4 Mart 2013 Pazartesi

Oto-büs, Oto-süs ve benzerleri...

Hayat yollarını katettikçe bir yenisi açılır malumunuz, yeni yollar. Derken yine bir otobüs macerasının içinde buldum kendimi. Yaramaz, haşarı bir çocuk var bu kez radarımda. Sinyal üstüne sinyal çakıyor üstüme en kırmızısından. Kırmızı uyarı da olabilir, farkındalık da ama bana ikisinin de harmanlandığı bir sinyal veriyor nedense. Ve üzerime atlayacakmış gibi bas bas bağırıyorum içimden, bu 6 saat nasıl geçecek diye. Fazla hareket ettiğinden hiperaktif grubuna aldım kendisini. Nazarımda bilgin oldu, zaten içinde yeterince indigoydu, yeni nesil sonuçta işte. 10-12 yaşlarında, çok değil. Annesiyle birlikte bindiler ancak öne otururlarken 3/2 koltuk numarasını aldıklarından emindiler. İyi de böyle nuımara yok ki... Olmaz da. Karşılıklı aldılar diye içimden geçirirken yanlış bakmışlar meğerse bizimkiler. Ah, şu geçen yolculuktaki amcalar gibi ne de çabuk içselleştirmişim. "Bizim" diyecek kadar olmuşlar, halbuki şimdi nerededirler bilmem. 31/32 imiş meğer koltuk numaraları. Onlar arkaya geçedursun yerine yaşlı bir amca bindi ve kızı sanırım yanındaki de. Gözünün içine bakıyor adamcağızın. "Ne hayırlı evlat"mış diyorum. Belli ki anne ayrıca... Pratik bilgileri geniş. Bu kanıya tamamen sözsüz iletişim kodlarından yararlanarak vardım. Kişilik bilgisine ulaştım, profilini çizdim. 1 saat içinde vardığım bu kanı 6 saat içerisinde pekişecekti, teklemeden. Yemek yedikten sonra tabak çatalı derleyip toplayan ve peçetesiyle silen cinsten hemen, ayaküstü. Keza otobüsün ikram servisi sonrasında sergilediği tutum gibi. Saçlarının ucu ıslak, sanırım yeni yıkanmış, kurumamış saç uçları. El maşasıyla saçlarını tarıyor, kırıklarını alıp avucunda biriktiriyor. Daha sonra su dağıtılan plastik kabın içine koyuyor onları. Pek nezih bir görüntü değil hani bu. Ama ne bileyim, derli toplu işte. Ortalığa atmasından yeğdir, diye düşünüyorum. Hemen önümdeki orta yaşlı adamlar ciddi meselelere dalmışlar. Oysa çok olmadı seyahate başlayalı, ne ara tanıştılar... Son derece entelektüel bir konuşma dönüyor bu kez, alışılagelmişin dışında. Düşünürüm, "bir de bana entelektüel derler, alakam yok..." Halbuki o kemik çerçeveli gözlüğü, jilet gibi ütülü pudra pembe gömleği, siyah kadife ceketle kombine etmiş adamın yanında solda sıfır hissediyorum kendimi. Gerek prototip gerek profil olarak. Dar paça ütülü şu Sarar'ın (reklam!) Interview koleksiyonundan diyorum, genç kesim ve dar kesim olan yani. Olduğundan daha genç gösteriyor zaten yaşını da. Daha bir gençleşiyor üstündekiler sayesinde bizimki (artık idare etmeniz gerek!). Hafif kırlaşmış saçları. Olgun gösteriyor, çocuksu değil yani. Ciddiyetini bozmuyor hiç, istifini de, konuşurken. Karşısındaki daha gayri resmi ama entelektüel birikimi de var epeyce, bilgi hususunda. Bilmiyorum, daha derin meselelerin baş aktörleri genelde erkekler olduğu için midir konuşma da hararetlendikçe maskülen bir yapıya bürünüyor. Yoğun erkek kokusu taşıyor muhabbete yani. Muavin de gelip gittikçe koku benim yönüme esiyor, rüzgarıyla. "Oha!" Bu arada şöforü görüyorum, tepkim ona... Jason Statham sanırım! O kadar özgüven ve karizma akıyor ki... Paçalarından akasım geldi şu anda mesela(!) Dörtgen formlu güneş gözlüğünü takınca havasından geçilmiyor. Hızlı da... Yanımdaki koltukta genç bir kız, öğrenci, ders çalışıyor kopi kağıtlarından. Sınavı falan var sanırım. Hoş ben de sınav için gidiyorum ama değmesinler keyfime(!) Bakmayın rahatlığıma içim sıkıldı şimdi düşününce. Yanında orta yaşlı bir kadın oturuyor. Kadına "hemşire" diyesim geldi, şu anda bıraktığı izlenimden. Dik oturuyor ve apaçi müziği eşliğinde çalan telefon fon müziğini dinliyor adeta. Birazdan gözlerini hafifçe kısarak bakıyor kimin aradığına. Konuşuyor karşısındakiyle, son derece düzgün bir İstanbul Türkçesi ile... Konuşma bitince gözlerini dinlendirmek üzere kapıyor. "Hayat Beklemez" çalıyor Sertab'tan, radyoda. Ben ise birazdan Ajda'dan "Başbaşka Biri"ni dinliyorum. Gün ortası. Akşama büyük kavuşma var sanırım... Arkamdaki koltukta oturan yaşlı teyze yanındakine torununu gösteriyor; gözleri yaşlı, ağlamaklı çatlak sesiyle, bahsediyor ondan. Kadın pür dikkat dinliyor ve baş sallıyor konuşmanın belli başlı yerlerinde. Film izliyordum, korku, "Koku" bu arada. Ne komplike bir büs bu da diye düşünüyorum. Hayatın tüm renkleri içinde toplanmış gibi bu sefer, bu seferde. Herkes ayrı telde, farklı tonda, bildiğini okuyor, okutuyor. Derken hava biraz daha açıldı , güneşli bugün... Oysaki şubattayız, radyoda Kubat'tayız öte yandan. Kıştayız ama bahardan kalma gibi sanki. Muavinin ter kokusu vuruyor burnuma geçtikçe ve yer yer yollardan sarsılan otobüsün içinde sendelememek için yukarıdaki eşya bölmelerine tutunurken kollarını açtığında, öndekilerin entelektüel maskülen tartışmalarından sonra. Gömleğini patlatacak adele yapısı olan şöfor getiriyor vardığımız noktaya. Yol boyunca önündeki klimaya tutturulmuş mor parlak şeffaf süsten de alamadım kendimi. Tutup sökmek istedim yerinden benim olması için, bir ara mola yerinde çorlamak da aklıma gelmedi değil hani. Vermeyecekleri karşısında bir alternatifim olsun diye düşündüm, n'apayım. Her şey bir yana da her bir serüvenin içinde başka bir serüven. Yorsa da sıkılsa da coşsa da devam. Ama bilirim ki sen aynı kalsan da daha bu tanıyacağın insanlardan sadece bir tutam gene. Macera çok hayatta. Hayat çok, her zamanki gibi. Ve de yol uzun, bunu biliyorsunuz en çok...
05.02.13 

*Arabesk pek dinlediğim bir müzik türü değil, bilen bilir. Arabesk müzik tarzı hakkında düşüncelerimi daha önceki yazılarımdan "Ağır Abi Şarkıları"nda bulabilirsiniz, tartışacağım bir konu değil bugün. Ancak son dönem şarkılarını aslında daha bir sık dinlediğimi fark ettiğim Müslüm Gürses'i de unutmamak istedim. Savaşını sonuna kadar verdiği için teşekkür ve takdir ederim. Renk kattı o... Sesi ve müziğiyle, tarzıyla hayat verdi hayata, iyi ki vardı. Saygı ve Rahmetle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder