Yaymaya yayılmaya öyle çok alışık bir milletiz ki, her şeyimiz lüks içinde, her şeyimiz rahatlık ve konfor içinde olsun istiyoruz. Tamam bir dilektir, isteyebiliriz. Hekes gibi, bir dilek de biz gönderebiliriz yaşama. Ancak bunun için bir uğraş verdik mi, mutfağında ne yaptık, hak ettik mi, lâyık mıyız, ne kadar lâyığız bunları sorguluyor muyuz? Bu sanırım biraz milli yetiştirilme tarzımızla alakalı bir durum. Ekmek elden su gölden yaşamaya alıştığımız için biraz da. Nasıl ekildiyse öyle de biçiliyor neticede yani.
Emeksiz yemek olmaz'ı herkes biliyor, herkes savunuyor fakat uygulamada tüm doğruları, iyileri, güzelleri bildiğimiz ve savunduğumuz gibi burada da bir pürüz çıkıyor karşımıza işte! Madem biliyoruz, niye var? İşin teori kısmını halletmemiz de eğitim ile ilgili bir durum. Herkesin topluca yetiştirildiği tekdüze bir sistemden kaynaklı bir durum bu da. "Tamamen ezberci..." E biliyorsun işte. Ezberci, yine herkes biliyor herkes karşı ama uygulamada yine bir pürüz... Teori pratikle bir bütündür esasında. Yalnızca teoriyi bilen, pratikte başarısızdır. Yalnızca pratiği bilen ise teoride başarısız kalacaktır. Ancak pratiği bilen teori her zaman konusunu doğru irdeleyecektir. Herkesin yoğurt yiyişi farklıdır azizim, diyebilirsiniz. Bu noktada da ortalık karışacaktır, kaos ortamı doğacaktır haliyle...
İki ucu b*klu çomak neticede. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. E ortaya tükür s*ç ağzımızın ortasına öyleyse(!) Gözlerimiz bayık artık ne de olsa uyku pozisyonunda, şavkımız kayık... Bir anahtar var birilerinin elinde. O anahtarla tüm kapıları açmayı deniyoruz neticede. Oysa bir odadan ibaret değil bu kapı. Bir sürü oda var kalbimizde nasıl, bu da öyle işte, oda oda. Hatta odaların içerisinde bile odacıklar mevcut. Yeri gelince o odacıklar kilitleniyor neredeyse. Oda açıkken odacığın kilitli olması nasıl kötü bir şeyse işte... Her şeyimiz olsun istiyoruz, bolluk içinde yaşıyoruz da bir şey eksik, bu noktada. Sonucunda isteye isteye daha doyumsuz bir şey olup çıkıyoruz, istediğimiz olmadığında mırın kırın edip karın buruyoruz, yüzümüz düşüyor isyan ediyoruz. Bu noktada eksik olan şey ise, şükür. İsyanın tam tersi yani. Tercihimizi biz belirliyoruz, yolumuzu biz seçiyoruz, kendi irademizle ancak; tek bir anahtar var elimizde. Bıraksak tüm kapıları açacak aslında. Odaları ve odacıkları da... Bırakmıyoruz. Rahat ediyoruz çünkü. İşimize geliyor, menfaatimizi kudretlendiriyor, alışmışız çünkü. Kendimizi düşünüyoruz, kendimizden öte. Keyfimizi, nefsimizi... El elin eşeğini türkü çığırarak çağıradursun, biz var gücümüzle yok ediyoruz, talan ediyoruz değerlerimizi, bize sunulduğu şekilde... Mi? Herkeste tek bir anahtar var, aslında bir çok anahtar oysa topluca bakıldığında. Biz her oda için ayrı anahtar kullanmayı seçiyoruz... Uğraş vermeden, çabalamadan, gayret etmeden. Yine kolayımıza gidiyor bazı şeyler. "Dinliyoruz" ama dinlemiyoruz, kafamızın dikine gidiyoruz, at gözlüğüyle. İstişare etmiyoruz. Kulaklarımız tıkalı car car konuşuyoruz habire. İsteyince yapıyoruz ama istemeyince sadece şarkı söylüyoruz. Sadece aynı nakaratı tekrarlamak yaptığımızda. Defalarca ve usanmadan. Kimimiz için yalnızca nakarattır ya şarkı.
İşte biz yalnızca şarkı söylüyoruz...
Emeksiz yemek olmaz'ı herkes biliyor, herkes savunuyor fakat uygulamada tüm doğruları, iyileri, güzelleri bildiğimiz ve savunduğumuz gibi burada da bir pürüz çıkıyor karşımıza işte! Madem biliyoruz, niye var? İşin teori kısmını halletmemiz de eğitim ile ilgili bir durum. Herkesin topluca yetiştirildiği tekdüze bir sistemden kaynaklı bir durum bu da. "Tamamen ezberci..." E biliyorsun işte. Ezberci, yine herkes biliyor herkes karşı ama uygulamada yine bir pürüz... Teori pratikle bir bütündür esasında. Yalnızca teoriyi bilen, pratikte başarısızdır. Yalnızca pratiği bilen ise teoride başarısız kalacaktır. Ancak pratiği bilen teori her zaman konusunu doğru irdeleyecektir. Herkesin yoğurt yiyişi farklıdır azizim, diyebilirsiniz. Bu noktada da ortalık karışacaktır, kaos ortamı doğacaktır haliyle...
İki ucu b*klu çomak neticede. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. E ortaya tükür s*ç ağzımızın ortasına öyleyse(!) Gözlerimiz bayık artık ne de olsa uyku pozisyonunda, şavkımız kayık... Bir anahtar var birilerinin elinde. O anahtarla tüm kapıları açmayı deniyoruz neticede. Oysa bir odadan ibaret değil bu kapı. Bir sürü oda var kalbimizde nasıl, bu da öyle işte, oda oda. Hatta odaların içerisinde bile odacıklar mevcut. Yeri gelince o odacıklar kilitleniyor neredeyse. Oda açıkken odacığın kilitli olması nasıl kötü bir şeyse işte... Her şeyimiz olsun istiyoruz, bolluk içinde yaşıyoruz da bir şey eksik, bu noktada. Sonucunda isteye isteye daha doyumsuz bir şey olup çıkıyoruz, istediğimiz olmadığında mırın kırın edip karın buruyoruz, yüzümüz düşüyor isyan ediyoruz. Bu noktada eksik olan şey ise, şükür. İsyanın tam tersi yani. Tercihimizi biz belirliyoruz, yolumuzu biz seçiyoruz, kendi irademizle ancak; tek bir anahtar var elimizde. Bıraksak tüm kapıları açacak aslında. Odaları ve odacıkları da... Bırakmıyoruz. Rahat ediyoruz çünkü. İşimize geliyor, menfaatimizi kudretlendiriyor, alışmışız çünkü. Kendimizi düşünüyoruz, kendimizden öte. Keyfimizi, nefsimizi... El elin eşeğini türkü çığırarak çağıradursun, biz var gücümüzle yok ediyoruz, talan ediyoruz değerlerimizi, bize sunulduğu şekilde... Mi? Herkeste tek bir anahtar var, aslında bir çok anahtar oysa topluca bakıldığında. Biz her oda için ayrı anahtar kullanmayı seçiyoruz... Uğraş vermeden, çabalamadan, gayret etmeden. Yine kolayımıza gidiyor bazı şeyler. "Dinliyoruz" ama dinlemiyoruz, kafamızın dikine gidiyoruz, at gözlüğüyle. İstişare etmiyoruz. Kulaklarımız tıkalı car car konuşuyoruz habire. İsteyince yapıyoruz ama istemeyince sadece şarkı söylüyoruz. Sadece aynı nakaratı tekrarlamak yaptığımızda. Defalarca ve usanmadan. Kimimiz için yalnızca nakarattır ya şarkı.
İşte biz yalnızca şarkı söylüyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder