12 Şubat 2013 Salı

Ya Şimdi Ya Hiç!

Güne başlamak her geçen gün ilginçtir aslında. Fark etseniz de etmeseniz de. Bazen uyuyakalırız, bazen hemen yataktan doğruluruz. Ama kendi saatimizle ama başka saatlerle uyanırız yaşam sürecinde. Komşunun çalar saatiyle uyanmak, örneğin. Zamanlama hatası da olabilir belki, belki de saati kapatmak üzere elinize aldığınızda uyuyakalmışlığın son buluşu da olabilir elbette. Bazen belirli rutinler vardır. Okuyorsanız üniversitede, her gün kampüs kapısından geçerken güvenlik görevlisine gösterdiğiniz öğrenci kimlik kartınızı akşam evinize girerken de gösterebilirsiniz, kapıyı açmadan önce. Sonra yoldan geçerken gördüğünüz apaçi tarzı kıyafet dükkânını talan etmek geçebilir içinizden. Yakmak-yağmalamak... Sonra merhamet gösterip kıyamazsınız belki. Yürürken az ileride yanınızdan geçen kürk montlu içinde beyaz göğüs dekolteli bir tişört giyen çocuğun "bağrın hiç üşümüyor mu senin çocuuğuumm?, seni görünce ben üşüdüm" deyip geçmek gibi ani ve tanımadığı kişiyi tanıdık kılmak kadar duygusal bir bağdır dünya bazen, başka insanlarla köprüler kurduran. Biraz sorgulamak da önemli bazı şeyleri, sunulduğu gibi kabul etmemek. Yaşam çelişkili, insan karmaşık bir kimyaya sahip olunca da her şey daha bir belirli daha bir anlamlı oluyor, kuşkusuz(!) Bazen rutini monotonu yıkmak da önemli, belirli başlı ritüelleri hani. Sürprizlerle de dolu olabiliyor hayat. Hiç tanımadığınız bir insandan yolda baş sallayan bir selam almak gibi. Ne hoştur, amaçların aynı olduğu bir kamuoyunda görüş beyan etmek örneğin. Canınız sıkıldığında sevdiğiniz şeyleri değil sevmediklerinizi yapmak gibi. Maç yapmak yerine banka kuyruğu beklemek misali. Can sıkıntısına maruz kalındığında kafayı yemek yerine gülüp geçmek oysa daha kesinleşir şu noktada. Hayatı gıcık etme yolları. Yaşamı fıtık etme sanatı! Yaşam sürprizlerle dolu. Tabuları kaldırmak da insan başına düşen en önemli görev, ödev, misyon belki de kimi zaman. Bilge'yi Facebook'ta  çevrimiçi görmek kadar şaşırtıcı örneğin bana göre. Dilay'ın hesabını bir kapatıp bir açması gibi kararsız, çetrefilli. Bir o kadar da MSN'vari... Ulaş'ın paylaşımlarımı hangi ara görüp de saniyesinde "like"laması gibi süratli ve ani kimi zaman. Bazılarının paylaşımlarımı dahi fotoğraflarımı görüp belki de sevip yine de beğenmemesi, yorum yazmaması gibi belirsiz, muamma. Öte yandan, hepsinin varlığını hissetmek kadar unutulmaz ve sahici. Kalıcı olan hayat değil, yaşadıklarımız. Tamam tamam, yaşattıklarımız da var, peki. Hayat geçicidir oysa. Duygu ve düşünceleri paylaştığın kadar varsın başkalarınca. Yok'sa, "sen yok"sun zaten aslında. Sen değil, egon vardır en fazla. Şarkıyla bitirmeyeli yazımı uzunca olmuştur hani. Bu yazıda da nasipmiş bir şarkıya, bağlama tadında. Hiçbir şeyden çekinmeyin yaşamda. Ne hissediyorsanız, düşünüyorsanız onu söyleyin. Geç kalmayın hiçbir şeye. Zaman zamanında güzeldir... Gerekli kılın, geçiştirmeyin. Ertelemeyin hiç bir şeyi. Pek de plan kurmayın, kader güler sonunda. Demedi demeyin. Güçlü olun. Yaşamak böyle bir şey zaten. Bilin, bildirin, paylaşın. Ama ne olursa olsun "yaşa"yın! Şarkıda da dediği gibi: "Kimsesizliğinizden kovulmuş, ısırılmış hissetmişseniz; o sizseniz, o sizsiniz! Hoş geldiniz..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder