12 Ekim 2012 Cuma

Sizlerden Gelenler

Altı ay öncesinde başlamıştık bu maceraya. Hazirana'a kadar pazar hariç hergün buluşmuştuk hani, pazar günü tatildi benim de küçük esnaf modunda... Derken yalnızca pazartesi, çarşamba ve cuma olmuştu yayın günleri. Koca yazı devirdik birlikte, hatta güzü. Ve 100. yayına geldik... "Edebi yazılar ve şiirler sıkıcı olur" tabusu biraz yıkıldıysa eğer kafanızda ne mutlu bana! Kelimelerin dünyası güzeldir... Başka kimimiz var ki! Ülkemiz maalesef değerin altında bu konuda ama bunu bile bile çıktık bu yola. Sevdirebildiysem bir nebze, ne mutlu Muratça! Seneler önce yazdığım yazıları paylaştım bu süreçte sizlerle ayrıca. Kendinizi bulduysanız oralarda bir yerde, ne mutludur Çatlak Kalem'e! Sizin takip etmeniz, okumanız, "tıkla da biraz Murat çalsın" demenizle elbette. Bazen birlikte yaşadık duyguları, beraber düşündük, eleştirdik güldük... Biraz mola vermek lazım sanırım yüzüncü ayakta. Uzunluğu belli değil... Ama yeni yıl öncesinde yeni fikirler ve yayınlarla buluşmak dileğiyle hepinize.

İsim olarak saymam mümkün değil belki ama sosyal ağlar aracılığıyla yazılarımı paylaşanlara, link olarak gönderenlere, yorumlarınıza, maille gönderdiklerinize, üyeliklerinize... Fun'larıma hatta!(onlar bilirler kendilerini) Bu kadar beklemiyordum açıkçası sevileceğini. En başta kaygısı vardı içimde. Ama sizler dokundukça, paylaştıkça mutlu oldum en çok. Tanıdık URL ve IP'ler var mesela aranızda, sıkça takip edenlerin kimlik bilgileri de bende(!), tüm dostlarıma, hocalarıma, arkadaşlarıma, yurtdışından "translate" sayesinde ulaşanlara, edebiyat sevenlere, varlıklarını hissettiklerime, okuduklarını bildiklerime, herkese ve hepinize teşekkürler... Ve yine uzuuunn bir bölümle, Eylül'ün acısını da çıkarırcasına ama en sevdiğim bölümle "Sizlerden Gelenler"le kalsın bu tat damağınızda. Ve bu bölüm de bir araya geldiğim, yazılarını yazılarıma taşıyan ve yüreğimi birleştirdiğim dostlarımla karşınızda...
Tüm desteğiniz için, sakınmadığınız için ve bolca iyi kilerle...
Allah'a şükür, sizlere teşekkür ederim...

Son yayın ama bu yeni bir yıla daha adım atmanın müjdesi belki de. Yeni ilhamlara, yeni umutlara, bizi biz yapan adımlara. O yüzden "Hoşgeldin" bir kere daha... Ne güzel günlerdi bu yola başlamak, 11 sene öncesi... O senelerde tanışmıştık zaten biz de. O gün bugün hala dostluk bağı ve samimi muhabbetimiz içimizde... O'nun o kadar temiz bir yüreği var ki kalemine de bulaşıyor. O paylaştıkça da ben okuyorum, severek takip ediyorum nazımlarını da. Sen hiç eksik etme yüreğini yazılarımdan, belki klişe olacak ama paylaştıkça çoğalıyor insan...
"Geceydi seni bana taşıyan... Sen geceye yakındın, bende sana.... Ağır aksak işleyen zamanın düşürdüğü tuzaklardan kurtulup geldin, hoş geldin. Korkularınla, sırlarınla ve sadece gözlerine derin bakanların görebileceği acılarınla geldin, iyi ki geldin... Bekleyişlerimin içine hapsettiğim özlemlerim vardı... Nicedir kimseyle paylaşmadığım hüzünlerim... Soramadığım sorularım... Hatırladığımda yüreğimde yaratacağı o korkunç sızıyı duymaktan korktuğum için beynimin bir köşesine fırlatıp attığım ve bir daha hiç dokunmadığım anılarım vardı... Şimdi özgür bıraktım özlemi... Şimdi hüzün de sevinç de doyasıya yaşanıyor bende... Sorular cevabını buluyor, anılar canlanıyor çünkü sen geldin... Susmak ne çok akıllandırmış beni... Ne çok biriktirmişim kelimelerimi... Bir bir dökülürken dilimden sevda sözcükleri, senin o tedirgin duruşun bile durduramıyor beni... 'Seni soluyan bir rüzgara kapılmış gidiyorum...' Yüreğimi bir yelken gibi açtım, seninle dolduruyorum... Seninle olmanın, seni yaşamanın ve zamanı sadece seninle paylaşmanın eşsiz hazzını duyumsuyorum, ne iyi ettin de geldin... Bir büyüysen hiç bozulma. Bir hayali yaşıyorsak eğer kaybolma... Hep biz çözecek değiliz ya gerçeğin düğümlerini, bırak kendi halinde kalsın... Ruhuna talibim ben, gerçek olan bu... Kaçışlardan bıkmış, hep yarım kalmış ruhum da bir tek seninle doyuma ulaşacak, kendini bulacak... Hayatıma Hoşgeldin Sevgilim..."
<< Fuat Gözen >>

Yıllar çabuk geçer, nankördür ya hani, peki eskitir mi bizi, duygularımızı, eskitir mi sevgimizi... Anılar eskidikçe daha bir güzelleşir oysaki. Gelecek endişesi bağlar bizi sıkı sıkı geleceğe. Her insan hayatında görebilecekleri insanla geçirir hayatını. Sen iyi ki benim hayatımdaydın. Güzel yıllarda okuduk biz, biliyorsun değil mi? Etrafımızdaki çıkar ilişkilerine dayalı "dostluk"lar var ya hani, onlar epeyce bir ötedeydi... Sadece dersler ve ödevler değildi bizim konuştuklarımız çünkü, hayatın ta kendisiydi. Ve sen "di muun wömin'im", hep öyle derim ya sana, benim için yazdın ve kat be kat sahip bu kelimelerin her biri ayrı ayrı değere... Unutulmayacak dostluğumuzun ileriye taşınacağını bile bile... Kopmalarımız ve özellikle normalitemizi aştığımız anlardaki gülüşlerimiz eşliğinde... "Bindik bir alamete..."

"Ama ben becerememki yazmayı smilecanım arkadaşım, Murat'ım, sağ olsun her ne kadar beceremediğimi söylesem de biraz sonra yazacağım satırları yazmamda beni o kadar teşvik etti ki yazıyorum ben de... smileUmarım, beğenilerinize…
Sevilmek güzel bir duygu… İnsan sevilip de sevilmeyince anlıyor, sevilmenin güzel bir duygu olduğunu. Zamanında terk ettiklerinin ahı, işte o zaman sarıyor dünyandaki kainatı... Ne güzeldi değil mi şımartılmak, her an düşünülmek, düşünüldüğünü hissetmek… Şimdi sen düşünüyorsun ama düşünülmüyorsun, hak ediyorsun aslında. Hak ettiğini sen de biliyorsun, ama işte ilk defa bu satırlara söylüyorsun. Ne çokmuş aslında yoğunluk duygu trafiğimde; bilemiyorum nasıl ifade edeceğim bunu sözlüğümde... smileGel gelelim asıl meseleye.
Bir varmış bir yokmuş dedin, yine açtın kalbini, yine sevileceğini sandığın, yeni bir iletiye. Çok aşık oldun, bocaladın ama bilemedin karşılıksız olduğunu. Bindin bir alamete, gittin kalbinin kıyametine..
Yaa, böyle oluyor işte bu işler! Sevilirsin sevilirsin terk edersin, bakmazsın arkana. Sonra bir bakarsın arkana, bir çift göz yok orada... Sanırsın sonra kendini âmâ. Ama gerçekten yoktur o gözler orada. Esas mesele şimdi başlıyor... Önceleri iyiydin ama sonradan sızlıyor yüreğinin başı. O nasıl bir histir öyle.. Sanki uçurumun kenarına geldin atladın, düştün ama düşemedin. Hep atladın, hep düşemedin. Ölüp ölüp dirildin, duyguda duyguya girdin. Metabolizman allak bullak, hislerin zaten fırıldak... smile
Yine de seni avutan küçücük bir şey var değil mi... Belki de düşünüyordur ihtimalini düşünüp, onu düşünmek... Küçücük bir şey dedim galiba o senin en büyüğündü değil mi?!
Evet. Sen daha çok düşünürsün o küçük ihtimali içinde büyüterek. En iyisi o düşemediğin uçurumdan bakışlarını gökyüzüne çevirmek. Belki O da gözlerini sana çevirir. İşte o zaman aşık olursun..."
<< Hilal Yıldırım >>

Sensiz olmazdı ki... Galiba dostluğun en güzel yıllarıydı üniversitenin olduğu zaman. Bu cümlede bir şeyi sen fark edebilirsin en çok sanırım! Sana özel olsun istedim... Biz en tatlı dünlerde birlikteydik, en lezzetli bugünlerde de birlikteyiz. Kalan bu sanırım elimizde. Büyük ve heybetlice... Neşen ve mutluluğun renk kattı, yön verdi anılarımıza. Aynı kafada, aynı frekansta ve aynı rotada olmak o kadar zor ki bu devirde, biz bunu başarmıştık... Paylaştık sonra... Dertlerimiz birdi, mutluluklarımız da. Üzüntülerimiz için galiba hep rahatlattık kendimizi "Neyse"lerle... Oluruna bıraktık çoğu kez. Olması gerektiği gibi... Mutluluklarımız hep bir ağızdandı ama hep, her daim... Unutulmayanların adına! Hayatın her ne yönüne gidersek gidelim, en güzel işlerde birbirimize vereceğimiz destek ve can-ı gönülden dileklerle... ve dostlukla en önemlisi de... Renk kattın bak, ne iyi ettin yine... 

"Bazen 'neyse' demek istediğiniz zamanlar olur. Neyse, boşver, olsun… gibi kaderci, kabullenilmiş bazen de yenik cümleler kurarız. Hayata bakışımızın ümitsiz, gerekçesiz olduğu zamanlarda kimseye, çoğu zaman da kendine hesap soramamanın verdiği acıyı dindiren en iyi kelimedir 'neyse…' Umutsuzdur, geçicidir, gerekçesizdir ama bazen hayat kurtarır 'neyse'. Sinirlenmemeyi, üzülmemeyi, açıklama yapmamayı ya da beklememeyi getirir beraberinde… Beklentilerinizi azaltmayı öğrenir, 'neyse' dersiniz. Hayata hep 'neyse' diyerek devam etmek fazla karamsarlık belki ama ben bu kelimenin çoğu zaman insanı rahatlattığını düşünüyorum. Bazen çok şey söyleyip sonra 'neyse' diyerek susmak ya da hiçbir şey söylemeden 'neyse' demek biraz da “ben anlaşılmayı istiyorum” demektir. Belki de herkes için başka bir anlamı vardır ya da 'her neyse…' Bu yazıya başlarken sizinle paylaşmak istediğim çok güzel bir yazıya atıfta bulunmak istedim. Yazarını ben de bilmiyorum ama kalp kırıklıklarını, beklentileri, hüzünleri anlatan en güzel yazı olduğunu düşünüyorum. Sonundaki kocaman 'neyse'nin hayatınıza hüzün yerine birazcık rahatlık katması dileğiyle…

'Hayır memur bey...
Hiç bir kötü alışkanlığım yok.
Sahi hiçbir alışkanlığım da yok ki benim..
"Eskidendi" diyecek halim yok ya!
Ayaklarım şişmişken aşk yorgunluğuyla...
Yalnızca evine gitmeye çalışan bir işçiyim ben!
Ev dediysem lafın gelişi..
Zira boş laflar ve bir serseriden başka konuğu yoktur evimin..
Hem, sadece, günlük yevmiyesini, üzerinde kaplan baskısı olan penyeye vermiş bi gerzeğim ben!
Yo... Hayır fahişe de olamam, söylememiş miydim size ?!
Yo... Hayır, boktan bi yürek taşıyorum sadece!
Bunu farketmemeniz ne tuhaf!
Kafa kağıdım pembe olabilir memur bey ama kafamın içinde dönüp duranlar gri, puslu...
Çantamı seveceksiniz, çingene eşeğini kaybetse bulamaz içinde.
Yardım edeyim, ben çıkarayım, bi dakika...
Makyaj malzemelerim ne çok, değil mi ?
Kendimi seviyorum, hüznümü saklıyorum...
Zorlarına gidiyor hem de nasıl bilemezsiniz!
Neşeli olmam güçlerine gidiyor.
Neden?
Her şeye rağmen ayaktayım, bu mudur sebep?
Tam başımı yaslayacakken çekip gitmelerinin bi açıklaması olmaması mı ya da?
Ha! Size sormadım ki memur bey...
Kendime soruyorum!
Hep kendime soruyorum, hep kendimden yola çıktığım için...
Kimseye hesap soramıyorum ve bu yüzden herkesi haklı görüyorum...
Gidebilir miyim?
Bilirim demek!
Peki, iyi sabahlar memur bey...
Yalnızca bir bira içtim ben!
Neyse..' Anonim "   
<< Derya Çağan >>


Bazı dostluklar o kadar samimidir ki hiçbir şey kıramaz, yıkamaz onları. Bazen  o kadar yalnız bile hissetse onun yanında olduğunu hissedersin. İşte, bir ailede bulunması gereken. Bulmaksa bir alınyazısı olsa gerek. Sevgi kat kattır ya hani... Sen en'lerdesin zirvenin sanırım birazcık. Biraz derim şımarırsın şimdi çünkü. Yine küçük kavgalara başlamayalım. Küsse, bozulsa, birimiz öne çıkar mutlaka. Engel olur ya hani duygular, kötülemez öyle, karalamaz. Çünkü sevginin hasıdır bu. Nazını geçirir işte nihayetinde. Yormaz, yorulmaz, yılmaz... Dostluğun gerçeği bu! Yaşanılan binlerce şeyden sonra, ne olursa olsun beraber adım atma... Biliyorsun değil mi, kimse "Söyleyemez Türkümüzü..." Şiirlerini eksik etme hiç. Severdim ben onları, biliyorsun. Ne de olsa benden daha eskisin bu yolda... Üstelik "Yoksun" demeye dil de gitmez, yürek de istemez zaten, sen iyi ki varsın, iyi kisin yanımda!


"Beni anlamanı beklemem senden
Sen, benim özümü anlayamazsın                                          
Bir can düşün kendi kendine yeten
Ne yapsan kendine yer bulamazsın

Kavrulsa yüreğim dumanım tütmez
Bilmezsin derdimi eyleyemezsin
Başım dik sevdaya hiç boyun bükmez
Duysan da türkümü söyleyemezsin

Misafir istemem gönül hanemde
Gelip geçiciysen yol bulamazsın
Yüreğim öyle bir yıkık virane
İnan taş üstüne taş koyamazsın..."

"Adını söylerken sızlıyor kelimeler
İnliyor dilimden düşen nağmeler
Kanıyor sevgim
Can çekişiyor düşlerim
Yoksun...
Yokluğunla sevişiyor kederim..."
<< Esra Uğurlu >>

Bizden başka var mıdır dersin cancazım, tanıştıktan sonra böyle uzuuunn yol alan... Yazanın halinden yazan anlıyor en çok sanırım biraz da. Biz aynı lisedeniz üstelik, unutma! O zamanlardaki gibi değil şimdi duygular, olgunlaştılar sanırım epeyce. Yürek de öyle... Şimdi daha bağlı, şimdi daha derin sanki sevince... Seninle o dertleştiğimiz gün, hani uzuuunca... Haber yapmaya gitmiştik sözde, o koyu muhabbet ne iyi gelmişti. Utanmasak iki çay söyleyecektik hatta masaya... Şimdi "Türk Kası"na nasıl bağlayayım diye düşünüyorum üstelik satırdan düştükçe bir taraftan da. Zorluyorsun beni! Şen ettin sayfamı, yazınla. Ne olursa olsun yüreğinle dokun yazılarıma ve şiirlerime sen... Hem üstelik unutma, bir film borcun var yönetmenlik koltuğuna oturduğunda bana... Sevgi ve muhabbetle...


"Bu seneki  yaz olimpiyatlarında hep beraber sevindik. Çünkü, ülkemiz ilk kez bu kadar çok sporcuyla katıldı. Peki, sonuç ne oldu?  Hüsran... İki altın bir de gümüş madalya olmak üzere üç madalya ile koskoca olimpiyatları sona erdirdik. Bu başarısızlık, aslında toplumca spora  verdiğimiz önemi de sorgulamamızın gerektiğini gösterdi. Bizim için bazı kalıplar vardır ki onlar  spora  bakışımızı gün yüzüne çıkarır, 'günde  bir saat yürüyeyim, bak nasıl veriyorum yirmi  kilo...' diyerek kandırdık kendimizi. Sadece normal ekmek yerine kepekli ekmek yemekle sağlıklı beslenip kilo vereceğimizi düşündük. 'Spor neymiş canım...' dedik Spor salonlarını da anlayamadık. 'Para verip gideceğiz' neymiş efendim 'ağırlık kaldıracağız indireceğiz, boşuna terleyeceğiz,  üstüne de para vericeğiz...' Düğünlerde, günlerde  oynamak, halay başı olmak bizim için  hiçbir spor salonun yerini tutmazdı... Boş otobüs geldiğinde yer kapmak için insanlarla yaptığımız o omuz omuza, kıç kıça mücadelenin yerini, gerilimi başka bir sporda bulamazdık... Durum böyle olunca da ilk kez Türklerin bulduğu bir kas olarak tıp tarihine geçen Türk Kası'nın tıp dünyasındaki şaşkınlığı hala sürmekte…
Buna karşılık ülkemizde her geçen gün obezite(bildiğin 'şişman', yemiş yemiş duramamış) hastası da artmakta. Spordan mahrum bir gençlik sonra... Okuldaki  'beden eğitimi'  daha çok, 'boş zamanımızı nasıl geçiririz?' dersi olmakta. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, plansız ve programsız bir eğitim sistemi de eklenince, ülkemizde başarılı bir şekilde spor bilinci ve ahlakı oluşmamaktadır. Umarım bu sorunlara karşın yapılacak çalışmalarla hepimizin spora olan bakışı televizyon izlemekten çok o sporla uğraşmak üzerine olur. İşte o zaman daha sağlıklı ve daha başarılı bir toplum olmak yolunda büyük bir adım atarız..."
<< Mert Belek >>

Yanımda olduğunuzu hissettiğim için teşekkür etmek isterim bir kez daha Muratça... Emeğiniz, yüreğiniz ve desteğiniz için teşekkürler... Ara soğumadan, öyle çoookk uzamadan görüşmek ümidiyle...
Gönüldaşlığımıza,
İyi ki varsınız!         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder