29 Mart 2013 Cuma

Vaziyetname

Satırlarda vurmayacağım bu kez seni merak etme... Vurmaktan beter edeceğim diye... Hayatta yollar alacaksın en ulvi, en derin yollar olmasını dilerim şimdiden. Bu bir ayrılık gerekçesiyse şayet. Elbette ki yeni maceralar kovalayacaksın sen de. Baş edeceksin, başa çıkacaksın, baş üstü olacaksın... Her yeni maceranda ayrı bir güzellik ümidi taşıyacak kalbin, boşver, sonu hayal kırıklığı olsa da pek takılma. Dünya gelip geçici diye bak, "nasıl olsa toprak altına gireceğiz" hepimiz. 75 yaşındaki işleyebileceği tüm günahları işledikten sonra kafasına geç de olsa dank etmiş bir kulun yalvarırcasına beklemesidir cami avlusundaki bir bankta ikindi vaktini. Maceralarının ardı arkası kesilmeyecek, merak etme. Her birinde yeni bir heyecan saracak ruhunu, dünyadaki tüm kütlen kadar, kitleye meydan okurcasına. Demiştin herkese kurduğun sözcükleri bana da. Tarih tekrar etti, kişiler keza. Aynı şekilde belki aynı üslupta söyledin bana da. "Seni tanımak istiyorum" diye girersin ya hani insanların hayatına. Öyle bir tanışıklıktı bu. Alelâde. Ne mi oldu? yAŞanmışlıK oldu işte en kötü. Daha önce tanısaydım, oldu. Niye tanışmadık ki daha önceden, oldu. Bir heyecandı gece yarılarına kalan günün ardından. İncilerim dökülüyor bu arada, korkma, emi?! Ben sıkarım en çok kafana, ateş etmem(!) Kıyamam çünkü bir taraftan da sana. Alır başını göğsüme koyarım, şefkat merhamet gider mi "gider" öyle... Sen de ilerde başıma omzunda yer ayırırsın olur biter işte... Peki, ne mi oldu? Sıkıldı, buraya kadar. Hopp! Tekrar dön başa... Girsin birileri hayatına. O kurulan cümleler yaşasın yenilerini, atsın başka kalplerde, eskiyen cümlelerle oysa... Yeni gibi geliyor ya herkese her seferinde; dolambaçlı o yol, sinyal çakıp geçelim iyisi mi. Şimdi ben sadece hayatına dâhil olan o ender topluluklardan biriyim ya da değilim. Ama hayatın zamanla müttefik olduğu bir anda, kaderin devreye girmesiyle, Allah'ın da istemesiyle karşına bir anda öylece çıkıverdim. Başka insanların hayatında başka kimler varsa, o hesap işte biraz da. Alelâde. Şimdi bıkmadan, sıkılmadan kur yenilerini, "yenilerine". Aşkı bu kadar ucuza satan sen, bu kadar basite indiren kalbin, çürümüş bence, bırak gitsin denize. Attığı yerde yıkanır, temizlenir belki. Ama sen beni kaybettin be yavrum. Sevgi, aşk, dostluk ne olursa olsun; bir muhabbet, bir insan demekse eğer; insan her şeye değer... Ne kadar çoksa da "muhabbetin" o kadar zenginsin, o kadar da sevilirsin işte. Denklemden anlıyorsan şayet. Kendini bul bizzat bu cümlelerde olur mu? Kendini bil. Tüm insanlığı kattım aslında, kızım sana gelinim anla hesabı ama sen yaşattın bunu bana. Örnek oldun büyüklerine! Ne de büyükmüşsün be! Aman belli etme sevgini, görmesinler yoksa mazallah. "İnsanoğlu duygusal işte..." bir de. Neyse vur dediler, öldürmeden seni.
Sen karda yürü ama izini aman belli etme, olur mu?
Aman bozdurma da kimseye keyfini, e mi?
Benim adresim ayrı, bu yazının adresi ayrı...
Ama kesiştik bir noktada işte. Hayat mı dersin, zaman mı dersin, kader mi istedi, yoksa O mu emretti..?

27 Mart 2013 Çarşamba

Ruh Öküzü

Gönlünde yatmayı seviyorum, demiş miydim sana?
Az da olsa bir yerde kıvrılıyorum işte.
Gitmem bir yere, merak etme.
Sen gitme. Sen de gitme. Eriğimizi tuzlayalım.

Gözlerine bakıp aşkı gördüğümü gördün mü gözümde.
Yansıması yansıdı mı yeterince hayatına
Yokluğun üşütür, hasretin ruh derinliklerimde.
Sen bırakma. Sen de bırakma. Pastamızı yiyelim.

Hissederim benden uzakta bir şeyler o zaman üşür ellerim
Ne zaman bir şeyler duysam kıpırdaşır taşar içimde, seninle ilgili.
Her şeyde seni gözetirim sen bilmesen de sever rengim
Terk etme beni. Sen gitme. Çayımızı içelim.

Eşin menendin yok ki kimse sığınamaz bana
Bir adım atsa biri, almaz bu iç, bu kapı; kapanır ona.
Sensin benim minik öküzcüğüm sadece
Hepi topu bir kalbimiz var, aşktan biz de gitmeyelim...

Ezkaza geldin kapıma zaten, onu da hayat getirdi...
Ruh ikizi değil, ... öküzü istemiştim ben hep; neyseki gerçekleşti.
Gitme n'olur hayatımdan, lütfen ama terk etme hiç; söz ver, garanti et, gitme...
Ekmek kırıntısı yiyelim, susam çiğneyelim ama kal benimle.
Çatlak Kalem / '13

25 Mart 2013 Pazartesi

Kelimelerin Kaderi...

Kelimelerin kaderini merak ederim hep, kelimelerin kaderi kimin elinde? Biri üzgün, biri fena hırpalanmış, biri yok sayarmış, biri yanına arkadaş ararmış, biri içten gönül bağıyla bağlanırmış, biri onu yanına almadan yapamazmış-onsuz olmaz'mış, biri ifrat tefrit hissedermiş, biri oturaklı-tumturaklı, biri çok mutluymuş, biri eserikli, biri dolu dizginmiş,biri kafayı yemiş, biri kararsızmış hep, birinin içi kararmış, biri atlarmış her lafa, biriyse sadece "biri"... Hepsi gruplanmış birçoğunun, hepsi oluşturmuş bir bütünü. Sonra birbirlerine gülmüşler kahkahalarıyla ama aynı kalıpların dışından çıktıklarında mutlu olmuşlar genelde. Çünkü öyle daha çok vurgulanmışlar, daha bir dikkat çekmişler. Fark edilmişler çünkü. Sıradışı olmuşlar. Biri bir yerlerde mesela... Hiç dokunan olmadı ona. Henüz kullanılmadı, tertemiz. Henüz doğmadı belki de. Şairin dediği gibi, en güzel aşk hâlâ tanımlanmadı. Yetersiz değildi, bazen yetmez ya tek başına. Daha güçlü olur işte o zaman. Sevdikleri yanındadır zaten en sevdiklerini de,harfleri, içinde taşır...

Birileri vardır bu kez. O birileri de kullanır bazen gelişigüzel, rastgele, alelâde. Bazıları farkına bile varmaz bu sihrin. Bazıları öğrenmiştir sadece... Üzerine düşmez bazıları; bazıları vardır üzerine titrer, altını çizer, üstüne basar, tırnak içinde okur hatta satır aralarını. Bazıları biraraya getiremez iki cümleyi ya da kelimeyi. Bazıları sakınır yüreğinden geçene. Bazıları ip üzerinde bale yaptırır âdeta. Ve bazıları kullanamadığından muzderiptir. Çevresinden sıkıntılıdır, sinesine çeker usulca. E buna da zıt düşen olacak ya kıymeti bilinsin diye aradakinin, şükretmek aklına bile gelmez işte.

Düşünelim birlikte. Beş aynı "beş" ya da "5"... Diğer rakamlar olsa da aynı söylenir olmasa da. Nihayetinde o da yalnız. Ama ardına "yıldız" alır, mükemmel olur. "Süper" olur! Hı, arkasına "sınıf" alınca ya mezun olur ya da bir ayrımın yalnızca bir pelesenk olmuş aşağılayıcı parçası... Sonra, "at" mesela. At güzeldir, tarihte savaşlara tanıklık etmiştir. Uğurdur. Gelin ata biner, "ya nasip..." çeker mesela, hatırlarsınız, geleneğimizdir, kültürümüzdür, içindedir. Savaşçıların yanındadır, sahibine sâdıktır, sahibi ona âşık; asildir sonra, gözü pektir, pek bir hızlıdır. Ama "asfalta pisleyince" olan olur ona da. Ya da "bir yerlerine kelebek konunca" belki kimbilir... Oysa aynı dertten narin ve naif kelebek de muzderiptir. Kelimeler aynıdır oysaki. Kelimeler de yalnız. Çirkin ve nankör olan kim oysa? Hepsinin suçu yalnız algı ve zihin midir, mümkün müdür böyle bir düşünce... Bakın yine merak ettim işte, kelimelerin kaderi kimin elinde..?

22 Mart 2013 Cuma

Ve Haklıydın...

Haklıydın, en başından beri, haklıydın sen
Bunu söyleyebiliyorum en azından bak...
Geç değil çok, hâlâ bunu da söyleyebiliyorum ya
Güç de değil, olmadı hiç de, sen haklıydın.

Haklıydın, ah benim şu pembe hayallerim olmasa.
Nice umutla, ümitle örülüydü her biri;
Bilmem kalesine oturtabilseydim temelini
İlk durakta pes etseydim yaptığın gibi.

Haklıydın, boşunaydı bel bağlamalarım.
Ve boşunaydı yanmalarım, yakarışlarım...
Olaylar, keza sen de birden geliştin gözümde
Günahını bile bile göze aldım, yok saymalıydım.

Senden öğrenemedim bir türlü, yapmam gereken şeyleri.
Azıcık sevgiyle frenlemeliydim, önüme geçmeliydim ruhumun.
Kaçmalıydım sonra aramamalıydım seni.
Haklıydın, olmazdık "biz", doğaya aykırıydı bu ilişki...

Ve haklıydın, boşunaydı... zaman ayırmalar-ım!
Senin yaptığın gibi; uzaktan sevip aramamalıydım
Bilemedim ilk durakta inmeyi ufka bakarken
Sonunun iyi olmayacağını bile bile gönlü oyalamamalıydım.

Her veda bir vefa mı dersin şimdi pişkin pişkin
Sustukça da zaten içimi şişirdin...
Yol alacağımıza kitap alıp okusaydık ikimiz daha da yol alırdık, emin ol.
Şimdi dilediğince kaç istersen, sanadır kaçışlarım!
Yine de şimdi ya defol ya da yok ol...
2013 ' Çatlak Kalem

20 Mart 2013 Çarşamba

Dürülmüş Hesap Bükülmüş Gül!

İki bakıştı önce, bir susuş
Bir nefes alıştı, bilirim, en derinden
Kalbimi çektim birden sanki
Sen kulağını çekinceye kadar;
Bir masum vardı karşında en çok o günlerde
Bir de geçmiş hesabın.

İki yaran vardı mazide, eskitilmiş
Ben yanardım, sen seyredalardın...
O bakıştı beni çalan zaten, bir düşünüş hali
En çok da senden korktuğumdu yalan
Bir masumiyet vardı teninde o zamanlarda
Şimdi derin aldatışlardı bakışın.

Önce sevemedin biliyorum, kimse alışamaz
Ben alıştıysam yokluğuna, sana kimse karışamaz
Karıştırırlar gölgelerini, benim en saf derinlerime
Yakıştıran olsa da olmasa da senden bilirler
Bir günlük bile değildi dünya, o hesabı temize çektin
Bana da bıraktın ucundan bi' pay ama yine de geciktin.
'13 Çatlak Kalem

18 Mart 2013 Pazartesi

Hayat "Yollarda"...



Hoş geldin kapıma, o malum rüzgârlar attı sonunda.
Sıcak sular mı dökmemi istersin, soğuk sular mı?
Arkandan soğuk dökmüştüm en son, görüşmeyecektik sözde;
Ama bak yine karşımdasın, dikilirsin öylece.
Ne tuhaf değil mi hayat?
İçeceğin suyun sıcaklık derecesini soruyorum sana(!)
Nereden nereye geldik bak.
Bence ne sen düştün ne ben düştüm; hayat düştü kötü yola...

Çatlak Kalem - 2013 'Winter Collection
Hayat Yollardaymış Meğer...

15 Mart 2013 Cuma

Tarih Tekerrürden Demişler...

Hayatına girdim, yarı belime kadar ıslandım. Ne de sağnakmış yağışların... Ben parçalı bulutlu, gün karla karışık güneşli; saldık iplerimizi pazarlara, sattık dünyayı da yok yere, ağız dolusu küfürle... Ettik Allah'a emanet bir de üstelik. Gün yüzünü yarı görerek yarı hissederek, sevdik birbirimizi en çok. Yarı gösterdik yarı hissettik işitirken bir de. Çok sevdik, delice. Delice ve kana kanaydı. İçtik susamışçasına, "ohh!" çektik yaramışçasına, hamdettik. Sen bana asırlardan taç yaptın özlem ve gurur dolu kaybedilen yıllar adına. Ben sana içinde seni gizlediğim yalanlardan sırça bir taht yaptım düşünüp oturasın diye. Böylece kaybettiğimiz toprakları geri alalım diye, "biz" kazanalım diye imparatorluğumuzu kurduk gerisin geriye, yenilensin serpilsin büyüsün diye. Uyuttuk dizlerinde, salladık... Tarih anısını anlattı, tarih yarı karanlık. Ne mi oldu? O yarı şu yarı bu'nlarla bir bütün olamadı, bir arpa boyu yol alamadı. Tarihi anlatırken tarih oldu. Tarihin içinde tarih oldu. Fi tarihiydi, tekerrürden ibaretti ve tekrar etti kendini. Her sil baştan'da, her yeni yarın'da kendini tekrarladı. Ne mi oldu? "Oh!" oldu! Tam düzeldi şöyle, gidiyordu ki tekerler ağır aksak-yeknesak yolunda, "hoopp" başa döndü, yerinde saydı. Duraksadı ve şöyle bir baktı ki geriye; çektiği dizginler değildi bu kez arabayı yürütmesi için, yalnızca bir "o-oh!"tu...   

13 Mart 2013 Çarşamba

İyi Seyirler...

Hep rahatsız hissetmemi sağladın, bravo!
Bu şiir ona binaen bir teşekkür taşır.
Sen beni taşıyamadın bi' kolunda...
Başımı yasladıkça omzunu kaldırdın.

Fazla naz aşık usandırdı.
Göz görmeyince de gönül katlandı.
Bana aykırı tüm şeyleri yaptın kanımca.
Netice gene ikimize patladı!

Sen kalırsın ben alırım puanları hayattan
Cezan varsa çekersin günahtan ve de hatadan
Şimdi sıra bende, kimlerleyim görmen lazım...
Yollar bile yarılandı seyret bakalım.

Anca öyle ağzını ayır, ayran budalası gibi!
Zamanında bilmedin kıymet, çektin pimimi...
Ben de uyuz ettiğin tüm sinirlerimi cımbızla aldırdım
Seni rafa koydum, çeyizime kaldırdım.

Şu hallerden sonra evde kalırsın diyorlar
Kuru kayısı olgunlaşınca daha tatlı olur, bilmezler...
Ben de sana dair ne varsa bir bir aldırdım
Çeyizim sarardı, sen karardın; sakladım da sakladım...

Bilmem nafile midir tüm umutlar; boşuna mıdır o varolası gerçekler, sağolası hayaller
Hayat devam etmekte bak, yalan dolan, sudandır üstelik sebepler...
Sıra bende artık, sana iyi seyirler...

Sana dair ne varsa kalbimde, hepsini topladım
Çoluk çocuk tüm mahalleyi de ayağa kaldırdım
Muhabbetin hoş, gözlerin boş bakar; sana doyum olmaz
İzle ve gör bakalım, iyi seyirler canım...

Anıları toplarken zor kalktı yerinden gülümsemeler...
Bu haller de neyin nesidir, vay anasını sayın "seyirci"ler!!!
09.03.2013
ÇAtLAk KALEM

11 Mart 2013 Pazartesi

Hayattan İbaret


Sönük bir yıldızdan parlak bir yıldıza uzanan bir hikayedir bu. Onların hikayesi değil, yanlış anlaşılmasın. Sevmediği şeylerle anlatıyordu ona sevgisi. Her seferinde sevmediğini dile getirdikçe beriki, üstüne üstüne gidiyordu. En çok sevmediklerinin dahi... Biliyordu, onu kalbine yakın. Tahmin ediyordu sevgisini az çok, kendininkine eşdeğer ama biliyordu asla kendisininki kadar olamaz, olmayacaktı da. Hata, dünyanın kuruluş aşamasında gerçekleşmişti onlar için. Ama başka kullar gibi isyan etmediğinin farkındaydı. Etmeyecekti. Aksi ya, şükredecekti aksine. Göndercekti kalpten binbir çeşit dua. Yine de kendisine ters düşmeyecekti özünde. En çok sevmediği şeylerle anlatıyordu sevgisini. Seviyordu bunu yapmayı. Zamanla sevdiriyordu çünkü sevgisiyle, buna güveniyor ve bunu biliyordu en çok. Hoşuna gidiyordu da zaten diğerinin. Bir tek onun yapmasına müsaade ediyordu. Yüreği en çok ona dokunuyordu zira. En çok onu seviyordu o da. Yıldız değillerdi, hiç olmadılar zaten. Gençken özenmişlerse de kursaklarında kalacak kadar değildi. Gelip geçici bir hevesten öteye de geçemedi. İlk vardıkları nokta nerede, şimdi yol adıkları zaman nerede ve durdukları yer neredeydi, dönüp arkalarına baktıklarında. Kısa zamanda çok yol almışlardı işin hakikati. Sevdikçe seviliyor, sevildikçe seviyordu; bu çark-ı düzende. Biliyorlardı muğlak sonsuzluğun başlarına geleceklerini. Ödün vermeden hayattan yol alıyorlardı, yaşta da tabii. Alması bedavaydı herkes için zira. Diğerleri paraylaydı ya(!) Hazin bitmedi bu yolun sonu, pek de hüzünlü bitmedi. Asılı kaldı hayat gibi. Çünkü hayataydı en gerçekleri. Tıpkı hayatın kendisiydiler. Ne var ki dünya kurulduğunda öpecekti biri, diğerini. Yeniden oluşacaktı her şey, bir daha kayacaktı yıldızlar, dağlar sular taşıyacaktı vadilerde. Ova ova, öbek öbek çiçekler açacaktı yağmur bulutlarının altında. Karlar eriyecekti mimozalarda, kardelenler şaşıracaktı yollarını, dağ karanfillerine tutunacaktı en sonunda. İki ayrı hayattı yaşadıkları. Birbirlerine dahil, birbirilerinden bir o kadar uzak. Mütemadiyen akılda, zihinde anıda, aşkta kalpte, hürriyet de kimbilir neredeydi... İzin vermedi hayat birleşmelerine, olmayacaktı da. Olsun, ellerindeydi yürekleri. Sevmişlerdi birbirlerini. Delice, coşkulu, umut dolu. Yaşam avuçlarından kayarken fark edecekleri yaşamı dolu dolu yaşadıklarını. Kaybedecekleri yoktu arkalarında, yaşadıkları kârdı yanlarına. Zerre nedamet duymaksızın, sıkıntı yaşamaksızın kapatacaklardı gözlerini. Birbirlerinden habersiz, kilometrelerce ötede ama aşkları daim. Hayatları yolunda bir, kesişik; anılar zihinde, kalpler aşkta, umut kimbilir nerede yaşayacaktı son arzularını... Birbirlerini tanıdılar, sevdiler en çok birbirilerini, tamamladılar, yettiler; her şeye göğüs gerdiler, her şeye yettiler fazlasıyla. Bihaber olsa da beden birbirlerinden, ruhları yeterdi anıları kazımaya. Görmüşlerdi birbirlerini birkere. Bir dua bir yakarış eder gibi uzattılar ellerini, istediler. Hayat yeni başlıyordu onlar için halbuki.

8 Mart 2013 Cuma

Seninle Sende Olmak

Alıştırdın artık sormamaya,
haber etmemeye,
aramamaya alıştım...
Alıştırdın yalnız bırakmaya,
terk etmeye,
ilgilenmemeye, alıştım...
İyi mi ettin kötü mü bilemem ama
olgunlaştırdın
Direnç kazanır oldum,
bağışıklık kazandım
Başkalarından bahsettiğin için;
kalbime yosun bağladım, sakladım.
Ama yine de sevgiyi bölüştüğümüz zamandayım, yerdeyim
Sen ister bil ister bilme ama ben bıraktığın yerdeyim, sendeyim
Seninleyim / Çatlak Kalem '13 Şubat 14

6 Mart 2013 Çarşamba

Baharat

Baharatlı şeyler yemek istiyorum bu aralar, böyle bol acılı...
Yaksın istiyorum içimi!
En kuvvetlisinden parçalasın tek tek hücrelerimi.
Yaksın sana dair ne varsa, yansın aşkla, çivi çiviyi söker belki.
Söksün, istiyorum da...
Ardından soğuyan kalbimi yakarak söndürsün istiyorum.
Bari giderayak işe yarar belki.
Sana ağladıklarıma say, onca güzel anıların silip süpürülmesini sağladım.
Hayır olsun bakalım, ben de bu ara mazo-sado'ya bağladım!

Çatlak Kalem / 21 Şubat 2013

4 Mart 2013 Pazartesi

Oto-büs, Oto-süs ve benzerleri...

Hayat yollarını katettikçe bir yenisi açılır malumunuz, yeni yollar. Derken yine bir otobüs macerasının içinde buldum kendimi. Yaramaz, haşarı bir çocuk var bu kez radarımda. Sinyal üstüne sinyal çakıyor üstüme en kırmızısından. Kırmızı uyarı da olabilir, farkındalık da ama bana ikisinin de harmanlandığı bir sinyal veriyor nedense. Ve üzerime atlayacakmış gibi bas bas bağırıyorum içimden, bu 6 saat nasıl geçecek diye. Fazla hareket ettiğinden hiperaktif grubuna aldım kendisini. Nazarımda bilgin oldu, zaten içinde yeterince indigoydu, yeni nesil sonuçta işte. 10-12 yaşlarında, çok değil. Annesiyle birlikte bindiler ancak öne otururlarken 3/2 koltuk numarasını aldıklarından emindiler. İyi de böyle nuımara yok ki... Olmaz da. Karşılıklı aldılar diye içimden geçirirken yanlış bakmışlar meğerse bizimkiler. Ah, şu geçen yolculuktaki amcalar gibi ne de çabuk içselleştirmişim. "Bizim" diyecek kadar olmuşlar, halbuki şimdi nerededirler bilmem. 31/32 imiş meğer koltuk numaraları. Onlar arkaya geçedursun yerine yaşlı bir amca bindi ve kızı sanırım yanındaki de. Gözünün içine bakıyor adamcağızın. "Ne hayırlı evlat"mış diyorum. Belli ki anne ayrıca... Pratik bilgileri geniş. Bu kanıya tamamen sözsüz iletişim kodlarından yararlanarak vardım. Kişilik bilgisine ulaştım, profilini çizdim. 1 saat içinde vardığım bu kanı 6 saat içerisinde pekişecekti, teklemeden. Yemek yedikten sonra tabak çatalı derleyip toplayan ve peçetesiyle silen cinsten hemen, ayaküstü. Keza otobüsün ikram servisi sonrasında sergilediği tutum gibi. Saçlarının ucu ıslak, sanırım yeni yıkanmış, kurumamış saç uçları. El maşasıyla saçlarını tarıyor, kırıklarını alıp avucunda biriktiriyor. Daha sonra su dağıtılan plastik kabın içine koyuyor onları. Pek nezih bir görüntü değil hani bu. Ama ne bileyim, derli toplu işte. Ortalığa atmasından yeğdir, diye düşünüyorum. Hemen önümdeki orta yaşlı adamlar ciddi meselelere dalmışlar. Oysa çok olmadı seyahate başlayalı, ne ara tanıştılar... Son derece entelektüel bir konuşma dönüyor bu kez, alışılagelmişin dışında. Düşünürüm, "bir de bana entelektüel derler, alakam yok..." Halbuki o kemik çerçeveli gözlüğü, jilet gibi ütülü pudra pembe gömleği, siyah kadife ceketle kombine etmiş adamın yanında solda sıfır hissediyorum kendimi. Gerek prototip gerek profil olarak. Dar paça ütülü şu Sarar'ın (reklam!) Interview koleksiyonundan diyorum, genç kesim ve dar kesim olan yani. Olduğundan daha genç gösteriyor zaten yaşını da. Daha bir gençleşiyor üstündekiler sayesinde bizimki (artık idare etmeniz gerek!). Hafif kırlaşmış saçları. Olgun gösteriyor, çocuksu değil yani. Ciddiyetini bozmuyor hiç, istifini de, konuşurken. Karşısındaki daha gayri resmi ama entelektüel birikimi de var epeyce, bilgi hususunda. Bilmiyorum, daha derin meselelerin baş aktörleri genelde erkekler olduğu için midir konuşma da hararetlendikçe maskülen bir yapıya bürünüyor. Yoğun erkek kokusu taşıyor muhabbete yani. Muavin de gelip gittikçe koku benim yönüme esiyor, rüzgarıyla. "Oha!" Bu arada şöforü görüyorum, tepkim ona... Jason Statham sanırım! O kadar özgüven ve karizma akıyor ki... Paçalarından akasım geldi şu anda mesela(!) Dörtgen formlu güneş gözlüğünü takınca havasından geçilmiyor. Hızlı da... Yanımdaki koltukta genç bir kız, öğrenci, ders çalışıyor kopi kağıtlarından. Sınavı falan var sanırım. Hoş ben de sınav için gidiyorum ama değmesinler keyfime(!) Bakmayın rahatlığıma içim sıkıldı şimdi düşününce. Yanında orta yaşlı bir kadın oturuyor. Kadına "hemşire" diyesim geldi, şu anda bıraktığı izlenimden. Dik oturuyor ve apaçi müziği eşliğinde çalan telefon fon müziğini dinliyor adeta. Birazdan gözlerini hafifçe kısarak bakıyor kimin aradığına. Konuşuyor karşısındakiyle, son derece düzgün bir İstanbul Türkçesi ile... Konuşma bitince gözlerini dinlendirmek üzere kapıyor. "Hayat Beklemez" çalıyor Sertab'tan, radyoda. Ben ise birazdan Ajda'dan "Başbaşka Biri"ni dinliyorum. Gün ortası. Akşama büyük kavuşma var sanırım... Arkamdaki koltukta oturan yaşlı teyze yanındakine torununu gösteriyor; gözleri yaşlı, ağlamaklı çatlak sesiyle, bahsediyor ondan. Kadın pür dikkat dinliyor ve baş sallıyor konuşmanın belli başlı yerlerinde. Film izliyordum, korku, "Koku" bu arada. Ne komplike bir büs bu da diye düşünüyorum. Hayatın tüm renkleri içinde toplanmış gibi bu sefer, bu seferde. Herkes ayrı telde, farklı tonda, bildiğini okuyor, okutuyor. Derken hava biraz daha açıldı , güneşli bugün... Oysaki şubattayız, radyoda Kubat'tayız öte yandan. Kıştayız ama bahardan kalma gibi sanki. Muavinin ter kokusu vuruyor burnuma geçtikçe ve yer yer yollardan sarsılan otobüsün içinde sendelememek için yukarıdaki eşya bölmelerine tutunurken kollarını açtığında, öndekilerin entelektüel maskülen tartışmalarından sonra. Gömleğini patlatacak adele yapısı olan şöfor getiriyor vardığımız noktaya. Yol boyunca önündeki klimaya tutturulmuş mor parlak şeffaf süsten de alamadım kendimi. Tutup sökmek istedim yerinden benim olması için, bir ara mola yerinde çorlamak da aklıma gelmedi değil hani. Vermeyecekleri karşısında bir alternatifim olsun diye düşündüm, n'apayım. Her şey bir yana da her bir serüvenin içinde başka bir serüven. Yorsa da sıkılsa da coşsa da devam. Ama bilirim ki sen aynı kalsan da daha bu tanıyacağın insanlardan sadece bir tutam gene. Macera çok hayatta. Hayat çok, her zamanki gibi. Ve de yol uzun, bunu biliyorsunuz en çok...
05.02.13 

*Arabesk pek dinlediğim bir müzik türü değil, bilen bilir. Arabesk müzik tarzı hakkında düşüncelerimi daha önceki yazılarımdan "Ağır Abi Şarkıları"nda bulabilirsiniz, tartışacağım bir konu değil bugün. Ancak son dönem şarkılarını aslında daha bir sık dinlediğimi fark ettiğim Müslüm Gürses'i de unutmamak istedim. Savaşını sonuna kadar verdiği için teşekkür ve takdir ederim. Renk kattı o... Sesi ve müziğiyle, tarzıyla hayat verdi hayata, iyi ki vardı. Saygı ve Rahmetle...

1 Mart 2013 Cuma

İletişimde Mesajlaşma Teknikleri


Erişim-Bilişim-İletişim derken çağı yarıladık erkenden sanırım. Hoopp sıradaki! İple çekiyorum, acaba ne çağı gelir ardından. Telsizin kullanıldığı yıllarda geliştirilen mors alfabesinin cep telefonlarındaki alfabetik rakamsal tuş takımlarına meydanı bırakması; kullanıcıların da kullandıkları dilin ötesinde yeni bir dil literatürü yaratmasına vesile oldu, kuşkusuz. İletişim araçlarının önceleri yalnızca iş adamları, devletin ileri gelenleri, sanatçılar ve toplum erkanlarının ellerinde olması ile şimdilerde söz konusu araçların 3 yaşındaki çocuğun (yaş sınırı düşmeye meyilli/pek yakında anne karnında!) elinde dolaşması apaçık ortada öte yandan. "İletişim" araçlarının ne kadar "iletişime müsaade vermesi" de bir diğer tartışılır nokta tabii. Mazallah, bütünleşik tabanlı veriler sayesinde hesap makinesi, fotoğraf makinesi, müzikçalar, kamera, ses kayıt cihazı... gibi çok amaçlı görevleri de var her birinin. Ayrı ayrı, amaçlarına göre modellenmiş çeşitlerde üstelik. Kişiyi bireyselliğine iten bir güç yani aslında. "İletişim" sağlanması da kişinin arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştiriliyor tabii. Müsaade ettiği kadarıyla görüşüyorsun kendileriyle, henüz randevu talep etme aşamasına geçemedik neyse ki. Derken dilde birrakım "bozukluklar", keza davranışta. E, durum kitlesel olunca da dünyaca oralara buralara kaymaca yaşanmıyor değil hani! Ve bugünkü dersimiz, "İletişimde Mesajlaşma Teknikleri"...

Dış dünyada çok yaşıyormuşuz gibi kopup kendi iç dünyamızı epeyce bir ötelediğimiz şu günlerde, içimizden ne kadar uzak olursak o kadar iyi o kadar kafa rahat diye düşünüyor bir kısmımız. Ötekileşmenin âlâsı içimizde aslında. Şöyle bir dönüp baksak, neler göreceğiz halbuki... Derken, cep telefonlarının artış gösterdiği yıllarda revaçta olan mesajlar/sms'ler günümüzü sarmış sarmalamış durumda adeta! Geçtim televizyon kanallarını, yarışma programlarını; reklamlara, kurumsal halkla ilişkilere bile hizmet veriyor, helal olsun... Olmasa n'apardık diye alamıyorumda kendimi, durumu sorgulamaktan. Bu denli herkesle ve her şeyle içli dışlı olduğumuz günümüzde en çok da davranışlarımız etkileniyor bu iletişim araçlarından yazık ki. "Yazık" dedim, bilmem kötü mü ettim ama pek çoğumuz için olumsuz neticeler teşkil ediyor ve olumsuz etkiliyor gibi geliyor bana. Nedense götürüleri getirilerinden daha çokmuş gibi geliyor bana. Televizyona çıkıp da bas bas bağırıyorlar ya hani "adam"lar, o yüzden en çok bu endişem(!) Sahi, davranıştan söz edecektim nerelere geldim. Laf lafı açıyor azizim, görüyor musun bak?! Neyse, okuma kadar yazmayı çok seven bir millet olduğumuz için(!) -bunu özellikle de okuma-yazmayı statü simgesi olacak kadar hayatımızda belirgin kıldığımız için söylemek isterim, çok içten bir gösterge değil mi, sizinde içiniz parçalandı, çekinmeyin, indirin gözyaşlarınızı- sms'lere pek bir düşer olduk günümüzde. Derken medya genişledi, sosyalleşti filan. Yalan söyler olduk, içten davranmaz olduk, bilmiyorduk bilir olduk, kendimizi kanıtlar olduk, "ben varım!" olduk, "sen kimsin?" olduk, samimiyetsiz olduk, gösteriş meraklısı olduk, tokun haline özenip şükretmez olduk, açın halinden de anlamaz olduk, kıyas-mukayesesever olduk, (uzakken yakın olduk tezinin aksine) yakınımızdan uzaklaşır olduk, gerçekçi bulmadık, bazen önümüze geçti her şeyin aşkı, sevgiyi, dostluğu, akrabalığı yıpratır olduk, karşımızdakine güvenemez olduk, kendimize inanamaz olduk, rekabetçi olduk, polemikçi olduk, dedikoducu olduk gibi... gibi... mış gibi... Diller geliştirdik kendimizce, biribirimizle, bazen isteyerek yapar olduk bazen maruz kalır olduk. Sahiplenir olduk, içselleştirir olduk. Vardık yok olduk yani. Yoktuk çok olduk! İlk kez karşılaştığımız andaki tepkiler zamanla kanıksanır oldu, yadırganmaz oldu. Sâfi hallerimiz kayboldu. Hatta o kadar çok kullandık ki kullanmayanları ayıplar olduk, kınar olduk, alınır olduk bu denli! Gülen surat konulmalıydı cümle sonlarına. Üç nokta genelde sözlerin bitmediği yere, gider yaptığımız yere geldi edebi ürünlerinde kullanımının dışında. Böyle harmanladık gitti işte kendimizle, iletişim ve etkileşimimizle, davranışımızla araçları. Sabahtan akşama kadar yalnızca "telefon" olarak kullanılmadığı için. Lavaboda, banyoda, yatakta eşlik ettiği için. Bir uzuvumuz olduğu için bu kadar sahiplendik. Sahiplendiğimiz şeyi zaten çoktan içselleştirmiştik ve dahi sahiplenici unsurlardan dolayı içselleştirdik. Dönüşümlü. Lol, kib, bye, inş, öpt, aeo'ydu -Allah ve inşallah bile kısaldı yani o derece(!)- başta algılayamadıklarımız. Sonra baktık ki kullanmadan edemiyoruz. Zaman zaman kendimizi soyutlayıp düşünüyoruz sadece. "Bu ne lan?!" deyip kalıyoruz en fazla. Ama kullanıcı olarak durumun içinde buluyoruz kendimizi. Kendimizi öteleyemiyoruz bu mevzudan.

Trajikomik geldi bana. Biraz yalan, biraz davranışa etki, biraz da insanlaradır mesajım. Geçenlerde görmüştüm, hoşuma gitti ve paylaşmak istedim siz değerli'lerle. Cep telefonları mesajlarında ya yaşamışsınızdır aynısını ya da yaşatmışsınızdır bilmem ama tespit doğru, gerçekçi bir saptama!

"Çıktım yoldayım. (Evde.)

Tamam geç kalmam. (Giyiniyor.)

Şimdi geldim şimdi. (Evden çıktı.)

Yoldayım ya. (Durakta.)

İndim otobüsten. (Yeni bindi.)"