10 Ekim 2012 Çarşamba

"Oğlum Bak Git, Ananı da Al Git..."

Suyum iyice ısındı, biliyorum, farkındayım. Zaten hiç ılımamıştı ki ama. Hep çok sıcak, doğuştan ateşli. Soğukluk belki, biraz yaşanmışlık ve hayat şartlarından bulaşmış olsa gerek. Ayrıca, bu kış çok "soğuk" olacak diyorlar. Bilmem ki, haberler mi spontane bağladı her sene aynı söylemleri içerir yoksa gerçekten mi soğuk bir kış geçecek, bilmiyorum... Ama kışlar çabuk geçer, tek bildiğim bu...

İki trend replik herkesin dilinde. Birbirlerinden habersiz, ayrı zamanlarda, aynı topraklarda, 'eşit'ler aslında ama madem sınıflama şart... ve alt ve üst... Bir harmoni... Kelimeleri ben vereyim siz tamamlayın. Biraz üstü kapalı, şifreli... Gene romantik komedi olacak yazı, her zamanki gibi. Ne yeterince düsturlu ne de pek bir siyasi! Zaten bulan her türlü bulur içinde şarkısını, politikasını, sloganını, felsefesini, tarihini, her şeyini... İkisinde de ortak tek bir nokta. Git'mek... Neden peki?

İşimiz başından aşkın, anlayıştayız. Dertliyiz, efkarlıyız, parlarız çabukça ama çımıştır laf ağızdan, biri emek verene biri masuma... Üstelik birinde yine çocuğa söylenmişlik var biri kadına, daha yücesi anaya! Nedir yani, çocukça eğlenmek var tek taraflı da olsa karşısında. Nedir yani, emek var bu ülke topraklarına! Herkes kendini merkeze çekse kimse kalmayacak demek ki bu dünyada. Diğer insanlar olmadan daha rahat herkes çünkü veya öyle sanıyor çoğu kez aslında! Oysaki hayat seni ya Kezban (şaşkın, saf) yapar ya da Leyla (dalgın, aklı havada)...

Öyleyse merkeze çektim kendimi... Dünyama girdim, kendi yaşamıma. Hani renkli, çeşnili, çeşitli ya... Ama baktım ki aslında herkes orada! Tıpkı istediğim gibi, herkesi alırım tek tek yaşantıma... Seçici olsam da herkes en başında eşit şartlarda! Yalnızlığı da kendi yaratır hem insan, gittiği her yerde, yanında...

"En çok neyi istiyorum; ola ki beni kaybedersen bir gün acı yaşamanı istiyorum olacak. Çabuk pes ettiğin için... Madem en'indim, iyi ki'ndim hemen iflas bayrağını çektiğin için... Bilmediğin o kadar çok şey var ki. Gül dikensiz olmuyor yavrum. Bu ne ki daha yaşayacaklarının yanında. Fedakar davranmasan o sana daha acımasız olur. Ve kaçarsan... İçini parçalar netice olmadan, duramazsın, zaman geçer, iş işten üstelik... Bu kadar seviyorken, pişmanlık çekersin.

Rahat adamsın, biliyorum. Sıkıntıya gelmezsin. Arkanı toplayan birileri olsun istersin. Kendi yaptıkların yük olur en başta ama bunu görmezsin. Kolaycısın. Kaçarsın. Tanımazsın, görmezsin. Bir laf edersin üç bin gün sonra, hiç bir şey olmamış gibi olmamı beklersin, samimi... 

Hayat öyle ya da böyle yorucu bir süreç. Sevsen de yorulursun sevmesen de... Ama en güzel tarafı sevgi yatan yorgunluk olsa gerek. "Sevgi" var içinde, sahici, daha ne olsun... Pişmanlık duyarsın. Elindekinin değerini bilmediğin için en çok da. Dedim ya acı yaşarsan eğer, kırık bir kalbin (ki kalp yalnızca çok sevdiklerine kırılır, gerisinin üzerinde durmaz pek, bilirsin) kırılmışlığını, her günki acısının azalarak ya da dinerek değil, kat be kat artarak günden güne daha da zorlaşarak iliklerine, damarlarına kadar hissetmeni istiyorum... Bu kin değil, madem karşılıklı seviyoruz... Yaşa da gör o zaman!

Kalbin soğudu, üzgünüm. Ama yaşantı dört duvara sığar mı sığar bazen. Aynı döngüde dolaşıp dururuz. Devir daim, tarih tekerrür... Amansız gelişmelere 'amaaann...' çekeriz. Trip atma, nispet yapma, akan zaman ve bekleme korelasyonunda, gecikmeli bir özür, en önemlisi sanırım sırtını dönme, atını geri çekme, pes etme, yılma ve yıldırma politikası, üstüne basma, altını çizme, üzerinden geçme, üstesinden gelme, hayat neyin peşinde?!, beyaz bayrağı çekme, iflas etme, iki yabancı, mecburi birliktelik, elinin altındaymış gibi hissetme, belki bi' o kadar da kaybetme korkusu, fotoğraf ve gözyaşı, geçmişte kendini bulma, en kötüsü kaybolmadır zaten bazen yok olma, yalnızlık tortusu, kahve telvesi, medet umma, teselli etme, ego tatmini, test etme ayini, dejavu jetlag gelecek tahmini, kendini haklı bulma, iki tarafı dinleme ama bir tarafa yönelme, bir özüre bel bağlama, bekleme süreci ve bekleme...

Ve naz ve ısrar... Yordu seni. Bağışla beni ama tek yoran bunlar olsa keşke hayatta. Zaten çoğu kez ya kaçıştın ya da satış. Olsun, naz yani senin yorgunluğun(bak yine sen geldin merkeze, neden acaba?-çok düşünüyoruz belki kendimizi de ya da ben de seni düşündüğüm için...) rengimden daha ağır bastı demek! Yaşattıklarım 'yaşadıklarından' daha üstün yani, dinlediğine göre..."

Bırak dağınık kalsın, hiç toparlama, alışığız ya nasıl olsa dağınıklığa...
Kaç, en kolayı bu, kısa yolu belki, alıştık ya kısa yollara, yalnız kaçarken çok da yorulma!
Nelere çaba gösterirken şu hayatta, bırak, hiç çabalama... Ne çaba olsun ne de caba...

Hakkım helal-i hoş olsun ama affedemem... Sana göre kibirle ve gururla, bana göre kırılmışlık ve acıyla...

Boşunadır bu kürek çekme, bu veda yazısı, bu ayrılık türküsü...
Kimleri kimlerden ayıran hayat bizi mi ayıramayacaktı zaten!
Üstelik, cehennemde yalnız olmadığımı bilmek bile bir lütufken...

Muhakkak, herkes haklı kendince. E, kolay oluşmuyor bir "aile". Aileden biri gibi olmak ya da.

Kalp kırık, bitap aslında, haberi yok, pişmanlık çok. Ne var ki tatlıya bağlansa... K'olaya kaçmak bu mudur? Bu musun insanoğlu, duymak istediğin gibi hani, "üstünsün ya, helal sana!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder