8 Mayıs 2013 Çarşamba

Esmer Gece Karanlığı...


N'oldu, biliyor musun? Geçen gün gece çıktım dışarı. Öyle, dolaşmak istedi canım... Spontane gelişti. Sonra parkta bir silüet gördüm. Gittim yanına oturdum. Gecenin verdiği kasvet ve garabetten uzak, ürperti ve korku unsurlarını bir kenara bırakarak gittim yanına, korkusuzca. Zaten ne kadar korkutucu olabilirdi ki yalnızlıktan... O an düşündüm ki, hiç bir şey düşünmediğimi fark ettim(!) Aslında birçok düşünce vardı aklımda. Okuyamıyordum ben bile sanki altyazısını. İnsanoğlu değişik bir kimyaya sahip derim ya. Türlü türlü hâl ve duygu içinde hani nicedir...

Yaklaştıkça büyüdü gölge. Bankta oturuyordu. Kimdi bu dev! Yanına yaklaştıkça farkettim tek tek hatları. Derken bulmacanın tüm karelerini çözmüş gibi, 2400 parçalı puzzle'ı birleştirmiş gibi, ikinci dereceden denklemin sonucuna varmış gibi sevindim, bir bilinmeyenli. Yanında biraz bir boşluk vardı haşmetli duruşunun. Oturdum o boşluğa ve seyrettim. Bir 5 dk. rahat konuşmadık. Sadece tanıdık birbirimizi. Gözler etkin, duyular yoğun, dudak-ağız ve diş unsurlarından uzak, sadece tanıdık. Tanıdık birbirimizi. Gözleri koyu kahveydi. Bana bakan tarafını gördüm. Ancak parkın öteki yüzüne bakan ve kesik kesik yanan lambasından nasibini alan diğer tarafından elaydı gözleri. Parlıyordu. Çakmak çakmak... Konuşmaya başlayınca fark ettim, tam değil hafif çevrilmiş yüzüyle yarı mahçup yarı kırılgan bir tavırla göz ucuyla baktığında bana. Gözlerinin beyazı yeni doğanın masumiyeti kadar pûr nur... Omuzları genişti oldukça. Havanın sunduğu güzellikle sus payı vermişti tüm vücuduyla atmosfere adeta! Dolu dolu kaplıyordu, kilosuyla değil; varlığıyla teşrif ediyordu hayata... Sağ bileğinden dirseğine kadar silikleşen yeşil bir damarı vardı, belirgin. Sol bileğinde bileğine orantılı kocaman bir kol saati, metalik gri. Zaman akıp geçiyordu kolunda. Ayaklarını ayırarak oturmuştu, tüm ihtişamı ve hengâmesiyle. Haşmetli yüzü, korku salıyordu insanda. Sümbülî siyah kaşları buna eşlik ediyordu en çok... Çenesinde hafif belirginleşen kemik çıkıntısıyla... Elmacık kemikleri biraz çökmüştü içine. Hem zayıf hem güçlü bir duruştu onunki. Kimsede görülmemiş daha önce. Adem elması ileri geri hareket ediyordu, konuşunca fark ettim, yutkunası o kadar çok meramı vardı ki içine döktüğü. Dökülenleri anlattı bana. O da muhtaçtı o an birilerine belli ki. Teni esmerdi. Hafif bir U dönüşü yaptığı muhabbeti çeviremedi tam, belliydi nereye varacağı çünkü. Ağır darbeli. Ama yine de dikti duruşu. Alnının yukarısında saç uçlarının gözüktüğü noktada hafif bir ter pıhtılaştı... Yoksa gözyaşı mıydı? Güçlüler çevrelerine fark ettirmemek için alnından mı akıtırdı gözünün yaşını? Sırtından akmıştı soğuk soğuk oysaki o an, daha çok... Bunu çok daha sonraları söyledi tabii... Aktıkça teninin koyuluğunu ağartmıştı her seferinde ter, nice sonra fark ettiğimde. O gece kaldı aramızda büyük bir sır... Sırdı konuştuklarımız, söylememeliydik başkalarına. O yüzden konu muhabbetin konusuna yaklaştıkça U dönüşü yapıyorum ben de... Bakmayın, başka bir şey değil aslında. Ben bana ait kısmını üstü kapalı geçeyim en azından. O gün, şarkıda da dediği gibi hani; "anlaşmadan ölmeyelim..." dediğimiz zamanın acısını çekiyordum en çok. Anlaşmadan ölmüştüm ya da öldürülmüştüm ben. Oysa hiçbir zaman acıdan haz almadım, sadece mutluluğun tadını çıkarmaya çalıştım ben. Olsun, güçlü duruyorduk artık. Mağrur derdim tanımamış olsaydım yabancıya, yabancı dediğime bakmayın bu arada, tanıdıktı o. Oldukça hem de. Ama biliyordum içimden geçirdiğimi. O da biliyordu. Yabancı dememeliydik asla. İnsandık çünkü, uzuuunn uzadıya. Işığın altında kayboldu o gece. O nasıl bir nokta olur, diye düşünürken ben, hakikaten bir nokta uzağındaydı artık hikâyemin. Uzak tutmadım, tutmadık ama kendimizi birbirimize. Yaralarımızı birleştirdiğimiz nokta ne kadar uzaksa biz o kadar yakınız. Korkmamayı ondan öğrendim sonra. O dev cüssesiyle girdi hayatıma, esmer gece karanlığında...

Yaşam yorucu, bilirsiniz. Aşka tutunmak güzel ama her zaman el avuç açmıyor insanın yüzüne. Ağlattığı daha çok belki, hem tecrübe hem dirayet, olgunluk ve de... Ama muhabbetten anlar dost. Dostluk daha başka, daha koyu, daha ilham verici yaşamın kıyısında. Susayan gönülleri doyurucu kimi zaman anılar. Besleyici tüm vitaminiyle, soyulmadan kabuğu. O zaten apaçık ortada. Âşina. Şarkı gibi, şarkılardaki kimi sözler kadar vurucu. Gölgesi dev adam olmak... O, bir başka âlemi tanıttı bana. Asıl dünyaymış sanırım: Gölgesine saklanırken yalnızca, alabildiğine kalbine dokunmak...

Dertlerimizin birebir aynı olması mümkün değildi belki ama neticede aynı paragrafa gömüldük biz o gün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder