3 Nisan 2013 Çarşamba

Kalbin Kalbim

Birinci sene ve 200. yayını geride bıraktık sizinle. Bugünkü yazıma başlamadan önce teşekkür etmek isterim size, tek tek... Desteğinizi esirgemediğiniz için, yanımda olduğunuzu hissettirdiğiniz için ve bu yolda beni yalnız bırakmadığınız için. Hep söylüyorum; bu kadar tahmin etmiyordum yazılarımın gideceğini. Edebiyat veya şiir olduğu için değil, ana sebep hatta önyargı bu olsa da, bir çok neden var arkasında ve de altında. Uzundu çoğu mesela. Vakit ayırdınız. Romantik-komedi olmasanız da bir yerlerinden tutundunuz, kendinizde bir şey buldunuz belki, kim bilir. Neticede tık'ınıza sağlık, ne mutlu bana!

Sadede gelirsek... Kalbi düşünüyorum da ne muazzam, mükemmel, muhteşem bir şaheser. İçinde türlü duygular yetişiyor, yeşeriyor, barındırıyor. Hiç karışmadan, karıştırmadan üstelik. Ruha ve bedene talimat veriyor, malumat veriyor, karşı çıkıyor, emrediyor. Kulvarı varsa, ki yok, halt etmiştir yanında! Olağanüstü bir eser, kuşkusuz. Ne bilim ne teknoloji. Hatta onu bile yaratan! Bir insanı bir insana bağlıyor sonra. İçinde binbirtürlü aşk var halbuki. Ama biri diğerine karışmıyor. Arkadaşlık, dostluk bağı kurduğun birine sevgiline duyduğun duyguyu duymuyorsun. Aynı şekilde annen de baban da kardeşin de aynı aileden, aynı kandan ama hepsine duyduğun sevgi ayrı ayrı. Hatta O'na duyduğun aşk, başka kimseninkine benzemiyor... Çok ilginç değil mi? Garip, tuhaf... Bir o kadar da yaratımı son derece fevkalâde. Duğ nat alelâde! Diğer taraftan insana biçilen en büyük lütuf olduğunu düşünüyorum. Bir insanın bir insana en büyük kozu bazen. Kapatıbilirsin sonuna kadar ya da tamamen açabilirsin. Sana kalmış, senin elinde. Şems'in söylediği gibi: "Allah kalbi verir, içini sen doldurursun..." Diğer insanlar da etkileşim olarak hareket ederler ona göre. Onları da etkiler yani sonuna kadar aslında. Bu konuyla ilgili bir öyküsel bölüm daha hazırlamak istedim şu an. İçinde biraz düşünce var en çok, sorgu. Felsefik kinayeli bir tecahül'-i ârif yani.

' Sadece onun kalbini istiyordum. Benim olsun, benim elimde olsun. Terk etti, ben sevdim oysaki, onun da sevmesi gerekti. Kural buydu. Kural bu muydu? Bulduğumuz dünyada sadece realistik şeylere mi özgüydü tüm tabular? Yıkmak gerekir miydi? O kuralları kim koymuştu sonra? O da yalana mı ayak uyduruyordu yoksa her şey gibi... Bu dünyaya özgü müydü yani? Ben en çok onu istemiştim oysaki, o ise bildi de bilmedi bunu aslında. Olmadı, olduramadı ama kızmıyorum; kendime de hak veriyorum, benim birilerine belki, yok yok bilmesem bile illaki yaptığım gibi... Ona hak veriyorum dolayısıyla; elinde değilse zorla da güzellik olmaz değil mi ama? Şarkıda söylediği gibi... "Aşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni..." bari, diyorum. Komik oluyorum. kendimi küçültüyorum. Sevmeyip belli etmiyorum, gururlu oluyorum, mağrur oluyorum. Peki ama seviyorum. Onun kalbi benim için o kadar önemli ki. Kırmak bile istemiyorum. Biri kırsa da düzelmiyor, eskisi gibi olmuyor belki. En azından bir şeyler sızıyor işte o çatlaklıktan içeri... Yine de kırılsa da sevmişse seviyor işte, kırılsa da seviyor. Yok sayıyorum, geri alıyorum, yeniden deniyorum bir U dönüşüyüyle, bir sil baştanla yerine göre, sırf onun için oysa, yine de olduramıyorum. Kalbinizin kıymeti bilin ve bilenlerle bir şeyleri bilin, bilgilenin artık. O yüzden eşyalardan, bitkilerden, şehirlerden farklıyız ya zaten(!) İyi davranın onu sonuna kadar, hakkını verin layık olabilmeniz için.
Üç sözle özetlemek gerekirse olayı: Jeton kareliydi ama düştü sonunda. İş işten geçeli çok olmuştu oysa. Dimyat'a pirince giderken elindeki bulgurdan da oldu, hadi bakalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder