Gözüme baktı ve şöyle dedi: "Acı da benim acınası da." Dedim, "gerçeksin sen o zaman..." Bunu söylerken hiçbir şey hissetmedim, her şeyi hissediyordum çünkü. En çok da "kalbinin derinliklerine in bakalım. Beni hatırlayabilecek misin?" diyesim geldi ona. Kalbinin derinliğinde olduğumu biliyordum. Çünkü en geçmişinde, en çok sevdiği ve atamadığıydım. Bunu biliyordum. Ve dahi herkesten sakındığı, sakladığı... Gözlerimin içine bakmak isteyip bakamadığı çok zamanlar olmuştu. Sevgisini belli etmediği öyle çok uzun zaman... Farkında değildi bazen ama yanımda belli başlı birkaç kişiyi görse burulurdu içi. Onları çok sevdiğimi düşünürdü, yerdi kendini. Oysa ben en çok onu sevdim. O bunu bilmedi. Değerini değerimle birleştirdi ama yollarımızı birleştiremedi. Hâlâ seviyor, aslında. Ama bunca zamandır, zamana koz veriyor. Öyle alışmış belli ki.
İşin özeti: Birbirimize karşı hakkımız helal ama birbirimize haramız.
Ne olur, bilinmez sonu ama hayır olsun aşkımız...
Son günlerde düşünüyor, düşlüyorum... Raf ömrü içimizde bitiyor ve "biz" tükeniyoruz. Sonra, ılık bir ıhlamur demliyorum kendime. Niye ona sadece hasta olduğumda başvurduğumu göstermemek için. Gidemiyorum... Zaten ruhuma da aykırı, yalnız işim düştüğünde hâl hatır sormak. Bu yüzden, ıhlamuru bir bardak daha içiyorum, sonra bir bardak daha; en sevdiğim iri kulaklıklı ayıcıklı kupada. Biliyorum, kedi eniğini kaybetse bulamaz bende. Komşunun çalar saatiyle uyanıyorum sonra bu ara, her güne... Uyanıyorum en azından, buna da şükür. Sonra, hayali geliyor gözüme. Sahiplenici ve koruyucu tarafını seviyorum bu kez. Ben sevmiyorum, o seviyor... Toplumun dışına itilmiş en "itici" tarafım! O tamamen âşık. O saf kalmış, "maalesef"... Sonra düşünüyorum... Beni yalnız bıraktığın her günde, kendine biçtiğin kişiler, o en olmazsa olmazların, aslında hiç biri benim kadar sevmeyecek seni, sevmediler de tabii ki. Bunu düşünüp, ileride ben olmadan yerime gelecek kişiyi gıpta eden tarafıma moral depoluyorum. Yalnızca moral değil, tüm olasılıklı hakikâti de... Ama al işte sana gerçek! Ağlayan hırsıza mendil uzatan ben, gönlümün hırsızına ilelebet müebbet veriyorum kalbimin derinliklerinde. Sen bilmesen de en büyük duacınım, sen bilmeden de en büyük hayranın... İstersen kedi kafalı tanrıça Bastet'e sor! Ya da asıl kahramanımın dışında tuttuğum, hayaller âlemindeki baş kahramanım Abdülcanbaz'a(!) Ne Pollyanna olabildim doğru düzgün, şu bana biçilen ömürde, ne de Nemrut. Mona Lisa'ydım ben; bir yanı alabildiğine coşkun-çok gürültülü, bir yanı hüzünbaz ve de gömülü. Nihayet, bir gün daha senden kilometrelerce uzak, aslında bir adım kadar yakın, geçip gidiyor... Gülüşün geldi yine, endorfin hormonumu harekete geçirdin bir kez daha. Sorun yok, seni görünce hep oluyor zaten içimde. Sen görmüyorsun bazı gerçekleri sadece! Akşamın tesirinde kalmadan, gecelere derman olurcasına hamlesini yapıyor hem de içime. Ardıçlar da azalıyor zaten bu arada. Üstelik kanatsız kelebekler görüyorum nadiren. Sonuç olarak;
Yüreğine yerleştim, gitmiyorum lan!
İşin özeti: Birbirimize karşı hakkımız helal ama birbirimize haramız.
Ne olur, bilinmez sonu ama hayır olsun aşkımız...
Son günlerde düşünüyor, düşlüyorum... Raf ömrü içimizde bitiyor ve "biz" tükeniyoruz. Sonra, ılık bir ıhlamur demliyorum kendime. Niye ona sadece hasta olduğumda başvurduğumu göstermemek için. Gidemiyorum... Zaten ruhuma da aykırı, yalnız işim düştüğünde hâl hatır sormak. Bu yüzden, ıhlamuru bir bardak daha içiyorum, sonra bir bardak daha; en sevdiğim iri kulaklıklı ayıcıklı kupada. Biliyorum, kedi eniğini kaybetse bulamaz bende. Komşunun çalar saatiyle uyanıyorum sonra bu ara, her güne... Uyanıyorum en azından, buna da şükür. Sonra, hayali geliyor gözüme. Sahiplenici ve koruyucu tarafını seviyorum bu kez. Ben sevmiyorum, o seviyor... Toplumun dışına itilmiş en "itici" tarafım! O tamamen âşık. O saf kalmış, "maalesef"... Sonra düşünüyorum... Beni yalnız bıraktığın her günde, kendine biçtiğin kişiler, o en olmazsa olmazların, aslında hiç biri benim kadar sevmeyecek seni, sevmediler de tabii ki. Bunu düşünüp, ileride ben olmadan yerime gelecek kişiyi gıpta eden tarafıma moral depoluyorum. Yalnızca moral değil, tüm olasılıklı hakikâti de... Ama al işte sana gerçek! Ağlayan hırsıza mendil uzatan ben, gönlümün hırsızına ilelebet müebbet veriyorum kalbimin derinliklerinde. Sen bilmesen de en büyük duacınım, sen bilmeden de en büyük hayranın... İstersen kedi kafalı tanrıça Bastet'e sor! Ya da asıl kahramanımın dışında tuttuğum, hayaller âlemindeki baş kahramanım Abdülcanbaz'a(!) Ne Pollyanna olabildim doğru düzgün, şu bana biçilen ömürde, ne de Nemrut. Mona Lisa'ydım ben; bir yanı alabildiğine coşkun-çok gürültülü, bir yanı hüzünbaz ve de gömülü. Nihayet, bir gün daha senden kilometrelerce uzak, aslında bir adım kadar yakın, geçip gidiyor... Gülüşün geldi yine, endorfin hormonumu harekete geçirdin bir kez daha. Sorun yok, seni görünce hep oluyor zaten içimde. Sen görmüyorsun bazı gerçekleri sadece! Akşamın tesirinde kalmadan, gecelere derman olurcasına hamlesini yapıyor hem de içime. Ardıçlar da azalıyor zaten bu arada. Üstelik kanatsız kelebekler görüyorum nadiren. Sonuç olarak;
Yüreğine yerleştim, gitmiyorum lan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder