstererek, yalnızca sana. Sana verir sadece tüm sırrını, sen bilirsin olanı biteni. Özelsindir çünkü. Sen görürsün, yaşarsın başkalarıyla. Onlar yaşamasa da yaşatırsın ama sadece sana verir her şeyini, ketumluğuna. Dünyayı kurtarırsın mesela. Seçeneğin çoktur. Yelpaze geniş. Alabildiğine. Uzunca, genişçe bir şey bu. Biraz sevgi dolu, biraz şişirilmiş mutlulukla, biraz limon yemiş bebeğin dudağını büzüşü gibi buruk, kekremsi... Belki biraz da bir prensesin kalbini kırmış kötü kalpli yaşlı dünya çirkini bir cadı veya gülüşü bir ömre bedel gözleri umut vaat eden dünya yakışıklısı bir prens gibi. Cümlenin uzunluğundan anlaşılmasın yanlış. Biri güzel biri çirkin ama ikisi de kalp kırıcı fark ettiyseniz. İnsan olması kâfi bunun için! Biraz ruh, biraz beden yeterli yani. Nitelik önemsiz. Eldekini iyiye yormak, nasıl güzelleştirileceğini bulmak önemli. Batman ol, Spiderman ol, Superman ol ne olursan ol.. deyip espriye bağlamayacağım tamam! Ama başına bir şey almasan da o soneki asla gözardı etme! Önemli olan o! Halkın aşağı tabakasından hani, bulmaca gazetelerinde çıkan bazen bulunmamakta diretilen, ısrar edilen ve hatta istikrar sağlanan 4 harfli boş bırakılan kutucuk. Hani, gerçek dünyada da göz ardı edilen! Bir Sibel Alaş şarkısıydı mazide, sevdiklerimden... Dokunaklı, duygulu, sevgili bir şarkı.... "Adam" olmak, İnsan olmak. Kurtaramasan da dünyayı o hayali çizgi karakterleri kadar, bunu başarmışsan, bence başarmışsındır! Asıl önemli olan o! Ama şu da bir gerçek ki bazıları diretir hayallerini masal gibi sonlandırır bazıları dağıtır, yok eder hepsini bir çırpıda siliverir gider. Bazen Sindrella, Rapunzel, Kırmızı Başlıklı Kız veya Pamuk Prenses olursun hakkını vererek veya başka bir şey size özel, bazen de Kötü Kraliçe, Çikolata Cadısı, Kurnaz Kurt veya Evlat Kayıran Üvey Anne olursun devam ettirerek, istekli ve istikrarlı... Bazen Hansel olursun bazen Fatmagül'ün yengesi! Bazen Çirkin Ördek Yavrusu bazen Çizmeli Kedi bazen de Fareli Köyün Kavalcısı... Hepsi bir yana hepsi ayrı bir karakter. Karakterinizi kendiniz belirleyin, bu karışılmaz, zevkler ve renkler tartışılmaz falan filan... Ama iki dakika efendi olun, canımı yiyin! Akıllı olun aklınızı almayayım. Çizginizden kayıp da façanızı almayayım. Bunu zordur söylemek aslında ama adam olun ve adam olun! "Adamımsın", "Adamsın", "Adamın dibisin" kalıplarını hak edin lütfen! Hadise şarkısı gibi, adam olamazsan eğer, "Süperman olsan toplayamazsın!"
Ne hayatta ne hayalde...
Sevgiyle,
Murat.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Umuttan Vefaya.. Umuttan Vefaya, Tamam!

Bazen çok uzun yıllar geçmiştir halbuki altı üstü bi on senedir o mesela. Ama uzun geliverir size. Bazen de tam aksi olur. Bir yıl nasıl dolu nasıl uzun gelmiştir gözünüze. Bu yaştan çok yaşadıklarınızla alakalı bir şeydir aslında. Etkileyici şeyler yazıp nokta atışı yapmayacağım bu kez. Sizi dolambaçlı yollardan götürüp kaybetmek ve sonra da çıkmanıza azcık olsun rehberlik etmek gibi bir niyetimde yok ayrıca. Sırf paylaşmak adına yazıyoum belki bu sefer. Ama vefa çok önemli.. N'olursa olsun, aksi affedilemeyecek bir şey. Eğer çok samimi sevdikleriniz varsa, beklentilerinizin olduğu özellikle, aradığınız son noktadır vefa. Önemli de bir noktadır. O atmazsa siz atarsınız çünkü. Ama tek fiskeyle ama üç kademeyle... En başta saygı vardır zaten şüphesiz. Sevmediğiniz birine bile duyulması gereken bir şeydir o. Sevgi genellikle beraberinde gelir. Ama az ama aşırı.
Bazen de orta karardır. Özellikle herkese karşı mesafe koyanlar da. Bağlıysanız biribirinize, güçlüyseniz ki bunun çok zor elde edileceği bir devirde yaşıyoruz. Evet, bunu başardıysanız zaten "olmuşsunuzdur" siz. Sadakat devreye girer ister istemez. Ben sadığım demekle olmaz. Karşınızdakinin sizi büyüttüğü sevgiyle alakalıdır bu biraz. Tamam, bayağı bir alakalıdır. Sadakat yüreği arınmış kişilerde mevcuttur. Çıkar ilişkilerinden uzak, yüreği biraz örselenmiş ama bundan ders almış, törpülenmiş duygulaarıyla olgunlaşan, belki biraz da duygusallık karışabilir işin içine. Ama vaziyet böyle benim tanımlamamca. Zordur yani sadakatle bağlı ilişkileri yürütenlerle ilişki kurmak! Özellikle zamanın koşulları göz ardı edilmediğinde. İşte bu insanlardan beklentileriniz olur en çok çünkü. Herkes yapar o yapmaz, o sizin gibidir daha çok (bana arkadaşını söyle sen kimsin çıkar ortaya felsefesinden hareketle), içinizden biridir mesela, öyle çok seversiniz ki girsin içime yaşasın istersiniz. İşte bu yüzden bambaşkadır o. Devamını beklersiniz. Alışkanlığınızdır, bağımlılığınız. Zaafınızdır, ortak noktanız, belki de yaşam sebebiniz bazı zaman. Günbegün daha netleşir bu gün yüzüne çıkar tüm hassasiytnizle. ve vefa girer bu noktada devreye. Vefa beklersiniz. Epey bi bekletir hatta çoğu zaman. Bazen değer bazen "değmez" der geçersiniz ama geçmemiştir. Tıpkı "unutulan sevgililere" yazılmış şiirler gibi. Avuntudur, kendini kandırmadır ya da bir ismi varsa siz de ayrı, o'dur işte. Umutla beklersiniz işte. Umut çalar kapınızı. O da çoğu zaman vefasızdır bazen. Ama her şeye rağmen olması gereken bir şeydir. Bir ihtiyaçtır o daha çok. Yeme, içme, okuma, giyinme gibi bi ihtiyaçtır. Hatta sığınmadır, evet, insanın maddi olduğu kadar manevi ihtiyacı olan bir sığınmadır umut. Umut sallar insanı, yıkar veya yıkmaz. Güçlü kılar çoğu kez. Hayaller vasıtasıyla köprü kurarız. Olmazsa sükut-u hayal, olursa eyvallah, amenna! Ama hayallere yakın bi kapıda olduğu için gerçekleşmesini isteriz, dileriz, dua ederiz. Umut bi güç verir insana. Bi son direniştir. Varılan son nokta. Kaybedilmemesi gereken şeydir. Vefaya uzanan bir şey. Bu yüzden umutla beklersiniz vefayı. Çünkü, geçmiş yaşantıların özetidir vefa. Paylaşımların ekstresidir. Vefa önemlidir bu sebepten. İşte ya hayırlı olur sonrası ya "hayırsız". İnsana ait bir şeydir vefa. Sevgi, saygı, sadakat, anlayış gibi bir şey değildir sanki. İnsanın üzerine düşen bir vazifedir, bir sorumluluktur. Bir projedir yönetilmesi beklenen, bir borçtur her şeyden önce sanki. Umut ve hayır'ın ortasındadır. Umutla beklenir ama bir şekilde son'lanır, sonuçlanır. Bazen hasret kalınan bir hayal. Bazen yılmamış, yıkılmamış arzular. Bazen boşa geçmiş zaman. Bazen her şeye rağmen değen bir süreç. N'olursa olsun görecelidir belki ama affedilemeyecek bir şey. Herkesin umduğu bir şey ama kimsenin yerine getirmediği bir şey aynı zamanda. Herkes güzel düşünür ama kötülüklerle doludur dünya. Bu çelişkiyi hala çözebilmiş olamasam da vefalı günler diliyorum hepinize, tek tek, ayrı ayrı... Zor biraz belki ama.. Vefakâr dostluklar tabii ki bir o kadar da.
Gücü kalbinizde hissetmeniz dileğiyle,
ve umudu hayra yormanız ümidiyle,
Hayırlı günler herkese! 

"Çok uzun zaman önce kaybettiğim bir şarkıydın sen
Meyanı belli, nağmeleri burnumda tüten
Sonra yalan oldun herkes gibi
ve artık değerin düştü gözümden..." ç. kalem

27 Nisan 2012 Cuma

"KALEM ÇATLAMIŞ çoktan, gönül çatlasa ne YAZAR!"

ve bugüne dair çatlak kalemden seçmelerle başbaşa bırakıyorum sizi. kucaklayıp sarılın diye!

“Sevmese de beni illaki sever bi noktadan
 hayat kesiştirir bazen, insanları, birleştirir hiç bakmadan
 boşlasa da takmasa da mutluluğu yeter kimisi için
 sonrasında dank etse de âşık budur.. terbiye eder.. olgunlaştırır.. aşkı derindir o toy için!”


"Bazen karşımızdakinden duymak istediğimizi duyduğumuz zaman daha çok mutlu oluruz işte... içimiz değil çevremiz söylemiştir ya, öyle kandırıp dururuz kendimizi gerçekleri gördüğümüzü bile bile.. saplanıp dururuz körü körüne yamuk yumuk hayallere işte...kaptırıp dururuz kendimizi derme çatma hayallerle meşgul ederiz kendimizi, gündemimizi… hoşumuza gider hatta yardırıp gideriz üstüne.. bel bağlarız yıkık dökük hikayelere, ismimizi yazarız varsa orijinal hikayelerinin üstüne, kendimiz kırık dökük olduğunu bilsek bile hikayeyi baştan yazamaya bile üşeniriz…" çatlak k.
"Saplanıp dururuz körü körüne yamuk yumuk hayallere işte... Kaptırıp dururuz kendimizi kandırıp durduğumuz gibi. Derme çatma hayallerle meşgul ederiz kendimizi, gündemimizi… Hoşumuza gider hatta yardırıp gideriz üstüne bazen.. bel bağlarız yıkık dökük hikâyelere, ismimizi yazarız varsa orijinal hikâyelerinin üstüne. Kendimiz kırık dökük olduğunu bilsek bile, hikâyeyi baştan yazmaya bile üşeniriz… Kokoş sevdaların puslu göbeklerinde gezdirir dururuz ayaklarımızı, yalın, peluşlu denizlerinde yüzdürmeye çabaladığımız gemiler gibi savurup atarız bir köşeye yeri gelir hayallerimizi… Oysaki onlar def edilemezler, kandırılamazlar ve küstürülemezler. Hayaller başucumuzdadır hep. Daima, daimî..."
çatlak k.
“Bazen ne kadar genel kabul görmüş beğenilere sahip olsan da bir anda birine karşı duyduğun sevgiyle seni beğenmemesi bitiverir her şeyi..ne özgüven kalır, ne hayat mücadelesi, ne günün rengi… işte o zaman sigarasındaki kül olmak istersin, kederi, pişmanlığıyla.. veya gözyaşındaki anı olmak istersin, ne olursa olsun tüm günahıyla…”

"sevsek de sevişiriz doyasıya, alev alev, buram buram
gene de ne bekleriz ki, ne demesini isteriz
yetmez inan yetmez insan bedenine sevgi sözcükleri
en açığını en seçiğini isteyiveririz…

utangaçlığınla, şımarıklığınla, şımarıklığımla alay etmeni sevdim senin

empatimizle, sempatimizle tutulduk birbirimize
bu yüzdendir sana açık olamamam, gizli yaşaman beni,
bazen acı gerçekler hem ürkütür hem soğutur bir şeyleri
tılsımı kaçmasın n’olur, bak ve beni yaşa
çünkü bitmesin senle gelinen şu nokta.
hep hayatımda kal, bırakma lütfen
yaşama direncim azalır, bu kadar bağımlıyken!"


"Bazen sabrın taşar, sinirlenirsin en ufak şeye

Alt etmeye çalışır ya hayat, sen güçlü durdukça karşısında
Yıkar tüm aksilikleri, üstüne gelir her şey, ezmeye çalışır aklınca(!)
Yine de mücadeleni verirsin, tek başına olsan da!!!
Biliyorum hıltsın şu an bana böbeğim,
Doğrudur belki nefes aldığım süreç, öğrenme sürecim benim..
Yalnız müştereksin..
ve elbette sen de kiminle dans ettiğini,
derin sularda yüzmemen gerektiğini
çookk çok iyi öğreneceksin!"


İçtenlikle,
Murat.

26 Nisan 2012 Perşembe

Huzur'lu Yazı


Şu hayatta en çok istenen şeyler listesinin başında geliyor aslında o! Bazen o kadar çok ihtiyacımız oluyor ki ona başka hiçbir şey de bulamıyoruz lezzetini ve onun bize kattığı lezzeti... O kadar hoşnut bırakıyor ki devamlı olmasını istiyoruz ve yoksun olduğunda özletiyor, aratıyor da kendini... Yokluğu hissedilince ya daha iyi anlıyoruz kıymetini ya gerçekleşmesi için dua ediyoruz ya da sevdiklerimizden bekliyoruz o teselliyi ve temenniyi... Huzur tabii ki... Eşsiz, lezzeti başka, biraz dingin-olgun, biraz açık aralı kapısı seçici, biraz masumane-çocuksu... Ama her şeye rağmen ayakta! Her sıkıntıya rağmen o da var. Bazen biz de bazen başka hayatlarda! Ama illaki var, bazen kapımızda bazen bazen içimizde bazen de dışımızda. İçimizde var esasında ama kişilikle yakından ilişkili... Takmazsak bi şeyi kafaya, sıkıntıyı atarsak bi köşeye, kendimizi motivede tutarsak devamlı, benim deyişimle libidomuz tavanda gezersek daima, problemleri dehleriz..  Huzuru "ehlen ve sehlen"leriz. İçimizden atamadığımız sıkıntıyı biriktirirsek kendimizde, yersek kendimizi, dışarıda bitiverir huzur... Bu sefer uzun bir gurbet yolcusu gibi hasretini çekeriz, vuslatı bekleriz! Özlem kokar buram buram satırlarımız ona karşı.. Başucumuzdaki şeyi kaçırmışızdır ve bunun pişmanlığını duyarız. "İyi ki" diyeceğimiz yere "keşke"lerimiz çoğalmıştır bir bakmışız. Bir bakıma hem içerde hem dışarda aslında bize huzur. Hem uzak hem yakın... Tamamen bize kalmış, çağrımıza.. Davetimize ve davet ediliş şekline bir o kadar da.. Hastalığa çıkardığımız yaldızlı davetiyeyi ona basmayız çoğu zaman. İşte sonra o koyar insana! Bu noktada aslında huzur daima kapımızda. Ya basar zili sonuna kadar, "hoş geldin" diyene kadar ama illaki bekler çoğu zaman kapıda. Vaktini hiç bir şeye harcamadığı kadar kapıda beklemekle tüketir esasında. Azimlidir, kararlıdır ve başarır çoğu kez. Bazen zile basıp da kaçıverir, yaramaz bir çocuk gibi... Bir vazgeçişe bakar, bir cayış her şeyi değiştirir çoğu zaman. Bazen kapıdan bile uğramaz ayaküstü. Davet edilmemiştir çünkü. O da haklıdır kendince. Çağrılmadığı yerden de zorla kapısına dayanmak ayıp kaçar, zor gelir belki, üşenir haklı olarak! Bu yüzden, siz siz olun. Yaşamda her şeyi tadarak ilerleyin.. Hevesinizi kaçırmayın, hiçbir şeyden geri kalmayın. Kolayca sıkılmazsınız o zaman, zaten sıkılmayın. Küçük küçük şeylerden de tat alır insan, her şeye rağmen. Hayat acımasız, zor olabilir ama onu hılt etmenin, sinir etmenin de bir yoludur bu aynı zamanda, bir taktiktir. Alaycı gülüşü o değil siz atarsınız böylece, bu mücadelede. Basarsınız ardından kahkahayı, keyiflice... Küçük şeylerden mutluluk alın, mutlu olun, mutlu edin. Hayatınızı hayata rağmen gönlünüze göre organize edin. Rüyalarınız, hayalleriniz gibi ayrı tatlarda ama tatlı tatlarda, renklice dekorize edin. Bu da huzur'lu bir yazı olsun istedim... Bugünün tarihine de huzurla geçsin. Küçük pembe mutluluklar sizinle olsun. 
Samimiyetle,
Murat.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Bahar Temizliği...

Bahar geldi sanırım. Sanırım diyorum çünkü bu kışı hepmizi kış olarak yaşadık gerçekten. Mayısa gireceğimiz şu günlerde baharı karşılamanın tadı da bi ayrı tabii... Büyüklerimiz hep anlatırlar hani "eski kışlar kalmadı." Demek ki '12'ye saklamış kendini. Bahar denince akla ilk gelen şeylerden biridir temizliği de. Allerjiyi getirmedim bile başa fark ettiyseniz bi allerji hastası olarak. Temizlik daha önemli! Sonuçta temiz olursa beden yener mikrobu, atar gündelik zehrini. Arınır bünyeniz. Yenilenirsiniz. Rahatlarsınız. Burada temizlik dersi vermeyeceğim size. Aklınıza tuhaf bir şey gelmesin. Zaten el ayak bakımı, vücut temizliği dersi vermek ne haddime! Herkesin temizliği kendisine diye.. Buraya kadar güldük, eğlendik tamam ama temizliğin maneviyatından söz edeceğim. Baharı karşıladığımız şu günlerde baharın verdiği optimist, sevinç dolu, adı üstünde bahar gibi yaşamak gerek baharı. Ruhu tazelemenin yolları aranmalı. Güzel bir gün dilenmeli her güne. Tanıdıklarımızı da gözden geçirmeliyiz tabii bu arada. Ben son üç-dört yıldır yapıyorum bunu, şiddetle tavsiye ediyorum size de! Tamam daha öncesinde hep inanırdım, şu yalan dünyada kimsenin kalbini incitmeye değmez. Üç günlük hayatta sevelim, sevişelim. Buraya kadar tamam ama ya bu düşünceyi felsefe haline getirmemiş karşı tarafı napalım? Siz alttan aldıkça darbe vuranları kastediyorum. İyiliğin farkına varmamış ve varmayacak. Kendi çıkarlarından başka bir şey düşünemeyen, "su istimali" "fırsat bilen" tiplemeler... Tiplemeler diyesim geliyor onlara fark ettiyseniz çünkü henüz ne karakter oturmuş onlarda ne kişilik! Yazık, hepsinden yoksunlar! Acımak değil bu, ne haddime! Ama onlara gerçekten üzülüyorum. Değmez ama cidden durumları vahim! Asalak gibiler.. Hayatları parazit yaşantılardan farksız. Yanlarında götürecek hiçbir şeyleri yok, gelişimleri için hiç bir çaba da. Gerçekten yazık! O yüzden böyle insanlar tanınmasa da olur. Yoksa kullanılmaya mahkumsunuz! O yüzden ilk adımı gelin siz atın bence. Yalan dünyadaki yalan insanlar ordusu bunu hak ediyor çünkü. Hak edene ise layığını vermek lazım! Mükafatlandırmak farz! Yoksa üzülen de yıpranan da siz olacaksınız. Çünkü şu da bi hayat gerçeği ki, sizi sizden başka kimse düşünmüyor şu "üç günlük dünyada". Kimse anlamıyor ve hatta kimse sevmiyor. Ucunu fazla kaçırmamak şartıyla, şımartın kendinizi, sevin, anlayın ve anlatın ki özgüveniniz yenilensin! Yoksa başka insanlardan istediğiniz şeyleri alamama acısını da yaşarsınız. İnsan hakikaten nerede kendini rahat hissediyorsa orada mutlu. Sevdiklerinin yanında daha bir huzurlu, daha bir rahat. Yanında kendimizi mutlu hissettiğimiz insanlar yeter. Gerek yok fazlasına, diye düşünmekteyim. O yüzden bir listeniz olsun bence. Artı eksi listesi... Eksileri fazla olanları çıkarın gitsin! Yanında kendinizi huzursuz hissettiğiniz. Çünkü bünye de rahatsız ki istemiyor. Bununla da yetinmeyip fiziksel tepkimelere dahi yol açıyor bazen demek ki. O yüzden, hep derler ya "az olsun, öz olsun..." Aynen öyle! Gerek yok lüzumsuz kalabalığa! İnsan müsvetteleri de çok fazla çünkü şu hayatta ne kadar iyiler de varsa... En doğrusunu siz bilirsiniz tabii ki. Bu sadece benim 25 yıllık yaşantımdan tecrübeye dayalı bir tavsiye! E bahar da geldi, temizliği yapmak lazım... Örneğin, iyi bir dinleyici olmayanları, hep kendinden bahsedenleri, sizi gerektiğince düşünmeyenleri, hep kendi doğrularını görenleri, dışa kapalı olanları, her şeye muhalefet olanları(haksız yere), bencilleri, çıkarcıları, riyakârları, haddinden fazla dedikoducuları, suratsızları, enerjinizi sömürenleri, sizi kullananları, iyiliğinizi su istimal edenleri, para ilişkilerine aşırı heveslileri, sizi hırs kıstası olarak görenleri, sakilleri, paçozları, rezil ve rüsvaları da hayırsızları, vefasızları, kadir kıymet bilmezleri, basitleri, banalleri, ucuzları, demodeleri falan, vb, vs, etc. Gene tutamadım kendimi kaydım çizgimden! Şaka bi yana birkaç sıfatı eğlencesine alsanız da geri kalanlar atmanız için geçerli bir sebep bence. Yoksa üzülen, hayatın yıprattığı taraf siz olursunuz! Canınız yanar, acı çekersiniz. Karşı taraf emin olun hayatına devam eder ama ssiz bunun üzüntüsüyle yaşamı dar edersiniz. Duygusal davranmayın. Mantığınızla hareket edin, mantığınızın işlemesi gereken bu noktada. Duyguları karıştırdığınız anda yeniksiniz 1-0 hayata! Üstelik onun için kendi evinde sizi mağlup etmesi paha biçilemez! Bu fırsatı sakın vermeyin eline!
Baştada belirttiğim gibi, bahar geldi...
Bu yüzden, bahar temizliği şart!

24 Nisan 2012 Salı

Aşk Dolu, Umut Dolu Bir Gün İçin!

Yeniden merhaba,
Sevgi ve nefretin, acı ve mutluluğun, sevinç ve hüznün, güzel ve çirkinin, iyi ve kötünün birarada kavrulduğu dünyadan bunları yaratan dünya insanın günlerinden salı bugün. Kaderin ta derinlerinde gizli bugün esasında, kalbin en derinlerinde gizli olan bir aşk gibi... Ruhun derinliklerine, şeffaf tüllerden dalgalanan denizlerine yelken açar gibi... Bir çocuğun sabunlu köpüğünde, her birinin içinde bir aşkınızı saldığınız baloncuğun içinde uçar gibi... Aşkın sandığında kilitlenmiş eski bir mührün egemenliğinde üzeri sandık lekesi doluşmuş eski mektuplar gibi... paket paket sayfa sayfa hasret kokan şiirler gibi, buram buram aşk kokan kalpten dökülen duyguların yansıması şiirler gibi... Buraya kadar fazla abarttığımın farkındayım! Şimdi eski bir yazımı paylaşmak istiyorum sizinle, hayata dair ve izninizle...
"Şampanya köpüğü lekesi geçer mi? İzi kalır mı hayatta renginin, tonunun izi.. Zamanla karaya çalar mı yoksa kader ve irade arasındaki o ince çizgide.. Böyle ihtimaller yaşar mı?
Aşk aşksa eğer şarkılardaki gibi iki kişilik mi, yoksa narsist mi?
Kapı gıcırtısına bile oynar mı kader, el el değişir mi başkalarına peyderpey dağıtılmadan önce, kağıtlar gibi hayatlar da kesilir mi!?
Senaryosu yazılır mı hayatın? Başroller verilir mi?
En yalnız kaldığında karayı görür mü insan? Yoksa ayağında pofuduklarıyla, elinde oyuncak ayısıyla çocukluğuna inebilir mi? Yine de her şeye rağmen, bu tablonun duygusunu verebilir mi..? Yoksa     
 tebessümü gözyaşının dışavurumu mudur, gerçeği bile bile, gayet farkında ve yürürcesine..?
"Senaryosudur her gün bilinmez geleceğin galası "eldeki"lerle başlar finali "seçimler"le biter bir şekilde
Finalidir her seçim yaptığın dönüm noktası, kördüğüm..
Dizisidir son sahneye kadar yaşadıkların, her yaş, bir bölümün..
Film şerididir nihayetinde arşivde, sarılı, her gün bi yenisi izlenir
Kimisi neşeli, bol kahkahalı; kimisi kabak tadı verir!"

Keyifli bir gün diliyorum...
Murat.

22 Nisan 2012 Pazar

Bayram Bugün!

Pazar günü tatilimizden sonra yeniden birlikteyiz. Biraz küçük esnaf modunda kullandım blogu sanırım ama pazar günlerini kendime ayırmayı özlemişim. Neticede pazar günleri kapalıyız.. ve yeni bir haftanın başlamasıyla pazartesi sendromunu attığımız bugün sendromu atmanın da sebebi.. Çünkü şüphesiz güzel bir gün.. Bayram bugün. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Kutlu olsun tüm Türk Halkına, Ulusumuza. Ayrıca, dünkü maçtan sonra hala bi yerlerde bir şeyleri eksik kalan FB'lilerin de bayramı bugün! Onlarında öpüyorum gözlerinden! Kutladım hepsini! Hava güneşli, güzel bir gün bugün. ve çok da vaktinizi almadan küçük bir şiirle tamamlamak istiyoum bugüne dair yazıyı... Sonra çıkıp biraz sevdiklerinizle zaman geçirin veya dışarı çıkın, bayram bugün! İnsan sevdiklerini yanında görmek ister çoğu zaman, bugün de o gün aslında benim için! Ama bilirim ki diğer günlerden farklı değil bu hususta.. Ne bileyim işte, gelin şansımızı deneyelim... Şimdiye kadar Muratça'dandı ve biraz da Çatlak Kalem'i dinleyelim...
"Ben seni sevdim, kalbini..
Kalbindekini sevdim...
Bile bile...
yenileceğimi, eskiyeceğimi...

Seni sevdim ya işte öyle ya da böyle
Görmem başka bir şey
Ne günah ne ayıp ne kabahat bilirim
Ne kusur ne de başka bir şey
Yalnızca seni tanırım daha da bilmem başka bir şey
Bilsem de umursamam açıkçası

Ben seni sevdim her şeyinle..
Masumluğunu, saflığını en çok..
O kadar çok kötü gözükür ki bazen dünya gözüme
Sen silip götürürsün onu da
Bilirim ki gerçek sensin!

Sevdiğinin ben olmadığımı bile bile sevdim seni
Seni seversin ya hani.. ben onu sevdim senin için..
Öyle seviyorum seni.. Üzmemesi için dua ediyorum sana
Benden çok sevmemesi için de tabii...
Gerçi olmayacak bi dua bu!
Çünkü en çok ben seviyorum ve öyle de kalacak...
Zaman ve mekandan bağımsız olsak da ayrı düşsek de
Sen varsın ve olacaksın, ayrıldı yerin çoktan
ve ömür boyu rezerve..
İstediğin zaman girip istediğin zaman çıkacaksın belki ama
Hep orada olacaksın işte!

Ben seni sevdim en çok şimdiye kadar
Seni, kalbini, kalbindekiyle birlikte...
Kötülük gelmesin size...
Kötülük gelmesin bize..." çatlak kalem - 23.04.'12

21 Nisan 2012 Cumartesi

"Hayatın Ortasında"

Hayat bir var oluş süreci esasında. Hep bir değişiklik hep bir muhakeme... Kendinle yüzleşirsin, iç hesaplaşmaların olur, ayna ile konuşuyomuş gibi konuşursun, tartarsın biçersin... Düşünürsün yalnızlaşma yolunda. Bir bilet kesersin kendine, en masum haline... En güzel sen olursun bakarsın kalbinde! Kibire kaçmadığı sürece gerektir bu insana aslında. Fazla uçmadıkça. Özgüveni tetikleyicidir bir bakıma. Çünkü siz sevmezseniz kendinizi bir başkası emin olun sizin kadar sevmeyecek, anlamayacak sizi... Bunun için lazım. Kendinizi hor görmeden, küçümsemeden, aşağılamadan.... Dedim ya kararınca, orta ayarında.. Ortasını bulmak çok önemlidir zaten. İnsan iki uca da meyilli çünkü her bi şeyde... Orta derecedeyseniz ve bunu muhafaza ediyorsanız, ne mutlu size! Herkese de! Hayat bir var oluş süreci... Ne bir adım geride sizden ne de bir adım ötede... Demiş ya hani bi düşünür (Heraklitos) "Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz..." Gerçekten de öyle. Hayat akıyor çünkü ve siz de değişime ayak uyduruyorsunuz ister istemez bu devir daimde. Anı anında yaşamanın verdiği zevk bir başka tat! Değişik tatlarsa hep bir çeşnidir, güzeldir damakta! Bunun için de vakit önemli. Vakti iyi kullanmaktır kastettiğim. Değere bindirmektir onu, kıymete... Böylece programımızı sadece kendimize ve işimize odaklamış olmayız. Sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla, dostlarımızla, akrabalarımızla görüşürürz özellikle de yakınken uzak olan ailemizle. Hep bir ağızdan çağırdık mı zamanı olur biter bu değer.. yerini bulur, hakkını verir işte o zaman! Dengesini kurduğunuz sürece başarıya kavuşursunuz. Kendinizi çok kaptırmadan, çok da boşvermeden... Hep derim ya "olması gerektiği gibi". Siz zaten biliyorsunuz o ölçüyü. O bir yerlerde var. İsteseniz gayet de iyi kullanırsınız. İstediğiniz zaman kapar, istediğiniz zaman açarsınız! Sandık sizin elinizde! İsterseniz eğer üstesinden gelirsiniz her şeyin. Güç siz de, kumanda da! Duygu, düşünce ve kalbiniz de size rehberlik ettiği sürece korkmayın hayatın sizi alt etmesinden! "Muhtaç olduğunuz güç damarlarınızdaki asil kanda mevcut!" Ulu Önder'in söylediği gibi....
Başlarken yazıma söylemiştim ya, hayat bir var oluş süreci... Siz de varsınız bu süreç içerisinde... ve n'olur unutmayın! Aklınızdan sakın çıkmasın! Ne koşar adım önde sizden hayat ne de bayağı bir geride...

Sevgiyle,
Murat.

20 Nisan 2012 Cuma

Merhaba ve Hoş geldiniz...

Öncelikle sıcak bir "merhaba" ve içten bir "hoş geldiniz" ile başlayalım bu yazı serüvenine. Beni bilen bilir, yazmadan edemem. Defterler tükendi, sayfalar doldu. Word'ler yoruldu, sosyal paylaşım ağlarındaki info'lar öyle... Fotoğraf altlarına bile birkaç şey karaladım. Ömür vefa edene kadar yazılır sanırım. Edebiyatın yettiği, sizlerin takip ettiği yere kadar var olur yazılar da, yazılarım da... Bırakamıyor insan yazmayı, bırakamaz da zaten bir başlarsa. Öyle kolay değil bu işler, meşakatli tarafları da var. Benim de 12. senem bu yıl şiire başlayalı. Yaklaşık bi 3-5 yıl da deneme, hikaye ve makale yazıyorum kendi çeperimde. Nesir de güzel ama şiirin yeri bir başka ben de... O ilk göz ağrısı ve öyle de kalacak. En güzelleri öyle çabucak oluşmadı çünkü, hepsinin bir geçmişi, bir anısı var. Kiminde gözyaşları var, kiminde umut, kiminde hüzünlü çöküşler... Bazen şükür mevcut içlerinde, bir o kadar belki isyan, bazen bahar gibi renkli yazılanlar, kiminde bulutlar gibi çöktü çökecek üstümüze... Neticede, sıkıldım yazdım, üzüldüm yazdım, sevindim yazdım, çoştum-şımardım yazdım.. yazdım işte, illaki biriyle dertleşmem gerekeceğine sayfalar kalemler arkadaşım oldu, onlarla dertleştim, dertleştik... Çoğu zaman birisini bulmak öyle zor oluyor ki şu devirde, seni dinleyecek, anlayacak, kendine pay biçmeyecek...Onlar yerini yalnızlığa mahkum ediyor işte. İnsanı yalnız bırakmaya sebep. Ama kimi de gene de yalnız kalamıyor işte. O yüzden sarılıyor sıkıca kaleme, deftere. Kayıt tutuyor, zamana karşı direnç gösteriyor ama yeniyor bir şekilde işte hayatı, koşullarını son kertede! Gücü kendinde hissettiriyor bu da... Öyle hoş bir duygu ki asla tadı yok bunun başka bir hayatta sanki. Anında yaşamanın verdiği mutlulukla ve yüreğinizdeki o keşfedilmemiş engin güçle başa çıkamayacağınız şey yok esasında demem o ki... Aklıma geldiği sürece yarı günlük tutar gibi dertleşeceğiz buradan sizlerle, değişik konularla, bakış açılarıyla ve yapacağınız yorumlarla daha bir güzelleşecek bu bahçe, daha verimli meyveler elde edeceğiz hep birlikte... Bazen "çatlak kalem" yazacak şiirlerini, bazen bendeniz yorum, eleştiri ve denemelerimi sizlerle öpüştüreceğim. Kimi zaman dönütleriniz olacak elbette kimi zaman beğeneceksiniz ve eleştireceksiz. Bazen de yereceksiniz tabii ki. Böyle bir çarkta döndüğümüz kadar döneceğiz. Tüm süratiyle ve tüm samimiyetiyle. Bilgi akışı içerisinde alışverişimizi yapacağız. Birbirimizi anlayacağız. Zamanla daha da gelişeceğiz, yenileneceğiz, tazeleneceğiz...
Açılışımız bu olsun ve devamı gelsin ümidiyle bir kere daha hoş geldiniz diyor ve sevgilerimi sunuyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere... ve dostlukla,
Esenlikler,
Murat Birol.