Sende havalar nasıldır bilemem ama
Bende aşklar uçmaz,
sürünür yavrum...
Geçmez başına harf alan sesler hayatımın
Uzaktan duyulur bana içindeki sesliler
Senden kaybedeli bendeki fotoğraflarını
Kazandığım gökyüzü zaferini ilân eder
İstediğin kadar hava at, caka sat, gösteriş yap...
Bundan sonra, zerre umrumda değilsin!
Zemheri zürafası gibi dolaşırsın ancak ortalıkta
Fukaranın düşkünüsün, kış günü beyaz giyersin(!)
Zorla da güzellik olmaz, sevmiyorsan sevmiyorsundur.
İllâ ki kalbin temiz diye sana başrol veremem.
Hep âciz, hem kolaycı hem de zor birisin
Ömür boyu çekip çevirip her an tahammül edemem...
Aman tâviz verme, ödün de; işine gelenin git peşinden!
Be yavrum, daha en başta yaşamınla kendin çelişiksin...
O yaşam çok gitmez sana söyleyeyim de nereye yazarsan yaz.
Sonunda "demedi deme" demeni istemem ama göreceksin...
Boşver sana göre değilse yaşamlar, ne diye aldırış edersin...
Değiştirme kendini herkese göre, sonunda boşlukta hissedersin
Bırak seven sana benzesin ne diye merak edersin
Korkma, sağlam bas ki kendine yaşamı da ezesin...
Ve sabret bulunur elbet gönlücüğünün de bir masalı
O zaten bulursa öyle kolay bırakmaz, yapıştı mı yakanı
Atarı gideri bir yere kadar, bakma sen bana; deli doluğumdan mütevellit
Aslında en büyük işaretidir unutulmayanlarının...
Sende havalar nasıldır bilemem ama
Bende aşklar konuşmaz,
büyütür yavrum...
Ve zorla güzellik olmaz, istemiyorsan istemiyorsundur.
Bitmez aşk, yarım kalır; dev gibi olur bazen, dolanır iri cüsse
Gözyaşları sileni ister ama hep başkalarıdır silen, silecek de çoktur...
Madem "indim" yanındayım şu an aklen ve kalben, e bu da sana son sükse!
09.03.2013 - 05.05.2013
31 Mayıs 2013 Cuma
29 Mayıs 2013 Çarşamba
Satırlarımdan Kalbine Giden Yol...
Alışılmışın dışında yerin var senin
İnsanın en kötü olduğu an pişmanlıktır ya hani bazen.
Şarkıda da dediği gibi;
"Pişman olduğun zaman" da yanındayım.
Ama başkalarına açık değil bu kapı.
Sanadır bu sonsuz kredi...
Aşktan nefret ettiğin vakit bile
Beni görmek istemediğin de dahi
Kucaklayacak şiirlerim kalbini...
Dünyaya bıraktım onları
Yastığından dokunurlar tenine sen uyurken.
Belki de rahatlatacak
Giderecek tüm kızgınlığını ve de öfkeni
Seni sarıp sarmalayacak
Beni bulacaksın satırlarımda...
E, dünya bu; olması gerektiği gibi...
Ben hariç birileri olacak belki yanında.
Belki uzun da bir süre haber alamayacaksın benden
Belli mi olur belki seni mecburi terk edeceğim, insanlık hâli.
İşte sana ve kalbine yetecek kadar yer var satırlarımda.
Bilinmez evren, sonsuz da, eee dünya hâli(!)
En kötü hissettiğin anda bile
Beni bulacaksın satırlarımda
Bense bitse bile bazı şeyler
Yine seni kucaklayacağım şiirlerimde...
' Dünya ölümlü dediler, sarıldım kâğıda kaleme.
İllâ ki bir şey bırakmalı insan, diye düşünüyor can havliyle
Kıyamam hayallere sarılırım
Limanıma sığınırım, deli gibi severim
Yine de unutamam.
28.05.2013
İnsanın en kötü olduğu an pişmanlıktır ya hani bazen.
Şarkıda da dediği gibi;
"Pişman olduğun zaman" da yanındayım.
Ama başkalarına açık değil bu kapı.
Sanadır bu sonsuz kredi...
Aşktan nefret ettiğin vakit bile
Beni görmek istemediğin de dahi
Kucaklayacak şiirlerim kalbini...
Dünyaya bıraktım onları
Yastığından dokunurlar tenine sen uyurken.
Belki de rahatlatacak
Giderecek tüm kızgınlığını ve de öfkeni
Seni sarıp sarmalayacak
Beni bulacaksın satırlarımda...
E, dünya bu; olması gerektiği gibi...
Ben hariç birileri olacak belki yanında.
Belki uzun da bir süre haber alamayacaksın benden
Belli mi olur belki seni mecburi terk edeceğim, insanlık hâli.
İşte sana ve kalbine yetecek kadar yer var satırlarımda.
Bilinmez evren, sonsuz da, eee dünya hâli(!)
En kötü hissettiğin anda bile
Beni bulacaksın satırlarımda
Bense bitse bile bazı şeyler
Yine seni kucaklayacağım şiirlerimde...
' Dünya ölümlü dediler, sarıldım kâğıda kaleme.
İllâ ki bir şey bırakmalı insan, diye düşünüyor can havliyle
Kıyamam hayallere sarılırım
Limanıma sığınırım, deli gibi severim
Yine de unutamam.
28.05.2013
27 Mayıs 2013 Pazartesi
Psikopat Şiir
İşlendim senin hücrelerine tek tek
Öyle de kolay atamayacaksın beni.
Tüm nefretini kussan da
Zehrini yine de akıtamayacaksın...
İstediğin kadar dokun başkalarına
Farkında değilsin ama aslında beni ara
Her ten farklı haz verse de sana
Damarlarında akarım durduramazsın.
Hücrene işlendim hepsine bir bir, ilmek ilmek, tek tek...
Beni aradığın tenlere dokundukça beni unuttuğunu sanacaksın
Ne kadar çok dokunsan kalbine yaklaşacak derinliği izlerin halbuki
Oysa sen inadına "bensiz yaşayacaksın..." (!)
Daha artacak büyüyecek o kalp içinde, dur sen...
Her zerresini geçtim, ruhunu bedenine sığdıramayacaksın!
Aşkı bildin bileli görmedi, kıymet bilmedi kalbin
Madem ki ben sevdim sen de yanacaksın...
Sussan da dindiremezsin içindeki acıyı
Zerk etmez, kül yutmaz için, sığsın sığdırabileceğin yere
Beni sorarsan rahat olsun için, o aradıklarında yokum ve bir de tek bildiğim;
Seni benim kadar sevemeyecek hiç kimse; kaldır bak kendini yukarı, kandıramayacaksın.
Yaşanır geçer gider anılar; vurdumduymaz, vefasız ve süklüm püklümdür pek çoğuda...
Ama birkaçı vardır ki avucunda ömür özetidir hayatının
Müdafaaya düşerse bir gün kalbin; göreceksin sen de elbet
İş işten geçince öğreneceksin anca yazık, olduramayacaksın.
Ve en güzelini bıraktı kalbim, sen kirlettin en temiz duyguları, bu sürede...
Her şey sırayla bu hayatta, öyle kafana göre kınayamayacaksın...
Şimdi bana çektirdiklerini var ya ister bu devirde
İster başka âlemde ama elbet, elbet yaşayacaksın...
Benim gönlüm razı olmaz gene kıyamam sana içim acır(!)
Ben affetsem de O affetmeyecektir hesabını soracaktır...
Çok canımı yaktın çookkk, huzur ararsan bul da yat kaçırmadan
Devran dönecek nevrin de, bu kez o mum sen olacaksın!
'2013 / Haziran
Biz kendi hâlimizde iyiydik...
Dokundular
Karnımız doydu, pastamız bitti.
Öyle de kolay atamayacaksın beni.
Tüm nefretini kussan da
Zehrini yine de akıtamayacaksın...
İstediğin kadar dokun başkalarına
Farkında değilsin ama aslında beni ara
Her ten farklı haz verse de sana
Damarlarında akarım durduramazsın.
Hücrene işlendim hepsine bir bir, ilmek ilmek, tek tek...
Beni aradığın tenlere dokundukça beni unuttuğunu sanacaksın
Ne kadar çok dokunsan kalbine yaklaşacak derinliği izlerin halbuki
Oysa sen inadına "bensiz yaşayacaksın..." (!)
Daha artacak büyüyecek o kalp içinde, dur sen...
Her zerresini geçtim, ruhunu bedenine sığdıramayacaksın!
Aşkı bildin bileli görmedi, kıymet bilmedi kalbin
Madem ki ben sevdim sen de yanacaksın...
Sussan da dindiremezsin içindeki acıyı
Zerk etmez, kül yutmaz için, sığsın sığdırabileceğin yere
Beni sorarsan rahat olsun için, o aradıklarında yokum ve bir de tek bildiğim;
Seni benim kadar sevemeyecek hiç kimse; kaldır bak kendini yukarı, kandıramayacaksın.
Yaşanır geçer gider anılar; vurdumduymaz, vefasız ve süklüm püklümdür pek çoğuda...
Ama birkaçı vardır ki avucunda ömür özetidir hayatının
Müdafaaya düşerse bir gün kalbin; göreceksin sen de elbet
İş işten geçince öğreneceksin anca yazık, olduramayacaksın.
Ve en güzelini bıraktı kalbim, sen kirlettin en temiz duyguları, bu sürede...
Her şey sırayla bu hayatta, öyle kafana göre kınayamayacaksın...
Şimdi bana çektirdiklerini var ya ister bu devirde
İster başka âlemde ama elbet, elbet yaşayacaksın...
Benim gönlüm razı olmaz gene kıyamam sana içim acır(!)
Ben affetsem de O affetmeyecektir hesabını soracaktır...
Çok canımı yaktın çookkk, huzur ararsan bul da yat kaçırmadan
Devran dönecek nevrin de, bu kez o mum sen olacaksın!
'2013 / Haziran
Biz kendi hâlimizde iyiydik...
Dokundular
Karnımız doydu, pastamız bitti.
24 Mayıs 2013 Cuma
Çek Patilerini!
Her kardelen çıkmaz her kış
Kedi de yemez her zaman kaymak
Sevmek anlıksa madem senin için
Gönderme hiç haberlerini…
Hep aynı masaya otururum gittiğimiz kafede.
Güneşe nazır aynı gölgeleri kollarım
Sonra aynı şarkılarda bulurum ilk duygularımı
Zaman zaman ezber de bozarım…
Susarım, küserim, kafa yorarım sevdalara…
Anlık susuşlarım gelir dudağıma, öperim bazen anıları
Gönlüme çöker, içimden geçer bir salık bir nasihat
Kendimi dizginler otururum verandamda…
Sevmek aşka inat gelir bazen, deli olur sevişmeler
Gitmesin demedikçe el sallamaz silüetin hayatıma…
Dürter durur gece yakarışlarım kulağımda bitmeyen hiddetini
Seni sevmiyorum demiyorum, kestirip atma muhabbeti…
Kastın yol olmuş arkamdan uzanır boğazın doruklarına
Hayallerin sel olmuş kan damlattırma odalarıma…
Sevmek razı oluş, sen gönül koyuşsun; adı konulmamış bu şeyde…
Aşka ait değilsin, olamazsın, bezdirme canı, aşkı gezdirme bari…
Sen unutulmaya müebbet mâhkumum, çek patilerini!
14.04.2013 Çatlak Kalem
22 Mayıs 2013 Çarşamba
Hayatı Tersinden Ütülemek...
Hayatı anlamak için illaki görüp geçirmek mi gerek yoksa bazı şeyler yaşanmadan da öğrenilebilinir mi? Birçoğumuzun öğretilmişlikleri doğuştanlıklarından daha çoktur, kuşkusuz. Bu benim kişisel görüşüm aslında. Kişilik daha ağır basar mizaçtan pek çok insanda. Tabii kimine yapışır bırakmaz, kiminin üzerinde eğreti durur, kiminde muallakta kalır, kiminin hiç oturmaz!
Binbir tarz içinden bir tarz vardır ya da pek çok tarz; ancak siz birisini oluştursanız da bu tarzın, onu asla görmezsiniz çoğu zaman ve beğendiğiniz bir tarza yönelirsiniz. Peki bu sizin üzerinizde nasıl durur? Bazıları düşünmez, düşünmek istemez. Bazıları için son derece önemlidir istişâre. Bunu en çok çevredekiler bilir ama en çok... Galiba hayat, kendi tarzını kabul edip o doğrultuda kendini geliştirmenden yana. Yoksa tek kişilik dev kadronuzla komediden öteye geçemezsiniz. Galiba şu Uzak Doğu (artık uzaklık diye bir şey de yok sanırım, Yakın demek daha doğru olmalı) sporlarının bahsettiği erdem de başka tarzları kendi içinizde eritip kabullenmeniz ve herkesi kendine yakışana göre benimsemeniz olmalı. "O, ona ait; bana olmuyor" diyebilmeli. İmrenmekten, gıpta etmekten ya da kıskanmaktan çok takdir edilmeli sanırım. Hele ki hırs yapıp zorla oldurmaktan çok takdire şâyân olsa gerek. Farz edelim bir balon açın kafanızda şimdi ve olduğu doğrultuda canlandırın gözlerinizde; filmlerden reklamlardan gördüğünüz görüntüler (öğretilmişliklerimiz) eşliğinde kombine ederek, boy aynası karşısında kilolu bir kadının "sıfır beden" gözükmek için dar kot pantolonun içine girmeye çalıştığı sahneyi... Komediden öteye geçemez değil mi? Bir de ellerini ceplerine sokmaya çalıştığını düşünün. Heaah tam oldu! Ikın sıkıl daral bunal... Sonuç kendine göre belki gurur ama etrafa göre "gerçek" o değil sanırım. Modernlikte sakilliğin izdüşümü sanırım daha çok Muratça. Trajikomedi diyelim peki.
Etrafa göre yaşamak zorunda değiliz ama bencillik de bir yere kadar... Hep kendi ölçütlerimiz doğrultusunda hareket edip orta yolu bulun derim ya bazı yazılarımda, galiba öyle hayat. Fark ettiyseniz şu noktaya geleli yazı da ne çok muğlak terim kullandım. Bu bile muamma... Haklısınız, hayattan bahsederken bir belirsizlik söz konusu olmaması şaşırtıcı bir durum olurdu. O yüzden "galiba, sanırım, herhalde..."ler yoğun, hayatın içinde yoğrulu. "Sanırım" bazı konularda orta yolu bu şekilde buluruz. Hayat ve insan farklı kimyadalar ancak aynı sentezde birleşmişler. Her ikisinin de tarzı farklı ama çıkış yolları aynı gibi. Her ikisi de yaşayacak görecek şeylerle dolu ve bir o kadar da dolambaçlı, engebeli ya da düz ayak. Her ikisi de bir adım atmaya bakar. Ancak her ikisi de sonlu ve sonsuz. Ortak noktada da birleşiyorlar zaman zaman, bak! Bu bilinmeyenden tek bilinen, ütü! O da sizin elinizde. İster hayatı, ister başkalarını, ister kendinizi ütüleyin ancak kendinizi fazla ütüleyip yakmayın(!) Hepimiz hata ve kusurlarımızla da varız neticede. Fazla kaptırıp da kendinizi, kafa ütülemeyin yeter. Ütünün derecesini iyi tanıyın ve ayarlayın sonra. Pazen ve ipek aynı ayarda ütülenmez. Basma ve tafta kezâ. Yünü ya da pileli kumaşı ütülemeye gerek yoktur! Ne kadar ütülense de bildiğini okur gene. Kumaşına göre ütüle yani. Renge göre sıcaklık bazında. Ve bir de temelini sağlam tutarak, sadece dış görünümü değil içiyle de denklik kurarak... Yani çıkarsanız da üzerinizden, yine size ait olduğunu hissettirerek. Ya da tekrar giydiğinizde teninize en yakın kumaş olarak... Bu yüzden, ayarı tutturacağınız, ayar da olmayacağınız bir ütüyle lütfen. Çift çizgi oluşturmadan, jilet gibi derler ya hani; tek, istikrarlı ve düzgün. Bir de tersinden yahu tersinden...
Binbir tarz içinden bir tarz vardır ya da pek çok tarz; ancak siz birisini oluştursanız da bu tarzın, onu asla görmezsiniz çoğu zaman ve beğendiğiniz bir tarza yönelirsiniz. Peki bu sizin üzerinizde nasıl durur? Bazıları düşünmez, düşünmek istemez. Bazıları için son derece önemlidir istişâre. Bunu en çok çevredekiler bilir ama en çok... Galiba hayat, kendi tarzını kabul edip o doğrultuda kendini geliştirmenden yana. Yoksa tek kişilik dev kadronuzla komediden öteye geçemezsiniz. Galiba şu Uzak Doğu (artık uzaklık diye bir şey de yok sanırım, Yakın demek daha doğru olmalı) sporlarının bahsettiği erdem de başka tarzları kendi içinizde eritip kabullenmeniz ve herkesi kendine yakışana göre benimsemeniz olmalı. "O, ona ait; bana olmuyor" diyebilmeli. İmrenmekten, gıpta etmekten ya da kıskanmaktan çok takdir edilmeli sanırım. Hele ki hırs yapıp zorla oldurmaktan çok takdire şâyân olsa gerek. Farz edelim bir balon açın kafanızda şimdi ve olduğu doğrultuda canlandırın gözlerinizde; filmlerden reklamlardan gördüğünüz görüntüler (öğretilmişliklerimiz) eşliğinde kombine ederek, boy aynası karşısında kilolu bir kadının "sıfır beden" gözükmek için dar kot pantolonun içine girmeye çalıştığı sahneyi... Komediden öteye geçemez değil mi? Bir de ellerini ceplerine sokmaya çalıştığını düşünün. Heaah tam oldu! Ikın sıkıl daral bunal... Sonuç kendine göre belki gurur ama etrafa göre "gerçek" o değil sanırım. Modernlikte sakilliğin izdüşümü sanırım daha çok Muratça. Trajikomedi diyelim peki.
Etrafa göre yaşamak zorunda değiliz ama bencillik de bir yere kadar... Hep kendi ölçütlerimiz doğrultusunda hareket edip orta yolu bulun derim ya bazı yazılarımda, galiba öyle hayat. Fark ettiyseniz şu noktaya geleli yazı da ne çok muğlak terim kullandım. Bu bile muamma... Haklısınız, hayattan bahsederken bir belirsizlik söz konusu olmaması şaşırtıcı bir durum olurdu. O yüzden "galiba, sanırım, herhalde..."ler yoğun, hayatın içinde yoğrulu. "Sanırım" bazı konularda orta yolu bu şekilde buluruz. Hayat ve insan farklı kimyadalar ancak aynı sentezde birleşmişler. Her ikisinin de tarzı farklı ama çıkış yolları aynı gibi. Her ikisi de yaşayacak görecek şeylerle dolu ve bir o kadar da dolambaçlı, engebeli ya da düz ayak. Her ikisi de bir adım atmaya bakar. Ancak her ikisi de sonlu ve sonsuz. Ortak noktada da birleşiyorlar zaman zaman, bak! Bu bilinmeyenden tek bilinen, ütü! O da sizin elinizde. İster hayatı, ister başkalarını, ister kendinizi ütüleyin ancak kendinizi fazla ütüleyip yakmayın(!) Hepimiz hata ve kusurlarımızla da varız neticede. Fazla kaptırıp da kendinizi, kafa ütülemeyin yeter. Ütünün derecesini iyi tanıyın ve ayarlayın sonra. Pazen ve ipek aynı ayarda ütülenmez. Basma ve tafta kezâ. Yünü ya da pileli kumaşı ütülemeye gerek yoktur! Ne kadar ütülense de bildiğini okur gene. Kumaşına göre ütüle yani. Renge göre sıcaklık bazında. Ve bir de temelini sağlam tutarak, sadece dış görünümü değil içiyle de denklik kurarak... Yani çıkarsanız da üzerinizden, yine size ait olduğunu hissettirerek. Ya da tekrar giydiğinizde teninize en yakın kumaş olarak... Bu yüzden, ayarı tutturacağınız, ayar da olmayacağınız bir ütüyle lütfen. Çift çizgi oluşturmadan, jilet gibi derler ya hani; tek, istikrarlı ve düzgün. Bir de tersinden yahu tersinden...
20 Mayıs 2013 Pazartesi
Sis Perdesi / Ses-siz'lik
Seninle yatıp seninle kalkıyorum buraya geleli
Rahat vermiyor hayaller ve de anılar...
Bizden önce kavuştu tüm ütopyalar salimen birbirine
Sen ayrı diyarlarda ben ayrı; sükût öreli, hasret bileli...
Gün geçtikçe artar özlemim ama sesini duymaya kıyamam
Bilsem de bu olmadığını nedenini senin aramamanın, bu yüzden seni aramam.
Suskunluk kilit takar, gem vurur, dem çalar gönlüme...
Akşam çöker, hayallerim oynaşır bir sis perdesinde.
İki kere yakar sigara; ikisinde de yanar dertleri...
Umursamaz tavrı en çok hasta eder beni.
Her şey oluruna varır, arka teker öndekini takip eder hep, inan.
Allah'tan ümit kesilmez hiçbir zaman...
Sen sen ol, aba altından sopa gösterme.
Rengin bellidir doğuştan, devir daim ettir, yenilme.
Karışılmaz aşkın işine bin türlü hâli var, inan.
Benim hâlim bellidir, hastasıyım tarzının Sinan!
İnşamı kur gel, yedi cihan görsün, parmakla göstersin binbir kez...
Bize öğretilen o ki, Allah'tan ümit kesilmez...
(Kısaltılmıştır)
19.04.2013
Rahat vermiyor hayaller ve de anılar...
Bizden önce kavuştu tüm ütopyalar salimen birbirine
Sen ayrı diyarlarda ben ayrı; sükût öreli, hasret bileli...
Gün geçtikçe artar özlemim ama sesini duymaya kıyamam
Bilsem de bu olmadığını nedenini senin aramamanın, bu yüzden seni aramam.
Suskunluk kilit takar, gem vurur, dem çalar gönlüme...
Akşam çöker, hayallerim oynaşır bir sis perdesinde.
İki kere yakar sigara; ikisinde de yanar dertleri...
Umursamaz tavrı en çok hasta eder beni.
Her şey oluruna varır, arka teker öndekini takip eder hep, inan.
Allah'tan ümit kesilmez hiçbir zaman...
Sen sen ol, aba altından sopa gösterme.
Rengin bellidir doğuştan, devir daim ettir, yenilme.
Karışılmaz aşkın işine bin türlü hâli var, inan.
Benim hâlim bellidir, hastasıyım tarzının Sinan!
İnşamı kur gel, yedi cihan görsün, parmakla göstersin binbir kez...
Bize öğretilen o ki, Allah'tan ümit kesilmez...
(Kısaltılmıştır)
19.04.2013
17 Mayıs 2013 Cuma
Şiirin Özü / 15
Ben senin renklerine hasret
Sen benim renklerimden yoksun
Birbirini tamamlayan eşsiz bir sunum… du oysa.
Karıştırsak hoşluğuna doyum da olmayacaktı tonunun…
Sen benim renklerimden yoksun
Birbirini tamamlayan eşsiz bir sunum… du oysa.
Karıştırsak hoşluğuna doyum da olmayacaktı tonunun…
11.05.2013 / Çatlak Kalem
'Antenlerini Çıkart ve Alıcılarınla Oynama
Radarların Açık Olsun Sonuna Dek
Ya da Boşver Tüm Bunları, Kokumu Alır Yine Gelirsin Sen.
Ilık Meltem Esintisi Sabahında...
15 Mayıs 2013 Çarşamba
Pedagojik Formasyon mu, O da "Kim?"
Şimdiye dek almadığım ders prototipi, sunum şekli, ödev biçimi, sınav türevi
kalmadı, eminim. En çok da MEB’in, ÖSYM’nin ve YÖK’ün bana vermiş olduğu
yetkiye dayanarak yazıyorum bunu... Ayrıca, elbette ki sunum şeklimde eksiklik ve
aksaklık olabilir, bunu en az benim kadar öğrencilik deneyimine sahip bireyler
adına bir özür ve bir vefa borcu atfedin n’olur. Her türlü eğitim ve öğretimi
gördük çok şükür. Müfredattan yana tam tekmillidir hesabımız. Sıra dayağı da
gördük, kulağımızda çekildi, tahta gönye ile parmak uçlarımıza da vuruldu vakt-i
zamanında, ne yalan söyleyeyim, neden?
Gık demedik yeri geldi. Gık yerine “peki” dedik en çok mesela.
Matematik derslerinde Beden Eğitimi yapılırdı, tabii. Bunu yaptıran hoca erkek diyebilseydim keşke. Elimde bir toplumsal cinsiyete koz olurdu en azından… Ne yazık ki emekliliğe ayrılacak olan hoca eğitti bizi bir sene. Süresini tamamlayacağını nereden bilebilirdik ki? O da nereden bilebilirdi ki 1'lere ders vereceğini... Daha başlangıçtı benim için, nereden bilebilirdim ki. Bugünkü matematiği “özellikle bu müfredata uyan” ilkokul hocama borçluyum. Sevgilerimi yolluyorum huzurlarınızda… “Öğretmenler kutsaldır” etiketi adı altında ne çok hoca var halbuki Türkiye şartlarında bir bilseniz, neler var neler… Hepsi emek mi veriyor sanırsınız, birçoğu cukka, para cepte! Hoppa, yurt dışında! “Ay, ders saati geldi; bir baş ağrım tuttu ki anlatamam, gel de ders anlat 40 tane kafaya…” Okulun dedikodusu bol, ayrı kalınmaz, lezzetli. Öğretmenler odası muhabbeti ayrı bir cezbedici… Misal, bir model gelir çizim yapardık Resim derslerinde. Devlet okulu okudum ben bu arada. Büyütmeyin gözünüzde! Elma, testi, bardak koyar çizerdik Resim derslerinde, lisede. Sandıktan atladınız mı bilmiyorum ama el amudu, el baş amudu yapmışsınızdır illaki diye ümit ediyorum bir kez bile olsa. Ya da ne bileyim, en azından mum duruşu, ters takla falan… Yalan söylemeyin dedikodusu dönmüştür mutlaka, siz tarafından sınıfta. Din Kültürü derslerinde namaz kılmayı gösteren modeli de gördük biz, sure ezberlemeyi de. Öyle yeri gelir geçiştirilmezdi. Gördük, aynı dersi 2 saatten 1 saate düşürmeyi de. Rehberlik gibi çağdaş modern toplum dersinde (!) de sınıf temizlemeyi de... Matematikte kalkıp tahtaya soru çözerdik, bilemezsek şayet güller açardı yanaklarımızda (!)
Aruz veznini de çözdük, nazım birimi dörtlük’ü de. Dersin başında hocanın sınıfa girişiyle verilen selamdı birçoğumuz için İngilizce. Hakkıyla öğretenler vardı aralarında, her zaman vardır. Dersi vaktinde işleyenler, konuyu öğretenler sonuna kadar, bunları eleştirmiyorum yanlış anlaşılmasın ama çoğunluk önemli Türkiye şartlarında ya işte, ondan bu meramım… Şimdi bu hocaları sorgulayacak gücü içimde topluyorum ve pedagojik eğitimlerinin bir yerlerinde mutlaka bir eksiklik veya tıkanmışlık görüyorum. Çocuklarına inilmesinden yanayım ya da ne hikmetse (!)
Bir şeye inanıyorum… Eğitim, en önemlisi belki de altın kurallardan, bir ülkenin geleceği için… Atanan hocaların çoğu pedagojik formasyondan yoksun insanlar... Birçoğu yalnız para için, düzenli maaş ve tatilleri için (mesleğin rahatlığı için(!) yapıyorlar Hocalıklarını. Oysa bu meslek bu kadar ucuz olmamalı bir ülkede, hele ki eğitim için… Bir kişi yüzünden binbeş yüz kişinin hayatı söz konusu, geleceği ile birlikte zira. İlelebet devam edecek verilen ve öğretilenle. Bir çoğuna sorsanız, çocuklarından bihaber; bir de gelmiş size hayatın zorluklarından bahsediyor. Mesleğin, gereklerinin, vazife ve sorumluluğunun, şartlarının ve elemelerinin doğru dürüst yapılması, belirlenmesi kanaatindeyim. Her baba yiğidin harcı olmadığı gibi, kendi sorumluluklarından yoksun bireylerin başkalarına çuvaldız batırmasındandır lafın özü, şikayetim. Üzerine düşülmesi gerek bu mesleğin. Yoksa bu kişilerin çokluğu bambaşka amaçlar uğruna inşa edilen bir yoğunluk silsilesi olacak gelecekte. Öğretmenlik itibarî bir meslek, saygın, sonsuz ve de derin. Yanlış kişilerin prototipiyle tekeline geçen bir meslek olmamalı. Parası için yapılmaması gereken bir meslek hiç olmamalı. Yapmayacaklarsa gerektiği gibi, bulaşmasınlar da. Bir kişinin ceremesini birçok kişi ile bir ülke çekiyor; çekecek ya da ülkenin “ömrü boyunca”. Böyle bir bedel ödemek gerekmiyor, zorunda değiliz. Hiçbir zaman… Hepsi için kutsal değil bu meslek, kimilerine fazlasıyla extra extra large… Öğretim pek çok kez “it’s Ok.” Peki o zaman, sözde değil özde soru cümlesiyle soruyorum: Elde var eğitim?
"Eğitim şart!" Kime kime? Sana, bana... Peki ya, asıl kime?
Modernleşme çağındayız... Her şey bunun üzerine kurulu şimdi artık. Çok daha önemli! Fazlalıkları çıkararak modernleşiyoruz ya, öyle alışılagelmiş ve çağa o şekilde ayak uyduruyoruz... Ağzımızdan "dilimizi" attık, evimizden perde ve halıyı, kafamızdan beynimizi ve bittabiî düşüncelerimizi... Sonuç: Modernleştik. Ben de modernleşiyorum hemen öyleyse; "topluma ayak uydurarak..." Düşüncelerimi attım mesela şu anda kim alırsa... Nakil mi? "Vaktim yok şekerim, uğraşamam onunla..."
14.05.2013 Beyin ölümü saati: 01.15
Modernim artık?
Matematik derslerinde Beden Eğitimi yapılırdı, tabii. Bunu yaptıran hoca erkek diyebilseydim keşke. Elimde bir toplumsal cinsiyete koz olurdu en azından… Ne yazık ki emekliliğe ayrılacak olan hoca eğitti bizi bir sene. Süresini tamamlayacağını nereden bilebilirdik ki? O da nereden bilebilirdi ki 1'lere ders vereceğini... Daha başlangıçtı benim için, nereden bilebilirdim ki. Bugünkü matematiği “özellikle bu müfredata uyan” ilkokul hocama borçluyum. Sevgilerimi yolluyorum huzurlarınızda… “Öğretmenler kutsaldır” etiketi adı altında ne çok hoca var halbuki Türkiye şartlarında bir bilseniz, neler var neler… Hepsi emek mi veriyor sanırsınız, birçoğu cukka, para cepte! Hoppa, yurt dışında! “Ay, ders saati geldi; bir baş ağrım tuttu ki anlatamam, gel de ders anlat 40 tane kafaya…” Okulun dedikodusu bol, ayrı kalınmaz, lezzetli. Öğretmenler odası muhabbeti ayrı bir cezbedici… Misal, bir model gelir çizim yapardık Resim derslerinde. Devlet okulu okudum ben bu arada. Büyütmeyin gözünüzde! Elma, testi, bardak koyar çizerdik Resim derslerinde, lisede. Sandıktan atladınız mı bilmiyorum ama el amudu, el baş amudu yapmışsınızdır illaki diye ümit ediyorum bir kez bile olsa. Ya da ne bileyim, en azından mum duruşu, ters takla falan… Yalan söylemeyin dedikodusu dönmüştür mutlaka, siz tarafından sınıfta. Din Kültürü derslerinde namaz kılmayı gösteren modeli de gördük biz, sure ezberlemeyi de. Öyle yeri gelir geçiştirilmezdi. Gördük, aynı dersi 2 saatten 1 saate düşürmeyi de. Rehberlik gibi çağdaş modern toplum dersinde (!) de sınıf temizlemeyi de... Matematikte kalkıp tahtaya soru çözerdik, bilemezsek şayet güller açardı yanaklarımızda (!)
Aruz veznini de çözdük, nazım birimi dörtlük’ü de. Dersin başında hocanın sınıfa girişiyle verilen selamdı birçoğumuz için İngilizce. Hakkıyla öğretenler vardı aralarında, her zaman vardır. Dersi vaktinde işleyenler, konuyu öğretenler sonuna kadar, bunları eleştirmiyorum yanlış anlaşılmasın ama çoğunluk önemli Türkiye şartlarında ya işte, ondan bu meramım… Şimdi bu hocaları sorgulayacak gücü içimde topluyorum ve pedagojik eğitimlerinin bir yerlerinde mutlaka bir eksiklik veya tıkanmışlık görüyorum. Çocuklarına inilmesinden yanayım ya da ne hikmetse (!)
Bir şeye inanıyorum… Eğitim, en önemlisi belki de altın kurallardan, bir ülkenin geleceği için… Atanan hocaların çoğu pedagojik formasyondan yoksun insanlar... Birçoğu yalnız para için, düzenli maaş ve tatilleri için (mesleğin rahatlığı için(!) yapıyorlar Hocalıklarını. Oysa bu meslek bu kadar ucuz olmamalı bir ülkede, hele ki eğitim için… Bir kişi yüzünden binbeş yüz kişinin hayatı söz konusu, geleceği ile birlikte zira. İlelebet devam edecek verilen ve öğretilenle. Bir çoğuna sorsanız, çocuklarından bihaber; bir de gelmiş size hayatın zorluklarından bahsediyor. Mesleğin, gereklerinin, vazife ve sorumluluğunun, şartlarının ve elemelerinin doğru dürüst yapılması, belirlenmesi kanaatindeyim. Her baba yiğidin harcı olmadığı gibi, kendi sorumluluklarından yoksun bireylerin başkalarına çuvaldız batırmasındandır lafın özü, şikayetim. Üzerine düşülmesi gerek bu mesleğin. Yoksa bu kişilerin çokluğu bambaşka amaçlar uğruna inşa edilen bir yoğunluk silsilesi olacak gelecekte. Öğretmenlik itibarî bir meslek, saygın, sonsuz ve de derin. Yanlış kişilerin prototipiyle tekeline geçen bir meslek olmamalı. Parası için yapılmaması gereken bir meslek hiç olmamalı. Yapmayacaklarsa gerektiği gibi, bulaşmasınlar da. Bir kişinin ceremesini birçok kişi ile bir ülke çekiyor; çekecek ya da ülkenin “ömrü boyunca”. Böyle bir bedel ödemek gerekmiyor, zorunda değiliz. Hiçbir zaman… Hepsi için kutsal değil bu meslek, kimilerine fazlasıyla extra extra large… Öğretim pek çok kez “it’s Ok.” Peki o zaman, sözde değil özde soru cümlesiyle soruyorum: Elde var eğitim?
"Eğitim şart!" Kime kime? Sana, bana... Peki ya, asıl kime?
Modernleşme çağındayız... Her şey bunun üzerine kurulu şimdi artık. Çok daha önemli! Fazlalıkları çıkararak modernleşiyoruz ya, öyle alışılagelmiş ve çağa o şekilde ayak uyduruyoruz... Ağzımızdan "dilimizi" attık, evimizden perde ve halıyı, kafamızdan beynimizi ve bittabiî düşüncelerimizi... Sonuç: Modernleştik. Ben de modernleşiyorum hemen öyleyse; "topluma ayak uydurarak..." Düşüncelerimi attım mesela şu anda kim alırsa... Nakil mi? "Vaktim yok şekerim, uğraşamam onunla..."
14.05.2013 Beyin ölümü saati: 01.15
Modernim artık?
13 Mayıs 2013 Pazartesi
Son Makyaj
Uyarılar sağlamdır "biz"de
İnsanlığa…
İnsanlığa…
Ve ben son olarak makyajımı yaptım;
Dedektörle arandım
X-Ray’den geçtim
Biber gazı sıkıldı…
Her şey tamam.
Müsaitim…
Zihniyetime, düşüncelerime vurabilirsiniz belinizdeki o takıntım olan kemerleri.
Tokası geçmeli olanlar daha ağır olur ve daha ses getirir vurdumu yalnız!
Anlayamayız ne zamandır süregelir bu sağlam uyarılar…
Anlayamayız ya ondandır, bu sağlam uyarılar…
Sen istediğin kadar “değiş” ya da “geliş”
İçindekiler aynı.
Yalnızca adın farklı anılır.
İsmini başkaları başka türlü çağırır.
Tek fark bu.
Ama herkesin aklına aynı şey gelir, o ayrı.
Sözgelimini misalle bağlayacak olursak;
Ya kayganasındır, ya akıtma ya da krep.
Ama aynısındır, yurdun her yerinde.
Al sana sistem, üç yanlış bir doğruyu götürür(!)
Çünkü ne kadar değişmeye çabalarsan çabala;
Kendi hudutlarının elverdiğince gelişirsin, geliştirirsin kendini.
Tamam, gelişmek güzel şey ama, bir temele dayanmadan asla.
Kendine çelişiksin bir defa o zaman.
Düşünce yapına aykırı çoğu zaman.
Komiksin lan işte!
Diyeceğim o ki bu potporiden: “Gerisi ya da ilerisi sana verilenin el yettiğince…”
Makyajımı yaptım, silmedim bu kez yatmadan önce.
Pudrasızım. Pastel tonlarda.
Doğalım sen seversin diye...
Yürüyorum.
Dedektörle arandım
X-Ray’den geçtim
Biber gazı sıkıldı…
Her şey tamam.
Müsaitim…
Zihniyetime, düşüncelerime vurabilirsiniz belinizdeki o takıntım olan kemerleri.
Tokası geçmeli olanlar daha ağır olur ve daha ses getirir vurdumu yalnız!
Anlayamayız ne zamandır süregelir bu sağlam uyarılar…
Anlayamayız ya ondandır, bu sağlam uyarılar…
Sen istediğin kadar “değiş” ya da “geliş”
İçindekiler aynı.
Yalnızca adın farklı anılır.
İsmini başkaları başka türlü çağırır.
Tek fark bu.
Ama herkesin aklına aynı şey gelir, o ayrı.
Sözgelimini misalle bağlayacak olursak;
Ya kayganasındır, ya akıtma ya da krep.
Ama aynısındır, yurdun her yerinde.
Al sana sistem, üç yanlış bir doğruyu götürür(!)
Çünkü ne kadar değişmeye çabalarsan çabala;
Kendi hudutlarının elverdiğince gelişirsin, geliştirirsin kendini.
Tamam, gelişmek güzel şey ama, bir temele dayanmadan asla.
Kendine çelişiksin bir defa o zaman.
Düşünce yapına aykırı çoğu zaman.
Komiksin lan işte!
Diyeceğim o ki bu potporiden: “Gerisi ya da ilerisi sana verilenin el yettiğince…”
Makyajımı yaptım, silmedim bu kez yatmadan önce.
Pudrasızım. Pastel tonlarda.
Doğalım sen seversin diye...
Yürüyorum.
Bir söz verdim:
Duraksamayacağım ve de arkama bakmayacağım.
Ola ki meyledersem, sırtımdan vur beni.
Eminim, yaparsın da.
Ola ki meyledersem, sırtımdan vur beni.
Eminim, yaparsın da.
Eminim ki yaparsın.
Soyundum.
Geliyorum, ayak arası eşit adımlarla.
Yavaş ama korku dolu.
Korku dolu derken korkutan olarak...
Kendinden emin, tebessümlü.
Ayaklarım yalın, ağzım kulaklarımda olmasa da yakın.
Omuzlarım düşüyor olabilir.
Sırtımı dayayıp dinlenemem birine, ondandır.
Denge ve
eşitlik.Soyundum.
Geliyorum, ayak arası eşit adımlarla.
Yavaş ama korku dolu.
Korku dolu derken korkutan olarak...
Kendinden emin, tebessümlü.
Ayaklarım yalın, ağzım kulaklarımda olmasa da yakın.
Omuzlarım düşüyor olabilir.
Sırtımı dayayıp dinlenemem birine, ondandır.
Makyajımı yaptım en son, sonuncu olarak.
Vedalaşırcasına.
Uyarılar sağlamdır bizde, gözler pûr dikkat…
İnsanlığa(!)
12.05.2012
10 Mayıs 2013 Cuma
İki Laf Dövek Muhabbet Çatlatak
Kalk hadi, sıkıldım, götür beni buralardan
Kanatlarını sürekli kırpıştırmak zorunda mısın?
Sepetimizi de alalım, içine nevalemizi koyarız bir ömürlük
Suskun durma yeter ki, sözleri de çırpıştırma dudağından artık...
Kabulüm, tüm hiddetini kus yüzüme; bağır, çağır...
Çağır, ismimi çağır giderken yeter ki; hani ömrüne yazdığın.
Karıştırma kafayı, karışmasın birbirine her şey artık...
Beni başkalarıyla yarıştırmak zorunda mısın?
Gel kahveye arada, istediğin kadar yer var muhabbete...
İkindi başladık mı sabaha bağlarız hızımızı alamazsak...
Sular da daraldı zaten aka aka, silinmez falımız bir türlü
Geçilmez de telveden gün saya saya sonra hâller allak pullak...
Yüzün şeytana hasret, şeytan saygı duruşunda, kıralım bacağını da gel oldu olacak
Şeytan tüyümü de götürdün yanında, edemedim sana iki laf; içimde haneler kaldı bak...
Kaç hane diye sorma, esprini kırarım; yarı yolda bırakırım, görürüm aldırış etmem(!)
Havanda su dövmeye benzemez bu, kırılır fincan, bırakma sakın ola yarım yamalak...
İster meslek erbabı ol, ister devlet erkânı... İstersen örümcek olup ipek ör kiloyla hayatıma...
Sen olsun içinde yeter ki, deformasyona uğrat sonra istediğin kadar beni, beni al yanına
Tabuları yıkarız gerekirse, aşkı alıp götüren şeytanı döveriz eşek sudan gelinceye kadar
Esas duruşa geçer hem o da azıcık, bahanemiz sağlam olur hem, hem senet hem dayanak...
Müzik durmaz, ritim vurmaz içimde konak konak öbek öbek ikâmet eder
Sevilesi ve de özlenilesi günlerdi, diye başladık mı da sönmez o fener...
Dün bugün bir olmaz, bir gün bir güne uymaz yuvarlanırız biz de tepetaklak
Geçmez günler gel yeter ki sen; iki laf dövek, muhabbet çatlatak...
Ocak '2013 / Aklıma Gelmişliğin Hiç Eksilmesin...
Kanatlarını sürekli kırpıştırmak zorunda mısın?
Sepetimizi de alalım, içine nevalemizi koyarız bir ömürlük
Suskun durma yeter ki, sözleri de çırpıştırma dudağından artık...
Kabulüm, tüm hiddetini kus yüzüme; bağır, çağır...
Çağır, ismimi çağır giderken yeter ki; hani ömrüne yazdığın.
Karıştırma kafayı, karışmasın birbirine her şey artık...
Beni başkalarıyla yarıştırmak zorunda mısın?
Gel kahveye arada, istediğin kadar yer var muhabbete...
İkindi başladık mı sabaha bağlarız hızımızı alamazsak...
Sular da daraldı zaten aka aka, silinmez falımız bir türlü
Geçilmez de telveden gün saya saya sonra hâller allak pullak...
Yüzün şeytana hasret, şeytan saygı duruşunda, kıralım bacağını da gel oldu olacak
Şeytan tüyümü de götürdün yanında, edemedim sana iki laf; içimde haneler kaldı bak...
Kaç hane diye sorma, esprini kırarım; yarı yolda bırakırım, görürüm aldırış etmem(!)
Havanda su dövmeye benzemez bu, kırılır fincan, bırakma sakın ola yarım yamalak...
İster meslek erbabı ol, ister devlet erkânı... İstersen örümcek olup ipek ör kiloyla hayatıma...
Sen olsun içinde yeter ki, deformasyona uğrat sonra istediğin kadar beni, beni al yanına
Tabuları yıkarız gerekirse, aşkı alıp götüren şeytanı döveriz eşek sudan gelinceye kadar
Esas duruşa geçer hem o da azıcık, bahanemiz sağlam olur hem, hem senet hem dayanak...
Müzik durmaz, ritim vurmaz içimde konak konak öbek öbek ikâmet eder
Sevilesi ve de özlenilesi günlerdi, diye başladık mı da sönmez o fener...
Dün bugün bir olmaz, bir gün bir güne uymaz yuvarlanırız biz de tepetaklak
Geçmez günler gel yeter ki sen; iki laf dövek, muhabbet çatlatak...
Ocak '2013 / Aklıma Gelmişliğin Hiç Eksilmesin...
8 Mayıs 2013 Çarşamba
Esmer Gece Karanlığı...
N'oldu, biliyor musun? Geçen gün gece çıktım dışarı. Öyle, dolaşmak istedi canım... Spontane gelişti. Sonra parkta bir silüet gördüm. Gittim yanına oturdum. Gecenin verdiği kasvet ve garabetten uzak, ürperti ve korku unsurlarını bir kenara bırakarak gittim yanına, korkusuzca. Zaten ne kadar korkutucu olabilirdi ki yalnızlıktan... O an düşündüm ki, hiç bir şey düşünmediğimi fark ettim(!) Aslında birçok düşünce vardı aklımda. Okuyamıyordum ben bile sanki altyazısını. İnsanoğlu değişik bir kimyaya sahip derim ya. Türlü türlü hâl ve duygu içinde hani nicedir...
Yaklaştıkça büyüdü gölge. Bankta oturuyordu. Kimdi bu dev! Yanına yaklaştıkça farkettim tek tek hatları. Derken bulmacanın tüm karelerini çözmüş gibi, 2400 parçalı puzzle'ı birleştirmiş gibi, ikinci dereceden denklemin sonucuna varmış gibi sevindim, bir bilinmeyenli. Yanında biraz bir boşluk vardı haşmetli duruşunun. Oturdum o boşluğa ve seyrettim. Bir 5 dk. rahat konuşmadık. Sadece tanıdık birbirimizi. Gözler etkin, duyular yoğun, dudak-ağız ve diş unsurlarından uzak, sadece tanıdık. Tanıdık birbirimizi. Gözleri koyu kahveydi. Bana bakan tarafını gördüm. Ancak parkın öteki yüzüne bakan ve kesik kesik yanan lambasından nasibini alan diğer tarafından elaydı gözleri. Parlıyordu. Çakmak çakmak... Konuşmaya başlayınca fark ettim, tam değil hafif çevrilmiş yüzüyle yarı mahçup yarı kırılgan bir tavırla göz ucuyla baktığında bana. Gözlerinin beyazı yeni doğanın masumiyeti kadar pûr nur... Omuzları genişti oldukça. Havanın sunduğu güzellikle sus payı vermişti tüm vücuduyla atmosfere adeta! Dolu dolu kaplıyordu, kilosuyla değil; varlığıyla teşrif ediyordu hayata... Sağ bileğinden dirseğine kadar silikleşen yeşil bir damarı vardı, belirgin. Sol bileğinde bileğine orantılı kocaman bir kol saati, metalik gri. Zaman akıp geçiyordu kolunda. Ayaklarını ayırarak oturmuştu, tüm ihtişamı ve hengâmesiyle. Haşmetli yüzü, korku salıyordu insanda. Sümbülî siyah kaşları buna eşlik ediyordu en çok... Çenesinde hafif belirginleşen kemik çıkıntısıyla... Elmacık kemikleri biraz çökmüştü içine. Hem zayıf hem güçlü bir duruştu onunki. Kimsede görülmemiş daha önce. Adem elması ileri geri hareket ediyordu, konuşunca fark ettim, yutkunası o kadar çok meramı vardı ki içine döktüğü. Dökülenleri anlattı bana. O da muhtaçtı o an birilerine belli ki. Teni esmerdi. Hafif bir U dönüşü yaptığı muhabbeti çeviremedi tam, belliydi nereye varacağı çünkü. Ağır darbeli. Ama yine de dikti duruşu. Alnının yukarısında saç uçlarının gözüktüğü noktada hafif bir ter pıhtılaştı... Yoksa gözyaşı mıydı? Güçlüler çevrelerine fark ettirmemek için alnından mı akıtırdı gözünün yaşını? Sırtından akmıştı soğuk soğuk oysaki o an, daha çok... Bunu çok daha sonraları söyledi tabii... Aktıkça teninin koyuluğunu ağartmıştı her seferinde ter, nice sonra fark ettiğimde. O gece kaldı aramızda büyük bir sır... Sırdı konuştuklarımız, söylememeliydik başkalarına. O yüzden konu muhabbetin konusuna yaklaştıkça U dönüşü yapıyorum ben de... Bakmayın, başka bir şey değil aslında. Ben bana ait kısmını üstü kapalı geçeyim en azından. O gün, şarkıda da dediği gibi hani; "anlaşmadan ölmeyelim..." dediğimiz zamanın acısını çekiyordum en çok. Anlaşmadan ölmüştüm ya da öldürülmüştüm ben. Oysa hiçbir zaman acıdan haz almadım, sadece mutluluğun tadını çıkarmaya çalıştım ben. Olsun, güçlü duruyorduk artık. Mağrur derdim tanımamış olsaydım yabancıya, yabancı dediğime bakmayın bu arada, tanıdıktı o. Oldukça hem de. Ama biliyordum içimden geçirdiğimi. O da biliyordu. Yabancı dememeliydik asla. İnsandık çünkü, uzuuunn uzadıya. Işığın altında kayboldu o gece. O nasıl bir nokta olur, diye düşünürken ben, hakikaten bir nokta uzağındaydı artık hikâyemin. Uzak tutmadım, tutmadık ama kendimizi birbirimize. Yaralarımızı birleştirdiğimiz nokta ne kadar uzaksa biz o kadar yakınız. Korkmamayı ondan öğrendim sonra. O dev cüssesiyle girdi hayatıma, esmer gece karanlığında...
Yaşam yorucu, bilirsiniz. Aşka tutunmak güzel ama her zaman el avuç açmıyor insanın yüzüne. Ağlattığı daha çok belki, hem tecrübe hem dirayet, olgunluk ve de... Ama muhabbetten anlar dost. Dostluk daha başka, daha koyu, daha ilham verici yaşamın kıyısında. Susayan gönülleri doyurucu kimi zaman anılar. Besleyici tüm vitaminiyle, soyulmadan kabuğu. O zaten apaçık ortada. Âşina. Şarkı gibi, şarkılardaki kimi sözler kadar vurucu. Gölgesi dev adam olmak... O, bir başka âlemi tanıttı bana. Asıl dünyaymış sanırım: Gölgesine saklanırken yalnızca, alabildiğine kalbine dokunmak...
Dertlerimizin birebir aynı olması mümkün değildi belki ama neticede aynı paragrafa gömüldük biz o gün.
6 Mayıs 2013 Pazartesi
Beni Bulur O...
Çok erken değil henüz hiçbir şey için
Acele etmeden gidiyoruz aşka biz...
Biz ve tüm sevdiklerimiz yanımızda kendimizin
Ne fora yelkenler ne pupa, bir denizimiz.
Çıkmaz sokaklara dalarım bazen ardıma arkama bakmam
O kırar ben onarırım bazen, bazen yine de tanımam.
Severiz çok severiz; ölesiye ve delicesine
Dönüp dolaşıp giderim ya hani ona, başka da tanımam.
Sevmesini bilir beni; nasıl seveceğini, gayet iyi bilir...
Her çukura düştüğümde beni çıkarır kurtarır o.
Aşk fetheder birçok kaleyi, darısı başımıza artık...
Er ya da geç düşerim ocağına ya da beni bulur o...
Bilirim, gözü görmez benden başkasını
Başkalarında beni bulmaya çalışmaz o...
Beni sever yalnız en çok, beni tek geçer, beni tanır
Yoksa bilir zaten; anca rüyasında, beni bulur o(!)
Bakışımı, huyumu, tutumumu ve sözlerimi
Benden bağımsız tutmaz, çağrışım yapar çoğu kez, türlü anılar onda
Ne yalan söyleyeyim, bilmukabele, tartımız hep aynı hep eşittir...
Sevgimden vazgeçsem de(!) beni bilir o, gönlüm onda...
Naz, niyaz, ısrar kıyamet kopar aramızda yine de içimi bilir o.
Susayıp bin dereyi ayağıma getirir, cık gık demez o.
Yalana itikatimiz yok, itibarımız çoktur aşka hizmet bol.
Bizden başka hayat da mı var-mış? kaç yaşındaymış(!) diye sor...
Dualar uçuşur göklerde, gezinir bizim için, bize söyler şarkısını yağmurlar
Tam canımız çeker sarılırız derken hooopp.. güneş doğar(!)
Sular seller gibidir bazen aramızdaki fırtınalar;
Olsun, Allah başka ayrılık vermesin, bizi sever O...
Onu çok sevdim ben, beni çok sevdi o; hem ters hem düz orantımız kurulu
Dayalı döşeli aşkımız ilelebet, sevgimiz ömürler bir, tonlamamız her şey vurgulu...
Yazgımız denk düşürür, düşmese de ne yapacağını bilir o.
Ne yapar ne eder, beni buldu bir kez bırakmaz, yine beni bulur o...
06 Mayıs 2013 - Kuralına Göre Değildik Ama Hayat da Bizi Çok Sevdi, Eminim.
Acele etmeden gidiyoruz aşka biz...
Biz ve tüm sevdiklerimiz yanımızda kendimizin
Ne fora yelkenler ne pupa, bir denizimiz.
Çıkmaz sokaklara dalarım bazen ardıma arkama bakmam
O kırar ben onarırım bazen, bazen yine de tanımam.
Severiz çok severiz; ölesiye ve delicesine
Dönüp dolaşıp giderim ya hani ona, başka da tanımam.
Sevmesini bilir beni; nasıl seveceğini, gayet iyi bilir...
Her çukura düştüğümde beni çıkarır kurtarır o.
Aşk fetheder birçok kaleyi, darısı başımıza artık...
Er ya da geç düşerim ocağına ya da beni bulur o...
Bilirim, gözü görmez benden başkasını
Başkalarında beni bulmaya çalışmaz o...
Beni sever yalnız en çok, beni tek geçer, beni tanır
Yoksa bilir zaten; anca rüyasında, beni bulur o(!)
Bakışımı, huyumu, tutumumu ve sözlerimi
Benden bağımsız tutmaz, çağrışım yapar çoğu kez, türlü anılar onda
Ne yalan söyleyeyim, bilmukabele, tartımız hep aynı hep eşittir...
Sevgimden vazgeçsem de(!) beni bilir o, gönlüm onda...
Naz, niyaz, ısrar kıyamet kopar aramızda yine de içimi bilir o.
Susayıp bin dereyi ayağıma getirir, cık gık demez o.
Yalana itikatimiz yok, itibarımız çoktur aşka hizmet bol.
Bizden başka hayat da mı var-mış? kaç yaşındaymış(!) diye sor...
Dualar uçuşur göklerde, gezinir bizim için, bize söyler şarkısını yağmurlar
Tam canımız çeker sarılırız derken hooopp.. güneş doğar(!)
Sular seller gibidir bazen aramızdaki fırtınalar;
Olsun, Allah başka ayrılık vermesin, bizi sever O...
Onu çok sevdim ben, beni çok sevdi o; hem ters hem düz orantımız kurulu
Dayalı döşeli aşkımız ilelebet, sevgimiz ömürler bir, tonlamamız her şey vurgulu...
Yazgımız denk düşürür, düşmese de ne yapacağını bilir o.
Ne yapar ne eder, beni buldu bir kez bırakmaz, yine beni bulur o...
06 Mayıs 2013 - Kuralına Göre Değildik Ama Hayat da Bizi Çok Sevdi, Eminim.
3 Mayıs 2013 Cuma
Gönlü Zenginlere Gelsin Sıradaki Parçamız...
En sevdiğini sevdiğine teslim etmek nedir bilmezsin, konuşursun öyle. Salak mısın yoksa enayi mi birilerince ama yürek öyle bir şey ki, sevdiğini sevdiğiyle mutlu görmek ister en çok, bazen. Bunun için hiçe sayar, yok'a koyar kendini alelacele.
Sevdiğini apayrı tutuyorsan kendinden, sen ayrılmışsındır kendinden. Derhal toparlan derim ben. Kapını arala azcık, ardına kadar olmasa da sonuna kadar olsun(!) Temiz tut yüreğini, dip-köşe temizle.Kalmasın pis, kir, yağ ve leke! Sevdiğine gelince... Arada hava aldır ona, rahat ver, baktı daha çok almak istiyor, havasını. Bırak, alsın havasını. Yemeğini az ver, kumunu eksik etme. Sen yokken tek yaptığı s.çmak olduğu için, eksik etme. Hı, bu arada bol bol s.çacaktır zaten, merak etme! Sindirim problemi olmayacak en azından(!) Üstelik indirimli...
Viyana Sebze Orkestrası havucu flüt, pırasayı keman, bal kabağını da davul olarak kullanıyor. Yani grup, eline geçen her türlü sebzeyi kullanarak müzik yapıyor. Sen gibi el altını bel altı yapmıyor adamlar en azından(!) E, haklısın benimde elimin altında (elde var ...) bir hıyar varken viyola olarak kullanmamaın da sakıncası yoktur elbet. E ama emek var lütfen. İtiraz etme hemen... Viyola zarif çalgı sonuçta, kes sesini de hakkını ver, demiyorum bak. Bu açıdan bak bir de olaya. Her şey senin açından zira. Hayat mızıklıyor bak sonra ben değil. Adil ol! İlahi adalet!
Son olarak, kapın çınlasın, bet sesli ve bedduayı karıştırıp durasın, içine "bad"i de sokasın. Bir de yüreğin aşınsın yollarımda! Güle güle kirlensin sevdan, üzerinde paralan... eskisin anılar. Hatırlayıp durasın. Dank edercesine. Danke dercesine ve bir çocuğun kelime oyunlarına masumane bakış açısıyla ses verdiği alaycı kahkasıyla... Donkey! desin hayat sana. Pişmanlık sezip riske attığın şey kadar değerli olmayabilir. Sonunu oynamaya başlamadan önce başından idrak etmektir hayat, oyun, kurallar, çetrefil, ikilem ve erdem. Bunlardan yoksunsun, yoksulsun; "zengin"e karışma bari, madem...
- Deneme yazmayı sevdiren Edebiyat Hocalarıma bir teşekkür olsun. Mesajı fazla abartmış olabilirim, mazur görülsün. -
Sevdiğini apayrı tutuyorsan kendinden, sen ayrılmışsındır kendinden. Derhal toparlan derim ben. Kapını arala azcık, ardına kadar olmasa da sonuna kadar olsun(!) Temiz tut yüreğini, dip-köşe temizle.Kalmasın pis, kir, yağ ve leke! Sevdiğine gelince... Arada hava aldır ona, rahat ver, baktı daha çok almak istiyor, havasını. Bırak, alsın havasını. Yemeğini az ver, kumunu eksik etme. Sen yokken tek yaptığı s.çmak olduğu için, eksik etme. Hı, bu arada bol bol s.çacaktır zaten, merak etme! Sindirim problemi olmayacak en azından(!) Üstelik indirimli...
Viyana Sebze Orkestrası havucu flüt, pırasayı keman, bal kabağını da davul olarak kullanıyor. Yani grup, eline geçen her türlü sebzeyi kullanarak müzik yapıyor. Sen gibi el altını bel altı yapmıyor adamlar en azından(!) E, haklısın benimde elimin altında (elde var ...) bir hıyar varken viyola olarak kullanmamaın da sakıncası yoktur elbet. E ama emek var lütfen. İtiraz etme hemen... Viyola zarif çalgı sonuçta, kes sesini de hakkını ver, demiyorum bak. Bu açıdan bak bir de olaya. Her şey senin açından zira. Hayat mızıklıyor bak sonra ben değil. Adil ol! İlahi adalet!
Son olarak, kapın çınlasın, bet sesli ve bedduayı karıştırıp durasın, içine "bad"i de sokasın. Bir de yüreğin aşınsın yollarımda! Güle güle kirlensin sevdan, üzerinde paralan... eskisin anılar. Hatırlayıp durasın. Dank edercesine. Danke dercesine ve bir çocuğun kelime oyunlarına masumane bakış açısıyla ses verdiği alaycı kahkasıyla... Donkey! desin hayat sana. Pişmanlık sezip riske attığın şey kadar değerli olmayabilir. Sonunu oynamaya başlamadan önce başından idrak etmektir hayat, oyun, kurallar, çetrefil, ikilem ve erdem. Bunlardan yoksunsun, yoksulsun; "zengin"e karışma bari, madem...
- Deneme yazmayı sevdiren Edebiyat Hocalarıma bir teşekkür olsun. Mesajı fazla abartmış olabilirim, mazur görülsün. -
1 Mayıs 2013 Çarşamba
Al Bi' Isırık...

Ya da beni yine hor görüp geçer misin...
O değil de hoşuma gitmiyor artık...
Heyecan vermiyorsun, eskisi kadar, yazık ki ne yazık...
Beni yanına taşı biraz ruhumu kaşı istersen
Ama yaklaşma aklın varsa derim ben.
Tehlikedir, içimde pimler mayınlarla karışık
Sormasan da hâl hatır; gönül alışık, yazık oldu yazık...
Hayatıma gireli kaval çaldın hep, okuma artık maval!
Ben inanma yaşını geçtim(!), kitaplarda kaldı masal...
Korkma, canım acımaz, al bi' ısırık...
Koptu kıyamet içimde çoktan, kaldı koca bi' yazık!
Çatlak Kalem - 2013 / Şeffaf Mübadele
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)