Bu kez üç yayın bir arada... Hiç vakit kaybetmeyelim isterseniz, bir solukta!
"Dışarıdaki bakış ve 'disiplin' farklı haberciliğe göre. Bize öğretilenler bambaşka. Daha ütopik, pek bir etik! Teori ve pratik arasındaki farkı da geçeli oldu epeyce. Habercilik çok daha farklı bu dünyada. Biz niye senelerimizi verip okuduk ki..."

Sosyal medya sayesinde artık herkes gazeteci! Herkes yorumlar yazıyor, düşüncelerini aktarıyor, haber yerinde video çekiyor, fotoğraf çekiyor. Herkes gazeteci! Yurttaş gazeteciliği hakkını veriyor yani ülkede! Neyi okuyoruz peki? Öğrencilik yıllarında geçirilen zaman, zaman kaybı öyleyse. Niye okuyoruz peki? Sosyal medya, en çok gazeteciliği öldürdü sanıyorum. Geliştiği kadar öldü hem de... Tamam geniş teknolojisi sayesinde medyada da kullanılıyor ama bir meslek de ancak yerle bir olabilirdi bu kadar. Facebook'un olmadığı yıllarda girdiğim meslek, birden başkalaştı ve mezun oluncaya kadar rehber hocalarının da "geleceğin gözde meslekleri" arasında değerlendirdikleri gazetecilik gittiii... yerine apayrı bambaşka bir teknoloji merakı bulaştı, hem de hergün ağır darbelerle gazeteyi öldürerek! Şarkıları gerçek albümden (cd)den mi dinliyoruz, indiriyor muyuz?! Tıpkı bunun gibi... Yalana dolana daha çabuk inanır olduk, belki dünyayı küçülttük, minicik yaptık ama duygusuz duyarsız yadırgamaz birileri olduk çıktık...
Boşverin siz de, biryerlerde bir şeylere başlayın. Tecrübe lazım, alaylılık lazım... Okumak yalnızca bir hobi. Ve herkes okuyor. Bir gereklilik halinden çıkıldı okumak için. Zaman geçiyor. Sahte çalışın, hak yiyin, uyanıklık edin, biraz da göz boyayın, bulursunuz bir şeyler, eminim. Pohpoh, fışfış, vesselam, bi'tamam! Kaç kişi hakkıyla çalışıyor ya da sevdiği işi yapıyor ki?! Veya okuduğu işi...
Öğretilen başka boyutta, dışarıdaki bambaşka! İşsizlik olmuş diplomanın adı da... Çay taşı, su götür, limon sat, nakış yap! Alaylıdır, aynı yoldan patronu da paşası da. İş'te öyle adam lazım bize, biz neyin peşindeyiz ki? Herkes gazeteci olmuş, biz neyi okuyoruz ki... Niye!
***
Alimle zalimin dünyası, aptalla da abdalın...
Hayat zaten yeterince -cılık, -culuk ekleriyle dolu. Oyun-culuk, Ev-cilik, Gazete-cilik, Çay-cılık, Yaşam-cılık!
Haline şükretmeyen insanlar hümanistik olmadıkları gibi yalnızca eşit şartlarda yaşadıklarını sandıklarıyla kendi yarattıkları "acıtasyon"la yaşarlar. İnsanı insan yerine koymayan ve bu dar kalıp içerisinde sıkışıp kalan yalnızca gözleriyle görebilen insandan korkuyorum, doğru. Dostluğu kriterlere sokmaktan başka bir şey değil bu. Ne mavi ne pembe ne de siyah... Hiç bir şey değil bu!
Zenginlik fakirlik, sağlıklı olmak veya engelli olmak, yaşadığımız coğrafya, üyesi olduğumuz dil, din ve cinsiyet
kimseye sorulmadan verilmiştir, şüphesiz! Bunu dünyada kabul ederek, şükrederek yaşayana "insan", diğer "insan"larla "birlikte" bir şeyler paylaşarak yaşayabilmeye "insanlık" denir. İşine gelene şükretmeye, gelmeyene de isyan etmeyi bilen "insanoğlu" en çok da bununla dünyada ya da sınavdadır. Bunu diğerlerini horgörmeden veya kıskanmadan idrak etmektir yücelik... İnsanlık... Var oluş... Birlikte, nasıl olursa olsun kardeşçe yaşamaktır. Kimse kimseye karışamaz zira. Herkesin kendi hayatıysa bu şayet!
"Evet... Benim en iyi dostlarım 'kapıcı' çocuklarıydı.
Yerinde beni benden iyi bilen, anlayan, benim bunu gururla söylediğim kadar bunu yaşamı boyunca tanıdığı herkese gururla söyleyen ama ne olursa olsun yine de haline şükreden..."
***
Gökyüzüne gömün beni...
Güneş mezartaşım olsun
Ay teneşirim
Bulutlar toprağım olsun
Yıldızlar çiçeklerim
Güne açan her güneşle ışık saçar
Gün batımıyla kaybolur giderim...
' Temmuz 2006 Çatlak Kalem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder