27 Şubat 2013 Çarşamba

Yuvarlanır Gideriz...

Bizdeki bu şansla çok uzun yaşamayız biz.
Hı, idare ederiz iyi kötü, idame ettiririz...
İşin en ilginci de üzerinde durmayız,
Yuvarlanır gideriz.
Denk düşemezsek birbirimize karalar bağlayıp ağlamamak
Acı çekmek, canı yanmak ama umuta da bağlanmak...
Türlü sıkıntılar var çok da uğraşmamak lazım aslında
Yolun sonu ya yeşil bahçeye çıkar ya da kırmızıya(!)
Ne var ki hata en başına dayanır, her şeyin çıktığı yola
E zordur cebelleşmek de yol uzun olunca...
Aşk bilenir, dilenir, dişlenir, yine gelir, yine gelir
Sallasan zarları yine seyirci kazanır, zar tutsan da 7 gelir!
Ömür bu, umutla ha var ha yok arası.
Seninle olmanın verdiği an bile paha biçilemez yanında.
Sıfatımın çok da ne olduğu önemli değil yanındayken
Bir bildiği var ki yaşattı yanında...
Onca insan birbirine yazılanlarla tanışır ömürde;
Zorlasan da beni bulamazdın önceden göklerde
Olsun, yazılmışız neticede öyle ya da böyle
Bu bile yeter bir ömür yetinmeye...
Seni öyle yürekten sever öyle deli sakınırım
Olasılığı bile yokken üstelik, mor hayaller kurarım...
Hoş, ilkin de olamayacaktım zaten
Yine şanssızdım. Şanssızdık... ve ben yine şanssızdım.
Çatlak Kalem / '13 Şubat

25 Şubat 2013 Pazartesi

Yandı Gülüm Keten Helva!

Yat kalk beni düşün
Rüyalarını süsledim senin için.
Uğraşırım didinirim çabalarım
Emek'lerim senin için.
Su serperim sabahları yüreğine
Akşam tüm acılarını alırım
Sanadır çalışmalarım
Sebeplerim senin için.
Yaparım tüm istediklerini
Sevgi ilelebetlikten ibaret
Yoksa içinde zerre kadar sevgi
Ne yaşat ne büyütmeye et gayret

Yaktım tüm gemileri, adettendir
Yakıp geçtim tüm serüvenleri
Sen yanmasan ben yanarım
Kalbinde de yerim yoktur hani.
Tüm yoğun sevgini bana sakla diyeceğim ama
Yandı gülüm keten helva!
Yakarsam resimleri canın yanar, anılar yanar
Merak etme,arkandan yine yapılır bir helva!

Ama zorla sövdürtme kendine...
Ben alttan aldıkça altına alma daha da n'olur
Yeterim kendime ne yapayım, zorla güzellik olmaz!
Sevmiyorsan sevmiyorsundur.

Çatlak Kalem '!3 Şuba+ / Tarih Yolunu Şaşırmış

22 Şubat 2013 Cuma

N'olur Şükret!

Sırtımı dayadım sana yürüyorum keyifler yerinde, gıcır
Oh... mis'miş böyle hayat, ben güven içinde.
Gözlerim arar seni görmeyince çekme gözlerini n'olur
İçime bak gözlerimden, in kalbime, yavaş yavaş ve gizli...

Gülüşünü de sevdim ağlayışını da, şaşkın tavrını da
Gözlerimin içine bakıp gülmeni sevdim en çok ama
Sevmediğim şehir sevince canlandı seni, şehre renk geldi sanki
O gri bulutlar yok şimdi, gökyüzü masmavi...

Yarı güneşindim yarı ateşin dokundukça dağladım
Bazen çiçekler açtım bazen soludum, içime çektim seni
Kiminde ilgin yetmedi, yıldım ve ağladım
Sahiplenici ve koruyucu tarafını sevdim, sevdim seni...

Görmeyince gözlerim gözlerini arar, n'olur çekme bakışlarını
Kalbim ağladıkça sarmaladığın kalbe bakar, değir kalbini kalbime n'olur;
Omuzuna yaslanmak güzel, n'olur çekme omuzlarını
Uyut beni yüreğine yakın, anlat; ondan dinleyeyim masalımızı...

Aşk seninle güzelmiş muhabbetini eksik etme n'olur
N'olur dönme sırtını, bırakma yalnız beni ortalarda
Dizine yatmayı sevdim, söylerken şarkımızı
Sarmala kolllarını hayatıma, kocaman kucakla beni, yüz çevirme n'olur.
Çatlak Kalem / '13 Şubat

20 Şubat 2013 Çarşamba

Ruhun Sakat

Susar bazen gönül
Görmezsin, belli etmez
Oysa çığlıklar kopar içinde
Yürek yerinde ters döner

Bulutlar kaplar üzerini
Güneş çıkmaya çalışır gün yüzüne
Sen çevirirsin günebakanları
İçinse sırtını döner

Yaşamak der bazen şükrettirir
Bazen kendini bile tanıyamazsın
Aynalar getirseler nafiledir
Saat ilerler, dünya döner

Hırsın ve açgözlülüğüne yenilmeseydin
Ne var "şükür" deyip beni sevmeyi deneseydin
"Beni de seven bir kalp var" deseydin
Bugün olmazdı belki ama devran döner

Kaç sapak çıktı karşına, kaçından saptın
Beni gördüğün yerde aslında duracaktın
Şimdi hiç bir tende bulamazsın beni
Ara istediğin kadar, nevrin döner

Susmazmış yüreğin ağlarmış şimdi
Ben görmeden inanmam, duyduklarımla yetinirim(!)
Düşün hisset yap modelinde dolaş dur bebeğim, çok yolun var fakat;
Sen tüm yüreğinle sevmeye kalkış istersen, unutma; ruhun sakat...
Çatlak Kalem / '13 Şubat

18 Şubat 2013 Pazartesi

Şiirin Özü / 14

Yüreğinde yattığını bilmek güzel...
Belli etmesen de.
Bildirmesen de.
Sen de bilmesen de...
Öldükten sonra bana "cansın" de, "aşksın" de...
Beni sevdiğini söyle
Umurunda mı sanırsın dünyanın?

Çatlak Kalem / '13 Şubat

12 Şubat 2013 Salı

Rüyanda Görürsün!

Sebep sensin mani olmaya aşka yelken açarken
Gelir misin kalır mısın belli etmezken
Sebep sensin dedim ya, gerçekten öyle
Her şey senin yüzünden işte!

Hep gülersin ya, alaycı kahkahanla
Acıtırsın hem yaramı hem kanımı hem kabuğumu
Bir tuttuğun benzettiğin kişilere bak bir de beni
Her şey senin, senin yüzünden işte!

Aşk cebinde ben elinin altındayım nasıl olsa
Sen mağrur gurur yürü bakalım engel çıkmaz yoluna
Sonuç hak getire, sen şans yanıma, emin ol içtenliğime
Her şey senin yüzünden, senin yüzünden işte!

Sevgi karaya bürünsün aşk sürünsün gözünde
Bana olanlar da zaten senin yüzünden işte!
Özür dilesin derken aşk, dikkat et sürünürsün
Beni de sonra zaten anca rüyanda görürsün!
Çatlak Kalem / '13 Şubat

Ammaaan Sevgililer Günü-ymüüşşş!

Sevgililer Günü'nün yaklaştığını AVM'lerden takip eden bir modelim evet. Ama bunun için özel bir çaba harcadığım söylenemez, bu da doğru. Zira AVM'ler popüler kültürün bir endüstrisi boyutu olarak düşünüldüğünde günlerinde kendi arasında özelleşip/özelleştirilerek bu endüstriye, sektöre hizmet eden bir araç olarak karşımıza çıkıyorlar. İnsanoğlu günleri de para kaygısı haline çevirdi! Sevgi neden paraya bağlı olmasın?! Yılbaşı, dini/milli bayramlar, anneler/babalar/öğretmenler/kadınlar günü gibi sevgililer de nasibini almış çok şükür(!)

Tamamen maddiyatçı bir varışla çıkıyor bu gün karşımıza. Tamamen finansal odaklı. Ev-araba-pırlanta set/tek taş'ların gırla gittiği bu günde evlenme teklifleri de bir klişe olarak çıkıyor karşımıza. Ben olsam "katlı otopark" isterdim mesela! Hem geleceğe yatırım hem tamamen duygusal(!) Hoppalaa... Olmadı mı? Bence gayet şık oldu, nesi var?! Tamamen duygusal işte. Hande Yener'in 2000'li yılların başında çıkan bir albümündeki Sevgililer Günü'nü dinlemeyi yeğlerim bu sene de her seneki gibi. Biraz klasik bir klişe olacak ama yapay-sahte ve tüketim odaklı değil en azından. Depresyona girenler ertesi gün girdikleri gibi çıkarlar örneğin. Yalnızca o gün sado/mazo'ya bağlıyorlar. Onu da hiç anlamıyorum. Türkiye genelinde büyük bir kitle bu da. Yalnız Kalpler Durağı başlığı altında tez yazılır üstüne resmen! Duygunun tektipleşmesi, tekelleşmesinden öteye gidemiyor bu. Sevgililer Günü'nü, kim çıkardıysa artık, gülüyordur bir yerden kesin bunları görünce, gözüyle...

Hı, birde bu  gün erkeklerden beklenti günü. E tabii erkek ilk adımı atar, öne çıkar ya. Kapitalist sistemde kadını hoş tutmak için yöntemler geliştirir bu da yine bugünde onlara bir avantaj sunar haliyle. Kocasından, sevgilisinden, nişanlısından büyük bir beklenti içindedir. Garibim erkeklerin de ne kadar doğasına aykırı bir hadisedir bu... Sahte yapmacık duygulardan arındırılmış; en içten, kalbi duyguların gün yüzüne çıktığı bir gün olsun bari en azından bugün. Yalnızca "bu gün" ama(!) Aman diğer günler yapmayın böyle şeyler, ayıp edersiniz... Olmasa da olur demeyin. Bana kalırsa içten gelen bir "seni seviyorum" yeterdi mesela. Gerçi herkese göre durum böyle aslında özünde(!) Ama herkes gayet iyi bilir neyin peşinde! Para güç olmuş, esiri olmayalım. Bugüne dair esprilerde bol gani ilerleyecektir öte yandan, gün içinde. Ertesi gün hiç olmamış gibi devam edeceğiz işte yaşamaya kaldığımız yerden, diğer özel günlerde de olduğu gibi yine aynı şekilde. Büyümesin olay! Kiralık sevgili duyurularına başvurmak gerek gibi mesela(!) Pahalı şeylerle ucuz şeylerin farkına varalım artık!!! En basiti sıradan bir gün işte...
Fotoğrafa da kalp kondurdum sizin için bakın, yapay/suni/sahte/klişe gibi görünüyor artık her şey ucuz olan aşk bile ama yalan dünyada hisler de yalandan azcık ötede işte nihayetinde(!)
*Kalp şeklinde uyku moduna (ister o günün anısına dalga geçermiş gibi yapıp yine kendini düşünüyor deyin ister çaresiz gibi görüp uyumsamıyor gibi yaptığımı söyleyin -çok önemliymiş gibi gördüğünüz bu gün karşısında- isterseniz gelin bana sahici sahici) alınmış kedi, sizin için...
Sevgiyle.

Koca Kafalı Olmak

Ne kadar söylenirsen söylen ya da söylersen söyle bildiğini okumayı sever bazıları. Sağ kulağından girer solundan çıkar derler ya hani, o hesap biraz da. Can kulağıyla dinlememek bu biraz da. İnadım inat omzumda iki kanat dermiş gibi bir o kadar gurur duyucu yaptıklarıyla. Kendinden emin, sonuna kadar arkasında. Özgüven tavanda. Yalan yanlış olsa da.

Bir insanın algılaması kafasıyla doğru orantılı mı, fikri ve zikri beyninin kapladığı alana paralel mi gibi kaoslar yok değil. Hazır bu kaotik ortamı yakalamışken bir de ben yazayım tam olsun dedim üstüne. Çok zor değil böyle insanları algılamak. Beyindeki kıvrımlar ne kadar sık ise o kadar zekisin ya hani şekil itibariyle, ceviz şeklinde, e düz bir beynin uzantısı kıvrımsız haliyle daha uzun ve geniş yer kaplıyor(!) Bu yüzden de zaten bir deyim olagelmiş halk arasında "koca kafalı olmak". Ama kullanış biçimi değişiyor yer yer tabii. Keyfimizce kullanıyoruz biz biliyorsunuz kalıpları. Yerli yerine olduğunu sanarak da bu en büyük hata, olması gerektiğinin dışına çıkıveriyor birden. Ve bu yüzden bize daha anlamlı geliyor bu kelimelerin dünyası, cümle kalıpları. Bir de karşımızdakiyle aynı doğrultuda anladıysak empatik sempatik telepatik olarak tamamdır! Candır o, "biz"dendir! Aksi halde "o"nlardan! Ya siyahsın ya da beyaz yani. Ortası yok, orta yolu bulanlar da tutunamadıkları için çok uzun ömürlü değiller zaten bu yüzden. Sözlükte üçüncü anlamı anlatıyorsa ve karşındaki beşinci anlamından yola çıkarak çözümlüyorsa ve cevap veriyorsa yandııı gülüm keten helva! Ama binbeşyüzüncü anlatımla binbeşyüzüncü anlam etkiliyse iletişim sürecinde o tamamdır, olmuştur işte! Diyeceğim o ki koca kafalı olmak da larşımızdaki insana göre değişiyor öte yandan. Daha çok karşımızdakine hakaret amaçlı kullanıyoruz, fikri bizim fikrimize uymadığında. Süregemiş, yapacak bir şey de yok bundan sonra...

Anlamakta güçlük çeken, direniş gösteren, istikrarlı; anlamamakta kararlı ya da anlasa da anlamazlıktan gelme ayağına yatanlaraydı bu yazı. En çok da yanlış yaptığını bildiği halde, kendini kandırırcasına, kendine güvenen, emin şahıslara. "Nesiniz siz Allasen?!" demeyeceğim. Saygıdan öte köy de yok zira. Ancak pişmanlığınız-perişanlığınızı o hafife aldığınız kişilerden gelen uyarılarıları dinlemeyerek ya da redderek kendi kararınızı verdiğinizi sandığınız zamanları ve dahi hataları aklınızdan uzaklaştırarak kendinize gizlediğiniz zamanlar komik duruma düşüyorsunuz, farkında değilsiniz. Ama siz bunu da aşar, bunu da halledersiniz. Eee, özgüven yerinde, karakter sağlam ne de olsa. Danışmadan, istişare etmeden, değerlendirip gözden geçirmeden devam bildiğinizi okumaya. Karşı çıkanlara ya da yardım etmeye çalışanlara da meydan okumaya. "Hayat sizin. Kendi kararınızı kendiniz verin..." Emin olun, umut plan yaparken kader gülmeyecektir yaptığınız planlara(!) O beslemeyecektir yaptığınızı sandığınız şeyleri. Denemesi bedava!

Ya Şimdi Ya Hiç!

Güne başlamak her geçen gün ilginçtir aslında. Fark etseniz de etmeseniz de. Bazen uyuyakalırız, bazen hemen yataktan doğruluruz. Ama kendi saatimizle ama başka saatlerle uyanırız yaşam sürecinde. Komşunun çalar saatiyle uyanmak, örneğin. Zamanlama hatası da olabilir belki, belki de saati kapatmak üzere elinize aldığınızda uyuyakalmışlığın son buluşu da olabilir elbette. Bazen belirli rutinler vardır. Okuyorsanız üniversitede, her gün kampüs kapısından geçerken güvenlik görevlisine gösterdiğiniz öğrenci kimlik kartınızı akşam evinize girerken de gösterebilirsiniz, kapıyı açmadan önce. Sonra yoldan geçerken gördüğünüz apaçi tarzı kıyafet dükkânını talan etmek geçebilir içinizden. Yakmak-yağmalamak... Sonra merhamet gösterip kıyamazsınız belki. Yürürken az ileride yanınızdan geçen kürk montlu içinde beyaz göğüs dekolteli bir tişört giyen çocuğun "bağrın hiç üşümüyor mu senin çocuuğuumm?, seni görünce ben üşüdüm" deyip geçmek gibi ani ve tanımadığı kişiyi tanıdık kılmak kadar duygusal bir bağdır dünya bazen, başka insanlarla köprüler kurduran. Biraz sorgulamak da önemli bazı şeyleri, sunulduğu gibi kabul etmemek. Yaşam çelişkili, insan karmaşık bir kimyaya sahip olunca da her şey daha bir belirli daha bir anlamlı oluyor, kuşkusuz(!) Bazen rutini monotonu yıkmak da önemli, belirli başlı ritüelleri hani. Sürprizlerle de dolu olabiliyor hayat. Hiç tanımadığınız bir insandan yolda baş sallayan bir selam almak gibi. Ne hoştur, amaçların aynı olduğu bir kamuoyunda görüş beyan etmek örneğin. Canınız sıkıldığında sevdiğiniz şeyleri değil sevmediklerinizi yapmak gibi. Maç yapmak yerine banka kuyruğu beklemek misali. Can sıkıntısına maruz kalındığında kafayı yemek yerine gülüp geçmek oysa daha kesinleşir şu noktada. Hayatı gıcık etme yolları. Yaşamı fıtık etme sanatı! Yaşam sürprizlerle dolu. Tabuları kaldırmak da insan başına düşen en önemli görev, ödev, misyon belki de kimi zaman. Bilge'yi Facebook'ta  çevrimiçi görmek kadar şaşırtıcı örneğin bana göre. Dilay'ın hesabını bir kapatıp bir açması gibi kararsız, çetrefilli. Bir o kadar da MSN'vari... Ulaş'ın paylaşımlarımı hangi ara görüp de saniyesinde "like"laması gibi süratli ve ani kimi zaman. Bazılarının paylaşımlarımı dahi fotoğraflarımı görüp belki de sevip yine de beğenmemesi, yorum yazmaması gibi belirsiz, muamma. Öte yandan, hepsinin varlığını hissetmek kadar unutulmaz ve sahici. Kalıcı olan hayat değil, yaşadıklarımız. Tamam tamam, yaşattıklarımız da var, peki. Hayat geçicidir oysa. Duygu ve düşünceleri paylaştığın kadar varsın başkalarınca. Yok'sa, "sen yok"sun zaten aslında. Sen değil, egon vardır en fazla. Şarkıyla bitirmeyeli yazımı uzunca olmuştur hani. Bu yazıda da nasipmiş bir şarkıya, bağlama tadında. Hiçbir şeyden çekinmeyin yaşamda. Ne hissediyorsanız, düşünüyorsanız onu söyleyin. Geç kalmayın hiçbir şeye. Zaman zamanında güzeldir... Gerekli kılın, geçiştirmeyin. Ertelemeyin hiç bir şeyi. Pek de plan kurmayın, kader güler sonunda. Demedi demeyin. Güçlü olun. Yaşamak böyle bir şey zaten. Bilin, bildirin, paylaşın. Ama ne olursa olsun "yaşa"yın! Şarkıda da dediği gibi: "Kimsesizliğinizden kovulmuş, ısırılmış hissetmişseniz; o sizseniz, o sizsiniz! Hoş geldiniz..."

11 Şubat 2013 Pazartesi

Yaşamın Çocukları

Bizim ilişkimiz çoktan gebeydi, tanışmadan.
Mutluluk en büyüğüydü içlerinde.
Kocaman oldu büyüdükçe de.
Koca adamlar oldu!
Mutluluk aşkla okudu;
Gönlünce, kalbince bir yer seçti ve
Onun yanında durdu, sonuna dek, sevgisiyle...
Hemen ardından şefkat ve sadakât yetişti.
İkiz değillerdi ama ikiz gibi büyüdüler.
Serpildiler, mutluluk mezun oluncaya kadar.
Yetiştiler...
Saygı en büyükleriydi kardeşlerin aslında, hayatta olmayan.
Mutluluk, yaşı kemâle erdiğinde öğrenecekti bu kaybı.
Derken hayal kırıklığı doğdu hiç beklenmeden...
Tekne kazıntısı derler ya hani, o hesap oldu biraz belki ama;
Çocuk bu, nasibiyle de geliyordu işte.
Bereket vardı; şans, talih, kader, kısmetti bu okullu oyunun adı.
En önemlisi de hayırlısı...
Hayal kırıklığının bile bir umudu vardı ilginçtir ki.
Yaşamaya takâti vardı en basitinden ilk olarak.
Her ne kadar yalan söylese de içindeki sesine...
Yüzüne başka görünüyordu işte, ikiyüzlüydü de...
Bu da üzüntü vericiydi aile için, hayal kırıklığı ya...
Adı gibi.
Hakkını verircesine.
Gözyaşı dökercesine dağlıyordu yürekleri.
Acıydı, ta kendisiydi ama yine de masumane.
O değildi bundan sorumlu.
Öyle hissediyordu ve akışına bırakıyordu.
Hem genel olarak düşünüldüğünde hayatta da
Dörtte biri acı, dört de üçü mutluluktu...
İnsan güçlüydü ve baş ederdi tüm zorluklara.
Tahammül ederdi, bazen fark ederdi; bazen yok, bazen de var.
Ama tek bildiği devamlıydı hayat ve onun yaşamasından beklentili.
Gelecek ve geçmiş arasında köprü kurdurur ve şimdi yaşamasını emrederdi.
Söyleyiş tarzı ise; biraz keyfe keder, biraz kinayeli, yarı komik ama teşvik edici, belki biraz da samimi.
Kıyamet kopar ama o yine de devam ederdi.
İnatçı, bozmazdı istifini...
Dediği dedik, çaldığı düdük; istikâmet istikrar, yorgun ama neşeli.
Bizim ilişkimiz çoktan gebeydi...
Tanışmadan.
Ta ki kavradı mücadeleyi, her şeye rağmen o zaman daha çok evlat edindi...
Çatlak Kalem / 12.02.2013

8 Şubat 2013 Cuma

Yorgun Kalpten Yürekten Cümleler...

İsminin ismimin yanına nasıl yakıştığını görmezsin
Ben bu yüzden yanyana durmasını isterim mesela.
Kim bilir belki gökyüzüne de böyle yazılmıştır
Biz görmeyince birbirimizi, bilirsin zaman da uzatmaya bayılır...

Başkalarıyla görmekten seni yoruldum artık!
Ben değil kalbim yoruldu en çok, bunda hemfikiriz kalbimle
Seni diğerleriyle görürken kendi konumumu bilmememdir en çok derdim
İçim yanar, canım acır yine de seyretmeye mahkumum, maruzumdur işte...

Senden öncekiler böyle yürekten cümleler kurdurmamıştı bana.
Sanki senden öncesi yokmuş gibi bir taraftan da.
İstediğim bir şey yok, canının sağlığı denir ya hani
Çılgınlar gibi sev, deliler gibi özle ve büyük bir heyecanla, sabırsıklıkla bekle beni...
Çatlak Kalem / Şubat '13

7 Şubat 2013 Perşembe

Pışık!


Gönlünden ne koparsa ver aşkından 
Yeter ki sen olsun yüreğimde
Yüreğinde yer ayır bana da, ne kadar olursa; olsun da yeter ki!      
Ben kıvrılır yatarım bir köşeye...          

Aşkını sular gibi durult ama önce     

Az olgunlaş, çık şu çocuksu ruhundan sana zahmetler olsun          
Ben eziyetleri çekerim çiçeği burnumda yaşların gelmeyeceğini bildiğim halde     
Sen sana katlandığımı bırak, gönlüm gönlünle katlanmış "aşk"lar olsun...           

Aşk gelip geçer deme, bir ömür de sürer elbette gel de gönlün olsun...         
Konuşma, öyle deme, kötü bir şey olmaz bize, tövbeler olsun
Sussan da gözlerin anlatır sevdiğini, masalımızı söylersin şükürler olsun...   
Aşkımız yelken açmış da çoktan denizlere açılır bari olmuşuken kaptan olsun!         

Bak söyledim sana bir şeycik olmaz bize, aşkın doğası bazen susmak hem  
Pembe şekerler demek; beyaz hayallerle süslü sen demek, ben demek...         
Sarmak bazen pamuk ipliğine, uslanmak demek, akışına bırakmak, bilgin ve bir o kadar da tanışık
Vermem yüreğimi de kimselere, yalvarsan olmaz, gönül buna alışık…      

Süzülür gider kendi ışığında; ne yol bilir, ne iz, ne dil...           
Yemektir doyuma ulaşır ne çatal kullanır ne bıçak ne de kaşık        
Delidir doludur, ipleri dolaşmış, karmaşık, dolambaçlı ve uçuk kaçık         
Sen aşık olsan bile, kek yaparım ama asla yapamam pışık! 

Çatlak Kalem / '13

6 Şubat 2013 Çarşamba

Yeme Beni, Yerim Seni! (Dokunulmaz Şiir)















Hayatı dolu dizgin yaşadığını san anca sen
Bakayım, boyun da uzamış senin!
Dalga geçmeyi bil, laylaylom' a al her şeyi
Dilin de boyuna paralelmiş hani!

Geçmişsin anladık hayatın türlü hallerinden
Dertlerini ağzındaki sigara tütününde eritmişsin belli ki
O dalgın duruşundandır zaten tüm muhakeme
Perişan eder bu duruş haberin olsun, gittikçe büyür acı...

Çıkarmayı da bilmezsin tadını benimleyken
Bırak keyfinin kâhyası düşünsün azcık dünya işlerini
Bulamazsın bu tadı da başka yerlerde, tadını yanındayken çıkarsan iyi edersin
Hayat sıkıntı denedursun, aç gözlerini de azıcık sen var farkına güzelliklerin

Gözlerini açacak kadar da acizsin; sen dal güzellik uykuna iyisi mi, peki?!
Ben de renklerimi söndürür otururum yanına, yol bitirene kadar...
Bu büyük hallerini bırak da gel yanıma ama n'olur tavrını sıkıcı bulur hayat!
Aşk birimizden birinin benliğini birbirimiz için söndürene kadar...

Zerre zehir olsa yaşam yine de içerim senin hatrına
Sen bilme, görme anca büyüklük tasla!
Bana gösterdiğin en hassas ve derin yeri en çok bakışlarınla
Bakışlarınla kalbini yansıttığın için teşekkür ederim, hayatını hayatıma...

Hayat pastaysa ve insanlar pasta diliminden paylarını alıyorlarsa şayet
Ben pastamı seninle paylaşır ama yine de seninle yerim
Sen kendininkini yesen de "salak" yerine koy, umurumda değil
Ama seni umursadığım için en çok kendimi yerim.
Bilirim ki; yerim yerin, yerin yerim.
Çatlak Kalem - Şubat '13

5 Şubat 2013 Salı

Ağır Abi Şarkılar...

Müzik cennetle yeryüzü arasında bir köprü adeta. Öyle öyle olmasına da her müzik için mi söylenmeli, orası göreceli işte. Malumunuz, Türkiye'de müzik sektörü biraz ağır aksak, sallantı yaşıyor. Müzik, duygulara seslenen dünya, ticaret için yapılıyor son yıllarda. Bunu verilen çalışmalardan anlamak oldukça mümkün. Her şey, kelime seçimleri yapılmadan, cümlelere dikkat edilmeden şarkı sözünü oluşturmakta. Ve tabii, toplumda popülist cümleler, sosyal ağlardan-medyadan türeyen kalıplar girmekte artık şarkılara. Müzikle gıy gıy bir eşlik içinde bantlara kaydedilmekte ve insanlar bunu dinlemekte. Tekstil sektöründe sıkça merak ettiğim soruyu müziğe dönüştürmekte mümkün hem, diğer sektörlere aksettirileceği gibi. Sunulanı mı dinliyoruz yoksa kendi tercihimiz mi gerçekten? Bu bir döngü sorusu gibi geliyor bana. Çok gezen mi çok okuyan mı gibi, tavuk-yumurta gibi, sanat sanat için mi toplum için mi gibi, bir kilo demir mi pamuk mu gibi. Çok dinleyen bilir sanırım burada da. Her türlüsünü.

De... Genelde durum aksine özümüze yansıdığında marjinal, orijinal ötesi şarkılar dinliyor toplum, herkes aslında "elit" göstermek adına. Herkes bu imajı biliyor az çok ve bürünüyor maskelere, kalıplara. Buna daha önceki yazılarımda değindiğim için transit geçiyorum. Ancaaakk.. Bilinmeyen bir denklem de var ortada. İşaret etmek istiyorum hemen. Arabesk ruhumuz. Hani şu türlerin içinden senelerdir uğraş veren didilşilen yeri gelip aşağılanan tarz. "Arabesk". Damar-slow tarzı yani. Yüreği derinden yaralayan aslında yakalayan, can evinden vuran şarkılar. "Rakı masasını da kur, tam olsun", "kendimi jiletleyesim geldi" gibi kinaye-alay sezdirilen şarkılar. Sanki dinlemiyoruz gibi. Dinleyenler kıroymuş gibi. Halkın alt tabakasına itilip depilen şarkılar. Söyleyenler de belli bir kesim. Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, Kibariye, Hakan Taşıyan, Güllü...vb. Hani içi geçmiş şarkıcılar. Bakımları, tarzları ile konuşulmayan, magazinel sansasyonel taraklarda bezleri bulunmayan yorumcular. Hı, ama yarın öbür gün bir şey olsa haklarında hastalık, ölüm. İşte o zaman "onlar da bir zamanlar insandılar..." Her şey bir kenara atılıp unutularak "muhteşem bir yorumdu", "Türk müziğine engin bir soluk getirdi" tarzı haber başlıklarını görürüz medyada en basitinden. Yani, medyada düzen-i dünyadaki riyakarlığa ayak uydurduğu sürece "bizden"! Ya da sunulan bu, maruz kalınan şu süreçte. Dedim ya, her yerde çıkılmaz bu ikilem aslında. Damar dinlerken yalnız olmamızın sebebi bu. Bize öğretilen toplumda dışlanacağımız bazen. Dinleyenlere alaycı yaklaşım, küçümseme izlenimleri, her kötü bir şey. Onlarsa aslında ayrı bir zenginlik kaynağı. Çeşitlerden yalnızca biri. Emin olun, yabancı ülkelerde de var bu tarzlar. Onlar da çok marjinal değiller yani! Ruh bir gıdaya ihtiyacı varsa "müzik"le, hani denir ya, her gün aynı yemeği yersek olmaz bu. Sıkılırız, sorarım size, yiyebilir misiniz? İşte bu da öyle, açıklaması bilinen bir tabirle. Diğer türleri de besleyen bu şarkılar, yeri geliyor hem. Hepsi birbirine bütünleşik, ayrılmaz bir bağ aslında. Ruhun en dip boyası arabesk. Acımızı belli etmediğimiz, çaresiz olduğumuzu göstermek istemediğimiz içindir bu kaçış, saklanış belki de. Belli midir, başka nasıl açıklanabilir birbirimize belli etmeyişimiz... Aşağılanmak, kınanmak istemediğimizden, en derinimizi göstermekten çekindiğimizdendir. Bir savunma mekanızması adeta. Herkes dinlemiştir illaki bir arabesk ve illaki herkesin vardır bir can-damar şarkısı. Kandırmayalım birbirimizi. En azından biraz daha yumuşatılmış versiyonuyla fantezi müziği vardır illaki... "Yoksa benim en damarım Nalan!" ya da "En damar Ebru Gündeş..." vb. demeyin(!) "Lady Gaga falan yanee..." deyip hepinizi de harcarım yoksa şu noktada(!)

Her kategoride vardır ya bir seçkin bir ezilen-hor görülen; müzikte de kabak arabeskin başına patlamış, hepsi bu özünde. Yasaklanacak kadar da değil ayrıca, her kesime indirgersek zenginleştiricidir, zenginleştici bir unsurdur müziği de, en azından saygıyı hak edecek kadar bence!

4 Şubat 2013 Pazartesi

Şiirin Özü / 13

Kabuğuna sıkışan çamfıstığını dil ucu hareketleriyle yerinden çıkarıp yemek gibi lezzet vericidir hayat bazen.
Elinde çay veya kahve varken hapşırmak gibi ani ve gerekli.
Ağzının dolu olduğunu görerek birine soru sormak gibi acele etseniz de siz;
Seni senin sevdiğin kadar sevmeyen birine bel bağlamak, ömür adamak ve hayaller kurmak gibi, bekletmeye müptela.
Gerçeği görene dek, duvara toslamak kadar acımasız ve bir o kadar da hakiki...

'13 / Şubat - Çatlak Kalem

1 Şubat 2013 Cuma

Sınır Ötesi Sinir Edesidir

Bir güç iter bizi bazen
Yerden göklere çıkarırcasına
Bir hınç bir öfke değilse de
Körü körüne alır bizi ayakları altına...

Bazen yanıltır, yanlışa saptırır
Bazen doğruya adım attırır
Sonucunda kendimizi biliriz oysa
Ya gurur, onur duyarız ya da pişmanlık, kahır...

Hayat garip, biçaredir ve umut vaat eder
Bazen güç verir bize ama anca kendine yeter
Aslında insan sınırlarını aşmaya çalıştığı zaman
Yalnızca varolan en üst limite varmış olur
Hepsi bu eder, bir yol kat ettiğini zanneder...

Sen durma boy boy hayaller kur
O hayaller ki bir zamanlar temenniydiler
Şimdi ise sadece teselliler...

16.08.2011 / Çatlak Kalem