Hayatı anlamak için illaki görüp geçirmek mi gerek yoksa bazı şeyler yaşanmadan da öğrenilebilinir mi? Birçoğumuzun öğretilmişlikleri doğuştanlıklarından daha çoktur, kuşkusuz. Bu benim kişisel görüşüm aslında. Kişilik daha ağır basar mizaçtan pek çok insanda. Tabii kimine yapışır bırakmaz, kiminin üzerinde eğreti durur, kiminde muallakta kalır, kiminin hiç oturmaz!
Binbir tarz içinden bir tarz vardır ya da pek çok tarz; ancak siz birisini oluştursanız da bu tarzın, onu asla görmezsiniz çoğu zaman ve beğendiğiniz bir tarza yönelirsiniz. Peki bu sizin üzerinizde nasıl durur? Bazıları düşünmez, düşünmek istemez. Bazıları için son derece önemlidir istişâre. Bunu en çok çevredekiler bilir ama en çok... Galiba hayat, kendi tarzını kabul edip o doğrultuda kendini geliştirmenden yana. Yoksa tek kişilik dev kadronuzla komediden öteye geçemezsiniz. Galiba şu Uzak Doğu (artık uzaklık diye bir şey de yok sanırım, Yakın demek daha doğru olmalı) sporlarının bahsettiği erdem de başka tarzları kendi içinizde eritip kabullenmeniz ve herkesi kendine yakışana göre benimsemeniz olmalı. "O, ona ait; bana olmuyor" diyebilmeli. İmrenmekten, gıpta etmekten ya da kıskanmaktan çok takdir edilmeli sanırım. Hele ki hırs yapıp zorla oldurmaktan çok takdire şâyân olsa gerek. Farz edelim bir balon açın kafanızda şimdi ve olduğu doğrultuda canlandırın gözlerinizde; filmlerden reklamlardan gördüğünüz görüntüler (öğretilmişliklerimiz) eşliğinde kombine ederek, boy aynası karşısında kilolu bir kadının "sıfır beden" gözükmek için dar kot pantolonun içine girmeye çalıştığı sahneyi... Komediden öteye geçemez değil mi? Bir de ellerini ceplerine sokmaya çalıştığını düşünün. Heaah tam oldu! Ikın sıkıl daral bunal... Sonuç kendine göre belki gurur ama etrafa göre "gerçek" o değil sanırım. Modernlikte sakilliğin izdüşümü sanırım daha çok Muratça. Trajikomedi diyelim peki.
Etrafa göre yaşamak zorunda değiliz ama bencillik de bir yere kadar... Hep kendi ölçütlerimiz doğrultusunda hareket edip orta yolu bulun derim ya bazı yazılarımda, galiba öyle hayat. Fark ettiyseniz şu noktaya geleli yazı da ne çok muğlak terim kullandım. Bu bile muamma... Haklısınız, hayattan bahsederken bir belirsizlik söz konusu olmaması şaşırtıcı bir durum olurdu. O yüzden "galiba, sanırım, herhalde..."ler yoğun, hayatın içinde yoğrulu. "Sanırım" bazı konularda orta yolu bu şekilde buluruz. Hayat ve insan farklı kimyadalar ancak aynı sentezde birleşmişler. Her ikisinin de tarzı farklı ama çıkış yolları aynı gibi. Her ikisi de yaşayacak görecek şeylerle dolu ve bir o kadar da dolambaçlı, engebeli ya da düz ayak. Her ikisi de bir adım atmaya bakar. Ancak her ikisi de sonlu ve sonsuz. Ortak noktada da birleşiyorlar zaman zaman, bak! Bu bilinmeyenden tek bilinen, ütü! O da sizin elinizde. İster hayatı, ister başkalarını, ister kendinizi ütüleyin ancak kendinizi fazla ütüleyip yakmayın(!) Hepimiz hata ve kusurlarımızla da varız neticede. Fazla kaptırıp da kendinizi, kafa ütülemeyin yeter. Ütünün derecesini iyi tanıyın ve ayarlayın sonra. Pazen ve ipek aynı ayarda ütülenmez. Basma ve tafta kezâ. Yünü ya da pileli kumaşı ütülemeye gerek yoktur! Ne kadar ütülense de bildiğini okur gene. Kumaşına göre ütüle yani. Renge göre sıcaklık bazında. Ve bir de temelini sağlam tutarak, sadece dış görünümü değil içiyle de denklik kurarak... Yani çıkarsanız da üzerinizden, yine size ait olduğunu hissettirerek. Ya da tekrar giydiğinizde teninize en yakın kumaş olarak... Bu yüzden, ayarı tutturacağınız, ayar da olmayacağınız bir ütüyle lütfen. Çift çizgi oluşturmadan, jilet gibi derler ya hani; tek, istikrarlı ve düzgün. Bir de tersinden yahu tersinden...
Binbir tarz içinden bir tarz vardır ya da pek çok tarz; ancak siz birisini oluştursanız da bu tarzın, onu asla görmezsiniz çoğu zaman ve beğendiğiniz bir tarza yönelirsiniz. Peki bu sizin üzerinizde nasıl durur? Bazıları düşünmez, düşünmek istemez. Bazıları için son derece önemlidir istişâre. Bunu en çok çevredekiler bilir ama en çok... Galiba hayat, kendi tarzını kabul edip o doğrultuda kendini geliştirmenden yana. Yoksa tek kişilik dev kadronuzla komediden öteye geçemezsiniz. Galiba şu Uzak Doğu (artık uzaklık diye bir şey de yok sanırım, Yakın demek daha doğru olmalı) sporlarının bahsettiği erdem de başka tarzları kendi içinizde eritip kabullenmeniz ve herkesi kendine yakışana göre benimsemeniz olmalı. "O, ona ait; bana olmuyor" diyebilmeli. İmrenmekten, gıpta etmekten ya da kıskanmaktan çok takdir edilmeli sanırım. Hele ki hırs yapıp zorla oldurmaktan çok takdire şâyân olsa gerek. Farz edelim bir balon açın kafanızda şimdi ve olduğu doğrultuda canlandırın gözlerinizde; filmlerden reklamlardan gördüğünüz görüntüler (öğretilmişliklerimiz) eşliğinde kombine ederek, boy aynası karşısında kilolu bir kadının "sıfır beden" gözükmek için dar kot pantolonun içine girmeye çalıştığı sahneyi... Komediden öteye geçemez değil mi? Bir de ellerini ceplerine sokmaya çalıştığını düşünün. Heaah tam oldu! Ikın sıkıl daral bunal... Sonuç kendine göre belki gurur ama etrafa göre "gerçek" o değil sanırım. Modernlikte sakilliğin izdüşümü sanırım daha çok Muratça. Trajikomedi diyelim peki.
Etrafa göre yaşamak zorunda değiliz ama bencillik de bir yere kadar... Hep kendi ölçütlerimiz doğrultusunda hareket edip orta yolu bulun derim ya bazı yazılarımda, galiba öyle hayat. Fark ettiyseniz şu noktaya geleli yazı da ne çok muğlak terim kullandım. Bu bile muamma... Haklısınız, hayattan bahsederken bir belirsizlik söz konusu olmaması şaşırtıcı bir durum olurdu. O yüzden "galiba, sanırım, herhalde..."ler yoğun, hayatın içinde yoğrulu. "Sanırım" bazı konularda orta yolu bu şekilde buluruz. Hayat ve insan farklı kimyadalar ancak aynı sentezde birleşmişler. Her ikisinin de tarzı farklı ama çıkış yolları aynı gibi. Her ikisi de yaşayacak görecek şeylerle dolu ve bir o kadar da dolambaçlı, engebeli ya da düz ayak. Her ikisi de bir adım atmaya bakar. Ancak her ikisi de sonlu ve sonsuz. Ortak noktada da birleşiyorlar zaman zaman, bak! Bu bilinmeyenden tek bilinen, ütü! O da sizin elinizde. İster hayatı, ister başkalarını, ister kendinizi ütüleyin ancak kendinizi fazla ütüleyip yakmayın(!) Hepimiz hata ve kusurlarımızla da varız neticede. Fazla kaptırıp da kendinizi, kafa ütülemeyin yeter. Ütünün derecesini iyi tanıyın ve ayarlayın sonra. Pazen ve ipek aynı ayarda ütülenmez. Basma ve tafta kezâ. Yünü ya da pileli kumaşı ütülemeye gerek yoktur! Ne kadar ütülense de bildiğini okur gene. Kumaşına göre ütüle yani. Renge göre sıcaklık bazında. Ve bir de temelini sağlam tutarak, sadece dış görünümü değil içiyle de denklik kurarak... Yani çıkarsanız da üzerinizden, yine size ait olduğunu hissettirerek. Ya da tekrar giydiğinizde teninize en yakın kumaş olarak... Bu yüzden, ayarı tutturacağınız, ayar da olmayacağınız bir ütüyle lütfen. Çift çizgi oluşturmadan, jilet gibi derler ya hani; tek, istikrarlı ve düzgün. Bir de tersinden yahu tersinden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder