29 Nisan 2013 Pazartesi

Vişne Ayran

Adı batasıca, gönlü çıkasıca diyesim var
Nalet ve bedduayla kem gözler seni tutar
Hayatımı darmadağın ettin, aşk sallanır değnek gibi
Çünkü senin elinden çıkanın aklı başından oynar...

Başının oynadığı kesin de sonu ne olur bilinmez(!)
Söz verirsin nemelâzım o hepsinden önemli...
Aşka dair çok iş var yapılacak, önce sanadır dayak kötek
Yazımın hepsinde az biraz senin adın, suçun var!

İster emir eri ol, ister yer minderi!
Sözünün eri olamadıktan sonra kesmezsin beni!
Hoppala, n'oldu canım... Koydular mı kapı önüne...
Sen en son modeldin halbuki, oldu mu hiç bak şimdi!

Beter ol derim, onu da olamazsın şimdi sen(!)
E beterin beteri var tabii, yok ki başka Peter Pan!
Yaptığın onca şey sildi süpürdü her şeyi, dayanılmazsın
Şimdi tahammül edilirsin, iki gün katlanılmazsın...

Sineması yok ki aşkın, olur mu parodisi?
Komedi davalarda oynayacak süründürmezsem seni!
E tabii bir de bunun karakolu, kolluk birlikleri var; mide bulantısısın...
Arkandan vişne ayran içesim var, daha da insan olmazsın!
Çatlak Kalem - '13 / Sana Seninle İhanet Edesim Var

26 Nisan 2013 Cuma

Biri "Hikâye" mi Dedi?

Gözüme baktı ve şöyle dedi: "Acı da benim acınası da." Dedim, "gerçeksin sen o zaman..." Bunu söylerken hiçbir şey hissetmedim, her şeyi hissediyordum çünkü. En çok da "kalbinin derinliklerine in bakalım. Beni hatırlayabilecek misin?" diyesim geldi ona. Kalbinin derinliğinde olduğumu biliyordum. Çünkü en geçmişinde, en çok sevdiği ve atamadığıydım. Bunu biliyordum. Ve dahi herkesten sakındığı, sakladığı... Gözlerimin içine bakmak isteyip bakamadığı çok zamanlar olmuştu. Sevgisini belli etmediği öyle çok uzun zaman... Farkında değildi bazen ama yanımda belli başlı birkaç kişiyi görse burulurdu içi. Onları çok sevdiğimi düşünürdü, yerdi kendini. Oysa ben en çok onu sevdim. O bunu bilmedi. Değerini değerimle birleştirdi ama yollarımızı birleştiremedi. Hâlâ seviyor, aslında. Ama bunca zamandır, zamana koz veriyor. Öyle alışmış belli ki.

İşin özeti: Birbirimize karşı hakkımız helal ama birbirimize haramız.
Ne olur, bilinmez sonu ama hayır olsun aşkımız...

Son günlerde düşünüyor, düşlüyorum... Raf ömrü içimizde bitiyor ve "biz" tükeniyoruz. Sonra, ılık bir ıhlamur demliyorum kendime. Niye ona sadece hasta olduğumda başvurduğumu göstermemek için. Gidemiyorum... Zaten ruhuma da aykırı, yalnız işim düştüğünde hâl hatır sormak. Bu yüzden, ıhlamuru bir bardak daha içiyorum, sonra bir bardak daha; en sevdiğim iri kulaklıklı ayıcıklı kupada. Biliyorum, kedi eniğini kaybetse bulamaz bende. Komşunun çalar saatiyle uyanıyorum sonra bu ara, her güne... Uyanıyorum en azından, buna da şükür. Sonra, hayali geliyor gözüme. Sahiplenici ve koruyucu tarafını seviyorum bu kez. Ben sevmiyorum, o seviyor... Toplumun dışına itilmiş en "itici" tarafım! O tamamen âşık. O saf kalmış, "maalesef"... Sonra düşünüyorum... Beni yalnız bıraktığın her günde, kendine biçtiğin kişiler, o en olmazsa olmazların, aslında hiç biri benim kadar sevmeyecek seni, sevmediler de tabii ki. Bunu düşünüp, ileride ben olmadan yerime gelecek kişiyi gıpta eden tarafıma moral depoluyorum. Yalnızca moral değil, tüm olasılıklı hakikâti de... Ama al işte sana gerçek! Ağlayan hırsıza mendil uzatan ben, gönlümün hırsızına ilelebet müebbet veriyorum kalbimin derinliklerinde. Sen bilmesen de en büyük duacınım, sen bilmeden de en büyük hayranın... İstersen kedi kafalı tanrıça Bastet'e sor! Ya da asıl kahramanımın dışında tuttuğum, hayaller âlemindeki baş kahramanım Abdülcanbaz'a(!) Ne Pollyanna olabildim doğru düzgün, şu bana biçilen ömürde, ne de Nemrut. Mona Lisa'ydım ben; bir yanı alabildiğine coşkun-çok gürültülü, bir yanı hüzünbaz ve de gömülü. Nihayet, bir gün daha senden kilometrelerce uzak, aslında bir adım kadar yakın, geçip gidiyor... Gülüşün geldi yine, endorfin hormonumu harekete geçirdin bir kez daha. Sorun yok, seni görünce hep oluyor zaten içimde. Sen görmüyorsun bazı gerçekleri sadece! Akşamın tesirinde kalmadan, gecelere derman olurcasına hamlesini yapıyor hem de içime. Ardıçlar da azalıyor zaten bu arada. Üstelik kanatsız kelebekler görüyorum nadiren. Sonuç olarak;
Yüreğine yerleştim, gitmiyorum lan!

24 Nisan 2013 Çarşamba

Tek Seferlik Giysiler

Üç beş de olsa şıklar vardı hayatımda
İtiraf ediyorum şık elemekle geçti yaşamım!
Bir de sınava tabiydik ya hepimiz
Hepimizin ayrı ayrı çeşit çeşitti sınav biçimleri...
Sonra aklımın ermediği yaşta hiç bilmediğim giysiler vardı giydiğim
Çok garip, ben giymedim giydirildim...
Sonra insanın bir güne ait giysileri vardı, en çok istediği...
Ömür bile bazen ona bağlı, bir dönüm noktası belki de bir teselliydi.
Ayrıca aklımın "sözde" erdiği yaşta da vardı giydiklerim!
Sözde diyorum, ne kadar akıllansak da "dünya aklı" değil mi?
Giydiklerim... Ammaann... Bir kereliğine mahsustu nasıl olsa işte(!)
Ama tek farkı içinde ben yoktum bu sefer, ruhum yoktu!
Ne tesadüf ki beyaz, masumâne, tıpkı dünyaya geldiğimiz gibi...
Ve ne tesadüf ki yine giymedim giydirildim...
Yakıştı mı bari?!

14.04.2013 'Beyazlar Arasındaki Gezegen: Dünya

22 Nisan 2013 Pazartesi

Fesleğen Kokusu, Zencefilli Kurabiye ve Tanju Okan



Aslında bildiğimiz, çok bildiğimiz, herkesin bildiği ama bilmediği ya da görmezden geldiği, ihmal edilen bir konu bu, uzunca unutulan hatta.
 
Kin, nefret, hırs, kıskançlık ve ego tatmini üreyedursun, dünyaya bir ara vermek gerek arada. Tüm bu yaşananları bir yere bırakarak zaman ayırmak gerek bir ara kendine. O güne istediğini yapmak mesela… Güzel bir uyku alarak başlamak, yeni güne demeden merhaba. Aşk varsa da yoksa da kafa rahat olmayacaktır belki ama kalbi dinlendirmek gerek bazen. Reset’lemek bu yüzden iyidir hiç yoktan. Gülmek ise tamamlayıcısı. Yüz kasları için faydaları bir tarafa dursun; her şeyden önce ruhsal bir terapi, biraz motive edici. Amaçsız hayat tarife paketinde yapılması gerekenlerin ve yine en çok da ihmal edilenlerin başını çekiyor aslında. Akşam beş çayı yapın bir gün; tüm sevdiklerinizi toplayın muhabbet edin. Sosyal ağlardan dönmesin konular. Kimin ne yaptığı ilgilendirmesin. Yeni konular açın. Tek kavramlık konular üzerine binbeşyüz kelime konuşulabilir yeri gelir, bilirsiniz. Düşünce, dinleme ve hayal gücünüzü geliştirin böylece bu sayede. Sınırlarınızı nereye kadar zorlamış olursunuz; sağa sola laf çarpmaktan, kim ne demiş ne yapmış aldırış etmekten başka. Bir zorlayın bakalım! Hı, etrafınızda yoksa birileri, sevdiklerinizden, yazın. Neler çıkacak bakalım ortaya…  İllaki bir hikâyeniz vardır anlatacak, dertleşecek biri var yani mutlaka. Peki, “spordan hoşlanırım” diyorsanız; yüzün, yürüyün, koşun, oynayın. Sanatsa muhtelif zamanlarınız yegâne ortağı; çizin, boyayın, süsleyin, çalın, kombine edin. Edip Cansever okuyun mesela. “Fransız” kalın ya da bir anlığına da olsa, “filmleri” izleyin. “Anladıysanız Arap olun” veya “kıvırın” gitsin. Vals-salsa yapın. Tanju Okan dinleyin. Zencefilli kurabiyeler ya da üzümlü kek yapın…
Hayat övündüğün kadar devamını getirmiyor sana. Başkalarıyla ne kendini kıyasla ne de onların yerine geç. Onlar olmaya çalışırken kendine özgü değerlerinden ödün verdiğin zaman pişmanlık olarak geri dönecektir sana. Beş parmağın beşi bu yüzden bir değil. İnsanların hikâyeleri birbirine gömülü olabilir ama bu değildir ki herkes aynı biçimde şekillenecek. Sistem bunu gerektirse bile. Genel kabul görmüş olsa bile. Göz ardı etme sana verilen hediyeyi. Bir seçim yapman gerekirse dinle kalbini. Kalptir sana özgü çünkü. Ne zihin ne de vicdan… Hepsi bir şekilde birileriyle tamamlanır ya da şekillenir. Ne olursa olsun bir şekilde ama mutlaka müdahale edilir. Bu yüzden kalbinle düşün. Mantığın da onun içinde zira, vicdanın, ahlâkın da. Aşkı tanı, aşk illaki karşı cinste değil. Unutma. Mevlana, Yunus öyle büyümezdi eğer böyle olsa. Övünmek göreceli, büyüklük küçüklük de. Seni bilenler bilsin, boşver. Takılma hayat kaidelerine. Böyle yaparak boşa vakit geçirme. İçindeki olgunluğu keşfet, çocukluğuna indiğin kadar. Çünkü masumiyettir insanı dinç kılan, şefkat ve biraz da merhamet. İlelebet…

Farklı düşünen kalpler vazgeçilmezdir ve ayakta kalırlar, unutma. Her kalp yeni bir doğa taşır. Başarına inan, mutlu olabilmeyi öğren ve kıymetini bil zamanın ve zamanının. Sağlıklı kalmak %50 senin elinde. Aşka inan. Büyü, olgunlaş, durul azıcık. Biraz coş, eğlen ve çocuksulaş. Tüm olumsuzlukları iyileştirmek için çalış. Gerekli tedavi içinde. Dinginleştirmek senin himayende. Susun: Yüreğiniz fısıldasın hayatınıza biraz da. Yalnızca yüz kaslarınız için gülmeyin bir de. Yaşamı mutlu edin size ve sevdiklerinize. Yaşam zevk alabildiğinize yaşam…

12 Nisan 2013 Cuma

Gündem Ne Ayak?

Türkiye'de Türkiye Cumhuriyeti imgesi altında birtakım kuruluşlarda (resmi kurumlarda) bulunan ibarenin kaldırılması malumunuz. Yıllar öncesinde bile Türk Telekom'u satanlar'ın yapmayacağı şey yok azizim. Bu ülke nelere alıştı ama bunu yapan onu da yapar, yadırganmaz tabii... Şekilin, aslında böylesine basit görülen bir şeyin bir ülke için ne kadar önemli olması ve derin sorunlar taşıması neden göz ardı edilir peki? Hep. Her defa. Facebook profillerinde buna benzer bir uygulama başladı. Dalgası sitenin kurucusu Mark Zuckerberg'e kadar uzanmakta hatta, hâlâ... Konuyla ilgili resmi bir açıklama da henüz tam anlamıyla ulaşmış değil. Üstelik, vatandaşlar tarafından, kaldırılan kurumların tabelalarına ya da görsellerine kalemler veya duvar spreyleri tarafından TC simgeleri konulsa da. "Dediğimiz dedik çaldığımız düdük" olmuş birileri, ipleri sallıyor habire vurdumduymazca. Demokrasi mi monarşi mi ya da başka bir ...'arşi mi çözemedim! -İzm'lerden sonra... Diğer ülkelerde olmayabilir. Bunu örnek almış olabilirsin ama örnek alınması gereken çok daha önemli şeyler var, üstelik detaylara takılmana da gerek yok o şeylerde! Ama simge olup da yine bu şekilde kaldırılanların sonları da örnek alınası mı? İçler acısı mı, yaşayıp mı göreceğiz? Yine? Olayın sıralaması da neden İmralı görüşmeleri sonrası olduğunu kanıtlıyor, ip-uçluyor sanki az biraz da. O değil de daha görmezden gelirsek yok gibi görünen çok şeyleri başka şeyler avuçluyor olacağız, aşikâr. Dilinden duayı, Allah'ın kelamını eksik etme istediğin kadar; çapulculukla-sattıklarınla da yaptığın (sözde) iyilikleri (yol, hastane, vs.) bir hamlede silecek, daha ciddi boyuta da götürecek o kadar çok neden var ki... İcraat sözle uyuşmadığı sürece tutarsızsın, çelişiksin kendinle. Gönüller tarumar zaten. Askeriye, hukuk, ekonomi, iş, kültür ve toplum psikolojisini ayakta tutamayacak nedenler çatısı altında tonlarca altbaşlıklı problem var ki. Bunlara el atmadığın sürece yaşamayacaksın. Değerini biçen bilir, ederin ne eder ki?!
                                                                    *   *   *
5 TL de morarıyordu bu arada biliyorsunuz. Gerekçe; 50 TL ile karışması. Şimdi de 200 TL ile karışma olasılığı var tabii. Peki, bu durum daha saçma olmaz mı? Aradaki 45 TL olası zarar payı 195 TL'ye çıktı bile şu durumda(!) E mantıklı tabii...
Ton farkını her yerde gözettiğimiz için gene kaçınılmaz bir durum olsa gerek bizim için. O konuda dikkat üstadıyız ne de olsa...
                                                                      *   *   *
Durup durup bir şeyler değişecek ya, mantıklı veya mantıksız, can sıkıntısına bağlı... Her alana meyilli bu sıkıntı "değişik" türden değişiklikler de yaptırıyor haliyle. Hani işimizin adı "bir şey yapmıyor" demesinler diye çalışmak, çooookk çalışmakk! Onca iş dururken "traji-dramik" (bakmayın ilk defa kullanıyorum, keşfetmiş olabilirim bir ihtimalle) sokak hayvanları gelir gündeme, onları şehir dışına varoş denilen suburb alanlara taşımak vardı ya hani gündemde, ilaçlarla uyutulması sonra; süt anne gelir (anne sütü bankası projesi), kürtaj gelir-3 çocuk gelir (ailesel kararın/mahrem alanın kamusallaşması / politikleşmesi yasası), fiili tecavüze idam gelsin mesela öyleyse... (televizyonda gösterilmesi caiz madem ve bu kadar yüksek de rating oranları varken hazır, daha çok rating alacağına eminim!)
                                                                     *   *   *
Geçen hafta pazar günü ilki gerçekleştirilen, 07 Nisan 2013, YDS İlkbahar'ın ilkleri bitmek bilmedi öte yandan! Dil öğretmenlerinin dahi sınavlarının kötü geçmesi sınava ilişkin önemli bir anekdot oladursun; soru kitapçıklarına barkod uygulaması, dijital saatler eşliğinde gizli kameraların bulunması, sınav esnasında adaylara dağıtılan kırtasiye setinin evrim geçirmesi de göze çarpan diğer gelişmelerdi. Peki, sınavın ÜDS ve KPDS'nin yerine geçmesiyle süresinin 180 dakikadan 150 dakikaya düşürülmesi ile birlikte sınav soru tipi uzunluğunun ÜDS VE KPDS ile eşdeğerlik taşımasının amacı neydi? Birçok insanı elemek ya da gelecek hayallerine son vermekti en büyüğü elbette. Ama bu hep vardı zaten. Bir şey değişmedi yani? Değişen neydi bu sınavda? Bu noktada eskiden yapılan başarı sınavı şimdi başarısızların "başarı" sınavı olarak yer alacak. Dalga geçer gibi. "Emeğimiz Ösym'ye emanet." Yani; yolumuz tıkalı, kontenjanımız açık olsun... Özetle, herkes başarısız ama öyle ya da böyle bir sıralamaya tabi. Bu şekilde elenecekler elenecek. Elenmeyecekler de birilerinin önüne geçtiğinden dolayı kıl payı farklarla ve de "tamamen şans" faktörüyle başarılı nitelenecek. Ayrıca, noktalama işaretlerinin dahi kaldırılması söz konusu diğer yandan. Söz konusu, dersanelerde verilen "dil sınavındaki taktik eğitimleri" son buldu birilerince güya. Ancak keşke cümle sonlarındaki noktaları da kaldırsalardı(!) Gerekli gereksiz tüm bağlaçlarla bağlanmıştı zira cümleler birbirine genellikle ne de olsa... Soruyla soruyu bağlasalardı şaşırmazdım şu noktadan sonra, la minörle mesela(!) Sanki olağanca şeyle kafamız karışık değil-miş gibi.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Bilmek

Seni bilenler benim özelimdir
Bilsinler ya da bilmesinler ama bildiririm...
Seni daha çok bilenler ise benim daha çok özelimdir
Onlar için değil dünyayı kendimi bile silerim (!)

Çatlak Kalem / 2013 salılarından biri

8 Nisan 2013 Pazartesi

Çizgili Kağıt Üzerine Köşeli Harflerle Yazılı Şiir

Ben kimlere göğüs gerdim, kimler öğretti bana sevgiyi...
Bilmezsin, bilemezsin tahmin etmek bile istemezsin.
Ben şimdiye kadar kimlerin rahle-i tedrisinden geçtim;
Yine de senden öğrendiğim şeyler de var, inkâr edemem.
Sen yine de onların yanında bir hiçtin!
Öğrendiğim bir şey var hocam!
Bundan böyle aramayacağım seni mesela.
Seni öyle çok sevdim ki, affet;
Boğdum, sardım, ütüledim, yordum...
Kolay da silemeyeceksin.
Her şey için teşekkür ve her şey için bir özür olsun...
Yine de şükür olsun.
Tecrübe oldu sayende...
Yaşamam, öğrenmem gereken şeyler varmış arka bahçelerimde
Gözden kaçanlar, göz ardı ettiklerim varmış mesela
Bir varmış bir yokmuş dünyasında
Kulak arkası ettiklerim varmış, sarmalamış dört bir yanımı.
Muamma müphem çevrelemiş gönlümün duvarlarına kendi tuğlalarıyla
Kurmuş egemenliği de, yaymış tüm meyvelerini üç katlı haneme.
Çeşit çeşit, cıvıl cıvıl tarlalar örmüş kerpiçten çiçeklerle
Sulu boya kağıda iz bırakmış sekiz yaşındaki bir veledin fırçasında
Bizimki can vermiş bir cana tek bir sigarasıyla
Sustalıyla vurmuş kendini bu aşk, film şeridinde süregelmiş maziden
İzcisi çok, izleyeni yokmuş en ağır darbelere rağmen
Devre devir bilmeden yormuş kendini bitirmiş bu uğurda
En sonunda geleceğe taşınmaya karar vermiş çıkmazında...
Su olmadan susuz kalmış bu devirde
Çok da üzen olmamış bu yaştan sonra zaten pejmürde
Bitti... Buraya kadarmış
Bu yolun sonu da yalanmış
Masal beklerken kabahat olmuş suç olmuş diyar-ı sanalmış.
Umutlar beyazdır en başta, demlenir biraz rengini alır
Koyulaşınca kulak memesi kıvamında, elde sadece hevesi kalır
Ümitler tek bir elden tesbih çeker bu durumda;
"Git hadi git sen de önün açık olsun yolunda..."
Çatlak Kalem - '13 / Yağmur Mevsimidir Şimdi

5 Nisan 2013 Cuma

"Büyük" Aşk

Arada beni düşündüğünü bilmek;
Bu kadar mı büyük...
Gururun da mı önünde...
Hevesin kursağında kalır oysaki
Kursağın dünyada, dünya koca bir kabus ötesi
Yaşamak yalandan da olsa yalanı yaşamak cazipkâr
Sonsuza kadar der gibi, sonuna kadar...
Hepsi dünyada kalacak ama nefesim ruhunda
Ki o anlayana kadar göçeceğiz hepimizde
Diyar boş kalacak anlamaz mısın?
Sen mi hükümdar olacaksın?
Hepsi taşıyacaklar varlıklarını, her kim varsa
Bense sana sürüyeceğim ruhumu
O onunla kalacak çünkü... Benden habersiz
Çünkü tüm zulme rağmen o oraya ait.
O orada mutlu çünkü...
Bu yalan sona erdiğinde "kocaman" bir aşk oluşacak oysaki.
O bunu bilir, buna inanır çünkü.
İçindeki buna müsaade eder ancak
O da bir tek ona hizmet eder, ona malumat verir ancak
Şimdi söyle; bu masalın arkasında
O mu beni bulacak, ben mi onda yok olacak;
Şimdi söyle hadi; arada bile düşünmediğini varsayarak
Bu kadar mı kötüyüm beni düşlediğinde...
Bu kadar mı demirden...
Soğuk tavırlarından nem kaptım, bu kadar mı yüküm sana
Bu kadar mı zulüm ağır; sığdırmayacak kadar mı gönlün büyük yoksa..!
'2013/ Mart - Çatlak Kalem

3 Nisan 2013 Çarşamba

Kalbin Kalbim

Birinci sene ve 200. yayını geride bıraktık sizinle. Bugünkü yazıma başlamadan önce teşekkür etmek isterim size, tek tek... Desteğinizi esirgemediğiniz için, yanımda olduğunuzu hissettirdiğiniz için ve bu yolda beni yalnız bırakmadığınız için. Hep söylüyorum; bu kadar tahmin etmiyordum yazılarımın gideceğini. Edebiyat veya şiir olduğu için değil, ana sebep hatta önyargı bu olsa da, bir çok neden var arkasında ve de altında. Uzundu çoğu mesela. Vakit ayırdınız. Romantik-komedi olmasanız da bir yerlerinden tutundunuz, kendinizde bir şey buldunuz belki, kim bilir. Neticede tık'ınıza sağlık, ne mutlu bana!

Sadede gelirsek... Kalbi düşünüyorum da ne muazzam, mükemmel, muhteşem bir şaheser. İçinde türlü duygular yetişiyor, yeşeriyor, barındırıyor. Hiç karışmadan, karıştırmadan üstelik. Ruha ve bedene talimat veriyor, malumat veriyor, karşı çıkıyor, emrediyor. Kulvarı varsa, ki yok, halt etmiştir yanında! Olağanüstü bir eser, kuşkusuz. Ne bilim ne teknoloji. Hatta onu bile yaratan! Bir insanı bir insana bağlıyor sonra. İçinde binbirtürlü aşk var halbuki. Ama biri diğerine karışmıyor. Arkadaşlık, dostluk bağı kurduğun birine sevgiline duyduğun duyguyu duymuyorsun. Aynı şekilde annen de baban da kardeşin de aynı aileden, aynı kandan ama hepsine duyduğun sevgi ayrı ayrı. Hatta O'na duyduğun aşk, başka kimseninkine benzemiyor... Çok ilginç değil mi? Garip, tuhaf... Bir o kadar da yaratımı son derece fevkalâde. Duğ nat alelâde! Diğer taraftan insana biçilen en büyük lütuf olduğunu düşünüyorum. Bir insanın bir insana en büyük kozu bazen. Kapatıbilirsin sonuna kadar ya da tamamen açabilirsin. Sana kalmış, senin elinde. Şems'in söylediği gibi: "Allah kalbi verir, içini sen doldurursun..." Diğer insanlar da etkileşim olarak hareket ederler ona göre. Onları da etkiler yani sonuna kadar aslında. Bu konuyla ilgili bir öyküsel bölüm daha hazırlamak istedim şu an. İçinde biraz düşünce var en çok, sorgu. Felsefik kinayeli bir tecahül'-i ârif yani.

' Sadece onun kalbini istiyordum. Benim olsun, benim elimde olsun. Terk etti, ben sevdim oysaki, onun da sevmesi gerekti. Kural buydu. Kural bu muydu? Bulduğumuz dünyada sadece realistik şeylere mi özgüydü tüm tabular? Yıkmak gerekir miydi? O kuralları kim koymuştu sonra? O da yalana mı ayak uyduruyordu yoksa her şey gibi... Bu dünyaya özgü müydü yani? Ben en çok onu istemiştim oysaki, o ise bildi de bilmedi bunu aslında. Olmadı, olduramadı ama kızmıyorum; kendime de hak veriyorum, benim birilerine belki, yok yok bilmesem bile illaki yaptığım gibi... Ona hak veriyorum dolayısıyla; elinde değilse zorla da güzellik olmaz değil mi ama? Şarkıda söylediği gibi... "Aşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni..." bari, diyorum. Komik oluyorum. kendimi küçültüyorum. Sevmeyip belli etmiyorum, gururlu oluyorum, mağrur oluyorum. Peki ama seviyorum. Onun kalbi benim için o kadar önemli ki. Kırmak bile istemiyorum. Biri kırsa da düzelmiyor, eskisi gibi olmuyor belki. En azından bir şeyler sızıyor işte o çatlaklıktan içeri... Yine de kırılsa da sevmişse seviyor işte, kırılsa da seviyor. Yok sayıyorum, geri alıyorum, yeniden deniyorum bir U dönüşüyüyle, bir sil baştanla yerine göre, sırf onun için oysa, yine de olduramıyorum. Kalbinizin kıymeti bilin ve bilenlerle bir şeyleri bilin, bilgilenin artık. O yüzden eşyalardan, bitkilerden, şehirlerden farklıyız ya zaten(!) İyi davranın onu sonuna kadar, hakkını verin layık olabilmeniz için.
Üç sözle özetlemek gerekirse olayı: Jeton kareliydi ama düştü sonunda. İş işten geçeli çok olmuştu oysa. Dimyat'a pirince giderken elindeki bulgurdan da oldu, hadi bakalım.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Kafa Dağıtalım Azıcık, Gözleri de...

Attırmasınlar kafasını aşkısımın
Vurdurtmasınlar kendilerini!
Kızdırmasınlar kaşlarını kahramanımın
Zıplattırmasınlar sinirlerini...

Atarı da boldur gideri de evelallah, bereket gani;
Yalnız bana döker ben bilirim yastık tüyü içini.
En çok da bana güler en çok da ben varım kalbinde
Sıktırtmasınlar topuklarına, akıttırmasınlar pekmezlerini...

Fitil etmesinler, fıtık da; uyuz etmesinler, gıcık da
Sinir ettirmesinler sözleriyle, aldırtmasınlar façalarını aşağıya!
Tribi de ben atarım gribi de ona; gerekirse derim de seni gidi seni
Akıllı olsunlar adam olsunlar, aldırtmasınlar beyinlerini...

Ezeriz beyin hücrelerini, vıcık cıvık olana kadar haşlarız güzelce
Ben yaparım ona delilik-melankolik aşktan ileridir bu sadece...
Bu dünya ya da bir başkası, tam gazdır hızımız, yakar geçeriz vallahi
Önümüze gelene bin tekme atarız, aşktan ileridir aşktan ileri!
'13 Çatlak Kalem