"Belki de aynı masalın kahramanlarıyız
Birbirimizden habersiz!
Zaten Pamuk Prenses'e sorulmadı cadıyla aynı sahnede yer verilmesi
Ya da Süperman'in kaderi Rapunzel'deki prens ile aynıydı, ikinci planda, sönük, silik...
Kibritçi Kız hiç Alice Harikalar Diyarı'na gitmiş miydi ya da acaba?!
Hep gelip geçmeyi biliyoruz şu hayattan anca!"
ç. kalem - Haziran '12
29 Haziran 2012 Cuma
27 Haziran 2012 Çarşamba
Muhafazakârlık - Mutahasıplık Sorunsalı

Günümüzde muhafazakârlık olarak kullanımının aslında bütünsel olarak anlam değişikliği yarattığına inanıyorum! Muhafazakârlık ise, mantıken, kafadan zaten, muhafaza eden, koruyan... Neleri? Gelenekleri. İngilizce "conservative" kelimesinin tam karşıtı! Bağnaz değil yalnızca gelenekselci. Bu anlamıyla muhafazakâr daha geniş kapsamlı bir olgu. Ama tümüyle olumsuz anlamda değil! Mutahasıp birbirine benzer tek bir tutumu içermekte! Muhafazakârlık ise birden çoğunu... Ama daha çok geleneği! Hoş, "conservative" kelimesini "konserve" olarak anlamlandırıp kapalı bir kutu olarak düşünürdüm hep. Muhafazakârlık herkeste olan bir şeydir haliyle, belli bir kesime ait değil. Sonuçta birey toplumdan oluşur ve toplumla iç içe yaşadığı için etkileşir ve beraberinde "birliktelik olgularını", geleneklerini de içselleştirir ki bütünlükle, toplulukla karşımıza çıksın. Geleneklere herkesin saygısı vardır az çok ve herkes tanır bilir, sahiplenir. Korur, kollar, sahip çıkar yerine göre. Ancak mutahasıplık tutucu, bağnaz, at gözlüklü, belli bir bakış açısına sahip ama eleştiriye kapalı, yoruma açık olmayan, yalnızca kendi bildiğini okuyan, "dediği dedik çaldığı düdük" insan kesimleridir. Eğer "olası bir sınıflama" söz konusuysa toplum kesimi bakımından mutahasıplık olmalıdır olan, muhafazakârlık değil! Tabii ki yoruma açık tabii ki eleştirilerinizi dikkate aldıkça gelişecektir fikirler, bakış açıları!
Bekliyorum en kısa sürede!
Müzik Evrenseldir...
Müzik... eskiden bir miras. Müzik... tınısı yeter! Müzik... başka iletiye gerek yok, tek başına yeter! Evrensel olduğu da kanıtlanmış bir gerçek! Artık çocuklar anne karnında dinler oldu müziği, tedavisi-terapisi bile var müziğin. Dolayısıyla doğası müzik kokar evrenin. Bir parçası, ayrılmazı, bölünmezi. Hatta hiç abartısız, olmazsa olmazı, vazgeçilmezi... Müziği oluşuran altyapıdaki ses ve üzerine yazılmış sözlerdir. Ya da bir şiirin seslerle dönüştürülmesidir sonradan. Bir bütündür. İkisi birbirinden kopmayan, sağlam bir kenet sistemi, güçlü bir bağ... Şarkılar böyle oluşur genellikle. Bir enstrüman, bir söz ve bir yorum. Tabii ki aranje, vokal sonrasında bir sürü bir sürü şey. Ancak şarkılar eleledir esasında. Ya tabirimle "çerezlik" şarkılar vardır, hoppa cubba.. ya da baştan tırnağa seslenen, tüylere dokunan hareketsiz, duygulu şarkılar veya "slov" müzik... Ancak bazıları ki genellikle eleştirmenler şarkıları ikiye ayırır. Erkek şarkıları ve kadın şarkıları olmak üzere. Yine bir sınıf muamelesi yani. İllaki bir sınıflama şart, farz oldu bu ülkede! Dünyada var mı aklım hayalim almaz böyle şeylere ama yaşanılan veya ütopik olan bir duygu seline de bu yapılmaz, yapılmamalı! Şarkıda erillik ya da dişilik yoktur! Hande Yener'di sanırım ilk çıktığında radyolarda anons edilirdi "kadın şarkıları"nın kraliçesi gibi tabirlerle. Hoş yeni çıkmış birinin kraliçe ilan edilmesi ayrı bir tartışma konusu ancak kendi de fazla üzerinde durmazdı. "Ben feminen şarkılar yaparım" diye... Böyle bir iddiayı ancak etiketleme egosu yüksek bir toplum yaratabilir! Çünkü tüm aklı başında yorumcu bilir müziğin evrenselliğini. Sanatçı, şarkıcı tartışmasına dokunmadan yazıyorum dikkatinizi çekerim! O dönemde çıkardığı albümlere baktığımızda ise, Yener'in şarkılarının yarısından çoğu Alper Narman ve Fettah Can'a aittir. Bunu araştırmaya gerek duymadan yazarım çünkü ben de çok dinlerdim ve zaten beni bilenler sevdiğim şarkının söz ve müzikçisini de bildiğimi bilirler. Bu iki adam başbaşa verip bir kadın şarkısı yaratıyor bunların dediklerine göre! E, adamlara da kadınsı duygular besledikleri için "eşcinsel"damgası vuralım, olsun bitsin! Etiketleyip, kestirip atmayı severiz ve boş zamanlarımızda yaparız, yapmayı da severiz hani umarsızca, umursuzca, vurdumduymazca ya hani. O yüzden söylüyorum! Tarkan ve Serdar Ortaç'ta birtakım kadın şarkıcılara sözlerini verdikleri için sınıflansın kendi kategorilerinde! Hatta Gülşen de ayrı bir sınıf olsun erkek şarkıcıların gözünde! Sezen Aksu, Şehrazat, Kayahan zaten yatacak yerleri yok! E, daha ne?! Tamamdır işte. Gözünüzü seveyim, uğraşacak başka şeyler bulun! Duygu insana aitse, şarkılar duyguların dışavurumunun sadece bir bölümü! İnsanı duygularla bağlayan bir olgu! Kadınıymış, erkeğiymiş... Aşık aşıktır! Her türlü yazar! Hı, eğer Tarkan bir kadının duygularının içine girip, yaşayıp, buna dair "güzel" şarkılar üretiyorsa "Helal Olsun!" derim ben o adama! Bu da sizin bakış açınızla olaya farklı bir bakış açısı sunmak oldu sanırım! Böyle zırvalıklarla gündemi meşgul etmeyin!
Sınıflamasız, birbirimizi anlayacağımız güzel şarkılara,
Duygularla bağlanmak şartıyla, hiç olmazsa!
Zaten yeterince sınıflandık bir de duyguları bulaştırmayın içine...
Nice dostane sevgilere, aşklara, ezgilere!
Murat.
Sınıflamasız, birbirimizi anlayacağımız güzel şarkılara,
Duygularla bağlanmak şartıyla, hiç olmazsa!
Zaten yeterince sınıflandık bir de duyguları bulaştırmayın içine...
Nice dostane sevgilere, aşklara, ezgilere!
Murat.
Güzellik Üzerine...
Güzellik.. geniş bir kavramdır! Tamamen tartışmaya açık, haliyle göreceli ancak güzel bir kavramdır! Kimileriyle arası aralı, kimileriyle oralı, kimileriyle tın'maz, "fifi" haldedir! Umursamazdır yani. Güzel üzerine çok şey yazılmıştır. Gerek uzmanlarca, gerek hekimlerce, gerek aşıklarca... "Güzelliğin on par'etmez şu bendeki aşk olmasa" geliverdi örneğin ilk sıralarda aklıma! "Ben güzele güzel demem, kafam güzel olmayınca!" da cabası hatta..! Çeşitlidir ayrıca... Ruh güzelliği, fizik güzelliği, kalp güzelliği. Kalbin güzelliğ yansır yüzüne bazen. İnsandır en nihayetinde, herkes güzeldir! Herkes bebekken masum herkes sevecendir... Türküler vardır. "Güzeli ağlatırlar, çirkini söyletirler" der bir Ankara havası mesela "Fidayda". "Gencim güzelim seni üzerim.." diye geçer poüler müzikte, "güzel elbiseleri giyinip kuşanan" şarkılar vardır. Kimi "güzeller içinden" birini seçer, kimi "güzelden anlar", kimi "gül güzeli"dir, kimi de "erkek güzeli"... Akşam güneşi güzele vurur, sabah güneşi sidikliye denir ya hep. Küçük güzel çocuklar da nazar değmesin diye "çirkin!" diye sevilir. Güzellik sabunları vardır sonra. Güzelliğe pek katkısı olmasa da kayar gider tenden kalbe... Yıkar ne de olsa suyla birleşince. Paklar, rahatlatır... Güzellik sırlarını verir sanatçılar, güzellik reçeteleri yazılır yılın her mevsiminde! Sadete gelecek olursak, tartışma konusu yakışıklılık ve güzellik üzerine. Hani bir yargı vardır toplumda: "erkekler yakışıklıdır, kadınlar güzeldir" diye. Yoktur efendim böyle bir şey! Külliyen uydurmadır! Güzellik geniştir neticede. Köpek de güzeldir, kalem de, şelale de. Huy güzeldir, aşk güzeldir, güzel yapandır, "aşktır bizi güzel yapan".. İnsan güzeldir! Adamı kadını yoktur bu işin! Yakışıklı sadece erkeğe özgü bir şey olmaktan çıkmaz, güzelliğin yandaşı olmayan farklı bir anlama sahip olması gerekir o zaman! Evren güzeldir, doğa güzeldir, kuş-çiçek-böcek-kelebek güzeldir. Ders güzeldir, dünya güzeldir, "yaşamak ne güzel şey"dir... "Hayat sevince güzel"dir, "hayat paylaşınca güzel"dir... Güzellik insana özgüdür. Erkeği kadını yoktur, yinelerim ki! Diyelim "yakışıklı" bi çocuk olsun... Kalbi ne "güzel" dersin, gözleri "yakışıklı"yı hiç duymadım açıkçası! veya kalbi yakışıklı olan bir delikanlı! Hz. Yusuf'un güzelliğinden söz edilir. Allah'ın güzel isimlerinden... Yüz güzeldir, can güzeldir, yazı güzeldir, yâr güzeldir. Gerisi tam bir anlam karmaşası, teferruattır! Güzellik geniş bir kavramdır, evren gibi her şeyi içine alır, seni de, beni de, bizi de... Korkmayın, endişe etmeyin, herkesi yeterince yeri vardır! İnsanlık güzeldir!
"Kafam güzel, dünya güzel, her şey güzel
Sen güzelsin, güzelsin..."
Sen güzelsin, güzelsin..."
Güzelliğinize, güzelleşelim...
Güzelleştirelim dünyayı!
Murat.
20 Haziran 2012 Çarşamba
Retro Versiyon (90'lar)
Galiba bu kez 90'lara dönüş yapıyoruz! Atlayıp bi vosvosa dönelim o günlere hadi hep birlikte. Çocukluğumuza... Enine boyuna konuşalım uzun uzuuunn... 90'lar siyasi açıdan içler acısı bi dönemi içine alır. Partiler çoktur çok olmasına da siyasetin konuşulmadığı, darbelerden çıkarak getirilen yasakların baskı ve sansür altında işlemesinden cesaret bulamayan basın da görevini yapamaz, daha çok magazin ağırlıklı haberlere yer verir. Neticede kulağımızla duymaya alıştığımız "şok şok.. flaş flaş..", "gündeme damgasını vurdu" gibi kalıplar türeyiverdi birden etrafımızda. Ve neticede magazinden kopamayan hatta içselleştirip yaşam tarzı haline getiren bir toplumdan öteye gidemedik ne yazık ki. Maalesef diyorum çünkü gerekli de olsa magazini fazla abartmamak lazım. Ayarında! Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan... Herbiri de karakteristik bir yapıya sahiptir, dolayısıyla kukla şovu hatırlayanlar bileceklerdir taklitlerini de her birinin. Özellikle Süleyman Demirel ve Turgut Özal'lı olanları. Basından bahsetmişken gazetecileri de es geçmemek gerekir. Ki Uğur Mumcu ve Çetin Emeç ilk akla gelendir kuşkusuz. Saygı ve rahmetle... Köşebaşlarında oyuncak tezgahları çoktur, meyve sebzeciler bir oyuncakçılar-kasetçiler ikiyi oynar sıklıkla. At yarışı, loto, milli piyango gibi şans oyunları revaçtadır zaten. Televizyonlarda dizilerden (Bizimkiler, Mahallenin Muhtarları, Sıcak Saatler, Çılgın Bediş, Çarlı, Ruhsar, İkinci Bahar, Evdeki Yabancı, Tatlı Kaçıklar) ilk aklıma gelenler oldu. Bunun dışında dizilerden sonra tv filmleri (Polis Akademisi, Problem Çocuk, Mr. Bean, Çıplak Silah, Beethoven, Richie Rich, Evde Tek Başına) vardır ki bunlar da zaten dizi şeklindedir çoğunlukla. 1-2-3 gibi serial şeklinde çevrilmiş, izleyiciye sunulmuştur. Ayrıca müzik dünyası bi o kadar renklidir bu dönemde. Özellikle şu andaki şarkıcıların hepsinin sanata başlangıç veya çıkış tarihleri 90'lardır. Yelpaze geniş, menü zengindir yani anlayacağınız. Tarkan, Kenan Doğulu, Serdar Ortaç, Ebru Gündeş, Hande Yener, Gökhan Özen, Sertab Erener, Levent Yüksel, Aşkın Nur Yengi... Sezen Aksu, Nilüfer, Kayahan, Zerrin Özer ve Ajda Pekkan da daha üretken, zirvededirler gerek magazinel anlamda gerekse şarkılarıyla. Yabancı diziler, pembe diziler izlenmektedir Türkiye'de. Altın Kızlar, Görevimiz Tehlike, Maria& İsabella, Yalan Rüzgarı, Güzel ve Çirkin, Alf, Kara Şimşek...gibi. Modada ise yüksek bel pantolon, geniş kazaklar, gömlekler, bol kotlar, deri vazgeçilmez gene ancak kollarından dirseğe çekilir o dönemde mutlaka. Rengarenk bir vitrindir moda. Sarı, yeşil, pembe, kırmızı, mor, turuncu, mavi, lacivert... hepsi vardır hepsi. gözlükler geniş çerçeve, kemer olmasa da olur, puantiye, saç örgüsü, çizgili öncülük eden desenlerdir. Şirinler, Jetgiller, Dalmaçyalı, Micky Mouse, Pocahontas, Sevimli Kahramanlar, Power Rangers, Teletubbies başlıca çizgi filmlerdir. Herkül, Zeyna, Hayvanların Efendisi gibi 17.00-18.00 kuşağı diziler de vardır ekranlarda. Fantastik! Okullarda da çeşitli akımlar vardır. Yıl sonları hatıra defterleri, anket defterleri doldurulur, mezunsan okul gömleğini hocalarına ve arkadaşlarına imzalatırsın tahta kalemi veya keçeli kalemle. Ders esnasında kalem açmaya kapı yanındaki çöp kutusuna gidersin, birkaç kişi daha gelir yanına ve ayak üstü muhabbet başlar. Kırmızı sosyal, fen, matematik, türkçe konu anlatımlı test kitaplarından müfredata uyulur ve ders akışı bunun üzerine kuruludur filan. Koleksiyonlar vazgeçilmezdir. Atari kaseti, albüm kartoneti, sanatçıların kartpostalları veya doğa resimleri, sanatçı çıkartmaları, tasolar, yıldız posterleri, her yılbaşı verilen sanatçılar takvimi, kokulu kağıtlar, desenli-motifli peçeteler birikir de birikir. Değiştirilir. Oynanır. Evcilik, saklambaç, davul zurna bir-ki-üç, güzellik mi çirkinlik mi, Ali baba saatin kaç, el elin üstünde kimin eli var, sedyen bedyen, fış fış kayıkçı, tel sarar kızlar, aç kapıyı bezirgan başı, tavşan kaç tazı tut, yerden yüksek, renkli istop, yakartop (ortada sıçan), yağ satarım bal satarım, toplu saklambaç, çinçan, seksek vazgeçilmez oyunlardır. Akşamları sokaklardaki çocuk oyunlarının sesleri ve akşam ezanıyla başlayan sessizlik. Hissedilmesi için yaşanması esastır. Turnike, Çarkıfelek, Görevimiz Tehlike, Seç Bakalım, İner misin Çıkar mısın? gibi yarışmalar vardır ekranlarda. Pazar günleri Behzat ve Süheyl Uygur kardeşler vardır Harika Pazar'la. Susam Sokağı, Bubu, Ozmo yine öğretici çocuk programlarıdır. Kasetler vardır o zamanlar. Walkman'ler.. Bantları ileri sarar, geri sarar, dolaşır, kahverengi şeritleri birbirine girer, kalemle dönemeçlerinden takviye yapılır hatta. Ama kırılmışsa aynı yerde takılır. Yonca Evcimik, İzel-Çelik Ercan, Burak Kut, Ozan Orhon, Meyra, Sibel Alaş, Sibel Bilgiç, Tayfun, Reyhan Karaca, Sibel Tüzün, Candan Erçetin, Emel Müftüoğlu dinlenir o yıllarda. Deniz Seki, Ferda Anıl Yarkın, Bora Öztoprak, Özlem Tekin, Şebnem Ferah vardır sonra. Pavarotti, Madonnai Michael Jackson, Annie Lennox, Spice Girls, BackStreet Boys vardır. Gruplar oldukça fazladır. Ayna, Laçin, Baharat Kızlar, Çıtır Kızlar, Birkaç İyi Adam bunlardan bazılarıdır. Kalem arkası yaylı oyuncaklar vardır, defter kenarları kırmızı kalemle süslenir, horozlu şekerler, şemsiye çikolatalar, kalpli drajeler vardır. Elma şekerleri, pamuk helvalar, kağıt helvalar, renkli gazlı balonlar, hacıyatmaz tavşan balonlar, renkli (kırmızı mor önplanda) rüzgargülleri, pembe krem poğaça simitler... Süpürgeli silgilikler, kokulu arımaya silgiler, küçük-renkli-bıngıldak kolonyalar, düdükler, bıyık-burun-gözlüklü maskeler, fırlatılan pervaneler, gri renkli borular arasına kağıtlardan külah yapılarak atılan kumdan cepheli inşaat pardon oyun alanları, pinokyo bisiklet, çerçevesi renkli plastik gözlükler, plastik mutfak-doktor-tamirat setleri, pervaneli şapkalar, bastıkça ışıldayan spor ayakkabılar, filli tişörtler, diz kapağı yırtık kotlar, renkli çizgili tayt şortlar, slip mayolar, simitler-kolluklar, su fışkırtan saatler, sünen korkutucu oyuncaklar, pompalı su tabancaları, telsizler, balkon tenteleri, boncuk fırlatarak kaş göz yaran gri silahlar, etli oyuncak bebekler, sindy, barbie, action man, lahana bebek, puzzle, tren setleri, ralli pistli uzaktan kumandalı arabalar, kıvırcık saçlı uzun boylu dans eden bebekler, pacman-mario-streetfighter'lı atari oyunları, yeni yeni başlayan bilgisayar disketleri, takoz cep telefonları,(mobiltelefon ve bilgisayarlar genellikle iş adamlarında bilirsiniz, lüxtür çünkü) Ajda'lı,Beyaz'lı, Cem Yılmaz'lı ve Fatih Terim'li "aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor mesajı, Telsim, Oxkart, Fixkart, Seden Gürel'li Aygaz anansları, politik şarkılar yazdığı gerekçesiyle yasaklanan Nazan Öncel şarkıları(ki şimdi herkes kapısında yatıyor şarkı alabilmek için), bez dolaplar, kumaş ayakkabılar, cep televizyonları, konuşan papağanlar, sürgülü arabalar, mor, sarı kırmızılı spotlar, disko topları, kütüphane katkılı dönem ödevleri, yağışlı havalarda (eski çantalar şimdikilerden daha kalitesizdi) çantada ıslanan kitap defterin katolatik soba karşısında kurutulmasıyla sayfaların genleşmesi, varsa kırmızı kalem izi dağılması, hokka-divit'li güzel yazı dersleri, Erman ve Şansal'lı spor programı Maraton, Melih Gümüşbıçak'ın sunduğu Televole, iskambil oyunları, kırmızı beyaz çizgiliçay bardağı tabakları, plastik içleri sulu ve simli sallanınca hareket eden bardak ve tabaklar, meybuzlar, buzparmaklar, kar yağan cam küreler, televizyonlu tasolar, solo test'ler, çitos'lar, minti, sulu göz, tipi tip, üç renkli toplu sakızlar, pizza ve balık krakerler, abc'li, kakaolu hayvanlı krakerler, şokella ve krakerli aburcuburlar, yummy yum'lar, lolipoplar, daha neler amanın daha neler! İlk etapta aklıma gelenler bunlar, sizlerin de varsa aklına gelen paylaşırsanız ve tamamlarsanız memnuniyet duyarım... Ben gittim o günlere her birini işlerken sayfaya, umarım sizi de götürürüm eski anılarınıza. 90'lar ayrı bir yerdedir, ayrı bir kasabadır o ama. İnsanlar öyle, her şey daha bir başka. Hoşça bakın kendinize.
Görüşmek ümidiyle,
Murat.
18 Haziran 2012 Pazartesi
Nemli Deniz Kokusu...
Tuzlu ve nemli deniz kokusu
Çiçekli böcekli bahar tortusu
Aşk yağmuru
Meşkler parkı
Sevda sokağı karşısı
Gönül durağı yanı
Aşıklar sarmaşığı...
'06 ç. kalem
Çiçekli böcekli bahar tortusu
Aşk yağmuru
Meşkler parkı
Sevda sokağı karşısı
Gönül durağı yanı
Aşıklar sarmaşığı...
'06 ç. kalem
14 Haziran 2012 Perşembe
Ajda Bardağına Sezen Aksu Dudak Payı!
Türkiye'nin gerçekten iki önemli sanatçısı. Biri şarkıları şovlarıyla tat bırakıyor, biri yıllar öncesi şarkılarıyla bile dillere pelesenk olmayı başarıyor. Ayrıca beni bilen bilir, pop'u da sevdiğimi. Onları şarkılarıyla büyüdük neticede. Vefadan dolayı olsa gerek sanırım, bir yazı da ben yazmak istedim... İkisi de Türkiye'nin dev isimlerinden, müziğin devliği bu. Evrenselliğin büyüklüğü yani. Duyguların, aşkların insanları. Yıllara meydan okuyan güzelliğiyle Ajda Pekkan ve daha çok şarkılarıyla, işiyle gündeme gelmiş Sezen Aksu... "Git.. Git.." dese de "gidemedik bir türlü. "O ayrılamadı bizden bırakmamızı istedi" yeri geldi de. Gerçek şu ki "arızayı gideremiyordu" bir türlü. "Kıyameti gelse de", "Ünzile" idi, "Firuze" idi "Deli Kız"dı işte! Aşkların çeşitini görmüş ve her türlü aşığa ve aşka vardı bir şarkısı, vardı bir derdi. Herkes şarkılarında kendilerinden bir şeyler bulur, herkesin vardır bir Sezen şarkısı gönüllerde, ezberinde. Ama illaki vardır! Gıdıklasan da çıkar dürtüklesen de, mutlaka! "Eve kokusu sinmiştir, duvarlara sesi", "Bir kedim bile yok" derdi ama vardır onca gönüldaşı, sevgi dostu! Ajda Pekkan'a gelince... O zaten belirli çizgisi, imajıyla kalplere sevgisini çizmekte. Hareketli şarkılarıyla "Ajda bizi diskoya götür" dedirtmekte... "Bir günah gibi saklasak" bile, "kimler geldi kimler geçti" desek bile, "geçmişi ondan almak bütün ümidimiz" sanırım! Geçmişte de var, şimdi de ve gelecekte de. Şarkıları kulaklardan, aşk sözleri kalplerde eksilmeyecek, eskimeyecek, yıllara meydan okuyacak! Mayo giyip şarkı söyleyecek hatta şarkılar! "Resim değil, çerçeve arasak" da "vitrinime değil iklimime gel" diye mesaj versek de "o cool kadın" yine Ajda! "Ne varsa onda var", "Dert bizde ferman onda!". Türkiye'nin değerleri. Yıllarca aşklara hizmet etmiş, kalp seslerini duyurmuş, uyarmış, itiraf ettirmişler. Sezen yazsın, Ajda söylesin. Ajda gibi ince olsun, wamp giyinsin, vahşiyi sergilesin, sesiyle de eşlik etsin! Gerdirse de o güzelliği eleştirenlere sebebim; duruşu, kıyafetleri, müziği, zevki olacak... Sezen zaten başka, o ayrı. Her şarkısına dair bir anısı mı olur insanın. Bunu başaran o! Kasetlerine klip çekmediği şarkıları, pek bilinmeyen yönlerini, mesajlarını, şarkılarını daha çok seven ben. Karakteristik bir sanatçı. Küçük dev gerçekten. Kulaklar kepçe, paldum dudak veya bal dudak, alna dökülen kaküller ve biraz da küt saçlar... İkisi birbirini tamamlayan. Belki biraz Nilüfer ve Zerrin Özer ile Türkiye'nin dört yapraklı yoncası! Pop müziğine katkısı büyük, sanatçı duruşları, fazla kokmaz bulaşmazlar tavırları ile... Şöhret uğruna birbirlerini karalamayan sonra... Bir çizgidedirler, ödün vermezler gene de. "Yok ki daha iyi bi yolu..." zaten! "Yakar geçerler" kaliteleriyle. Önemli iki isme diye başladığım yazıyı, sonlandırırım duygulara tercüman olan iki isme...
Bu yüzdendir ikisinin ayrı görünse de ayrılmaz beraberliği. Biri bir bardak kadar zarif, narin. Hatta bardağa da adını vermiştir. Biri ise devasa dudaklardan çıkan duygu yüklü buğulu bir ses. Bundandır onun dudak payı esasında... Her ikisi de birbirinin tamamlayıcısı...
"Öptüm",
Murat. "Kanlıca / İstanbul"
Bu yüzdendir ikisinin ayrı görünse de ayrılmaz beraberliği. Biri bir bardak kadar zarif, narin. Hatta bardağa da adını vermiştir. Biri ise devasa dudaklardan çıkan duygu yüklü buğulu bir ses. Bundandır onun dudak payı esasında... Her ikisi de birbirinin tamamlayıcısı...
"Öptüm",
Murat. "Kanlıca / İstanbul"
13 Haziran 2012 Çarşamba
Dünyanın Eee Hali...
Bahar gelmişti ya hani. Bu seneki biraz sözde'ydi sanırım, öznesi ya da güneşi gizlenmişti bu sene bulutların arkasına. Kim bilir sıkılmıştı o da dünyanın hallerinden. E hali'ydi bu genellikle. Eee haliydi... Ya da bi makara kukara peşindeydi. Ve yahut bir ergen gibi trip atıyordu her güne ayrı. Bunalım takılıyordu belki kendi çapında. Neticede bu sene "zöönnkk!" diye direkt yaz geldi. Hemen kışın ardından hem de. Atlayarak günleri, geceleri, mevsimleri. Saatler ilerlemişti koşar adım. Koşar adım değildi bu pek. Uçar adımdı sanki... Zaman sessizdi, sakindi. Biraz sıkıcı, biraz asap bozucu. Ama çoğu kez çağlayan, çoğu kez coşkulu. Bizim en üzgün olduğumuz bir gün bir başkasının en neşeli günüydü. Bizim hüzünler üzerine çöktüğümüz vakit, başkalarının kır dolu tepelerde rüya dolu anlarda olduğuydu. En'di ama neticede. Ya en iyi, ya en kötü... Ortada buluşulundu neticede. Uzlaşıldı tek bir virgülde. Nokta değildi çünkü. Hemen kesip atmıyordu, devam edecekti. Çünkü zamandı. Koşmaz, uçar; durmaz, amuda kalkar; oturmaz, devamlı iş çıkarırdı! Her günün bir işi vardı, sembolik bizler yapıyorduk bu işleri. Acı ama gerçek oluveriyordu sonra zaman! Hayat! Ya da ta kendisiydi dünya! Susamış, aç gönüllerde doyuyordu, mışıl mışıl uyuyordu koynunda insanların. Öyle rahat... Bazen yaptığına değiyordu! Bazen takdire şayan! Bazen "keşke" dedirtiyordu. "İyi ki" diyeceğimizi bile bile en çok. Keşke diyordu. Ağız alışkanlığı olmuştu. Mütemadiyen nakaratlarda, kaçınılmaz son, çıkmaz sokak buluveriyordu bizi işte... Yazdı bu. Doğası gereği neşeli. Açılmamış bir goncaydı her bu mevsimin gelişi. Öyle de kalacak sanırım gönüllerde. Hep mutlu, hep umutlu, hep tatlı anılarla. Efil efil esecek bir kızın ispanyol paça basma kumaş pantolonunda. Ya da bir yaz muhabbetinde buluverecek, büyükleri yatmış, gençleri muhabbet çeviren bir evin terasında. Veya çekirdek çitleyecek bir mahallede. Yazlık sinemaları hatırlayacak belki de olgun bir kalpte. Sardunyalar, zambaklar eşlik edecek. Belki de bir çocuk kalbinde, saklambaç oluverecek. Ya da aşık gönüllerde gizli bir bahçe... Battaniyenin altına sinecek veya muzur bir çocuk gibi balkonda yatarcasına. Bir şarkı söyleyecek belki de hüzzam makamında... Ama gelmedi o gün, ya gelecek ya da bir sene daha geçecek en fazla. Sürprizi belli mi olur zamanın! Ya birden yazdan yaza geçecek!
Eee bitmez halleri dünyanın...
E, yaz meyvesi tadında bir yaz olsun bu yazı!
Seviliyorsunuz,
Murat.
Eee bitmez halleri dünyanın...
E, yaz meyvesi tadında bir yaz olsun bu yazı!
Seviliyorsunuz,
Murat.
12 Haziran 2012 Salı
Şiirin Özü / 5 (Bir Ömrün Hikâyesi...)
Geçer ömürleri okul sıralarında
Yolun yarısına kadar yolculuk eden bir yoldur bu...
Kafa yıpratır, dirsek çürütür, anı eskitir insanoğlu
Sonrasında başlar hayat telaşı, bırakmalıdır alışkanlığı...
Ya dalar gider yaşam oyununa, telaşe memuru...
Ya aşık olur bilinmezlere, kaldırım mühendisi...
Ya oynar hala çocuk gibi, boş işler müdürü olur
Geçer böyle bir ömrün hikâyesi...
ç.kalem '05/Antalya
Yolun yarısına kadar yolculuk eden bir yoldur bu...
Kafa yıpratır, dirsek çürütür, anı eskitir insanoğlu
Sonrasında başlar hayat telaşı, bırakmalıdır alışkanlığı...
Ya dalar gider yaşam oyununa, telaşe memuru...
Ya aşık olur bilinmezlere, kaldırım mühendisi...
Ya oynar hala çocuk gibi, boş işler müdürü olur
Geçer böyle bir ömrün hikâyesi...
ç.kalem '05/Antalya
11 Haziran 2012 Pazartesi
Dost Kadehi

Ayrılalım, vuralım kendimizi dolu kadehlere
Gittik mi bi bara dertleşelim birbirimize
Hem sevgili olalım hem dert yoldaşı...
Boşverelim madem, kalsın dağınık ortada!
Bırak her şeyi salaş, girecektir rayına(yoluna)
Bir barda oturduk mu iskemleye
Sen anlat, dinleyeyim; ben anlatayım, sen dinle
İkimiz de şikayet edelim birbirimizden
Nefretimiz birleşsin hatta., çıksın tek bi cümleden!
Nefret duyalım aşktan ayrıca, yokluğundan yanalım
Birbirimize çare olalım...
Olmadı yetmezliğinden ikimiz de gideriz zaten!
Hem sevgili olalım hem tanışıklığımız olmasın...
Aynı zamanda rakı arkadaşı olalım
Masalara sır küpünde hibeş olarak sunulalım,
Ben, birinin aklında gerçekleşeceğini umduğu hayal
Sen, en sevdiğine dair ağızda gidip gelen alelâde bir küfür olarak geçerken
Dost kadehinde buluşalım...
ÇAtLAk KALEM / 08.06.'12
9 Haziran 2012 Cumartesi
Ça-nak Çöm-lek Pat-la-dı!!!
Hani renkler vardır. Kırmızı, lacivert, turuncu… Bir renk seçersiniz, en sevdiğiniz, bağlılık duyduğunuz ve tutkusundan kopamadığınız. O rengin gereklerine göre yaşarsınız hani hayatınızı, bir bakmışsınız, yaşam felsefeniz oluvermiştir. O renge göre indekslersiniz hayatınızı. Sevdiklerinizi atfedersiniz o renge. Yaşamın en güzel anılarını yapıştırırsınız. Genelde saf, katışıksız kalmasını istersiniz. Ama ya uçuğa kaçar ya pastel tonlarına dönüşür ya da matlaşıverir, şu ya da bu şekilde işte! İsteseniz de istemeseniz de. Öyle veya böyle. Bi ton atar belki ama o ton epeyce fark ettirir orijinalinden. Koyu ve açığı bir arada bulamazsınız genelde. Bir rengin bir ton hakkı vardır ancak. Ya beyaza yakın ya siyaha. Gri zaten ortadadır, bakar başının çaresine! İşte tam bu noktada canınız çeker, karıştırmak istersiniz başka renklerle belki de farklı tonlarla elinizde hangi renk varsa. Paleti bularsınız belki de beğenmedikçe daha karışır, belki daha, daha da. Siyaha varacağını bile bile bularsınız. Ya es geçerek ya bir noktada birleşerek, birinde uzlaşarak ama orijinalinden uzaklaşarak… Ya sıfır noktasındadır ya kaynama derecesinde(!) Bakın genelde denedikçe siyaha kaçıyor bu arada. Beyazla açtıkça tahmin edersiniz çünkü az çok, belirgindir akılda. Niteliği sıfatının bilhassa. Ama siyah öyle midir? Hangi tona yaklaşacağını kestiremezsin. Yaptıkça yapasın gelir, karıştırdıkça karıştırasın. Kestiremezsin önceden, öyle belirgin bir stratejisi de yoktur önceden yoluna koyup da takip edeceğin. Zordur. Bir taraftan haz verir bir taraftan doyumsuzluk! Kanaat getiremezsin, daha çok istersin, yaptıkça daha iyisinin ortaya çıkacağını umarak, daha güzelini oldurmak istersin… Tıpkı hayat gibi! Hayatın renginin siyah olduğunu bir kez daha hatırlatmak istediğimi ummayarak çıktı yazı bu noktaya geldi. Tıpkı, farklı ton bulma arzusuyla yola çıktığım ama her geçen noktada siyaha yaklaştığım süreçte olduğu gibi… Her kişi bir renge sahiptir, her rengin bir tona sahip olduğu gibi. Hepsi birbirine bağlı, hepsinin birbirine sadakâtı tam, bağı güçlü, ilişkisi sağlam. Tıpkı bir zincirin halkaları gibi! Hepsi birbirine kenetli. Boyunları kıldan ince birbirlerine karşı. Şapkası çıkmış, ceketlerinin düğmesi ilikli önlerinde… Elleri pençe divan, gözleri yerdeki halı motiflerinin detaylarına takılan… İki kişi aynı renkte buluşursa olmaz, “saylamaz” hayat, kuralı bozulur, mızıkçılık çıkar. Herkesin lezzeti kendine! Tadı başka, çeşni çeşit, zengin koleksiyon, geniş yelpaze… inanmaz zaten aynı renkte buluştuğuna, yemin ettirir, “vallahi de!” der. Yere yatıp, göbek attırır belki üstüne(!) Herkesin rengi farklıdır, birbirine karıştıramazsın. En kötü, boş bir anına gelir, çanak çömlek patlatırsın!
Hani renkler vardır... Eflatun, sarı, yeşil... Olacağı varken yeşilin çağlası, fıstığı, zeytuni olur; bal köpüğü veya altın olacakkken sarı hardala kaçar ya da lila, sıklemen olacakken mor gece mavisine tat verir! Ya da tam karıştırmazsın hepsini; renkler manyak olur kendi başlarına, birlikteyken ebruli denir!
8 Haziran 2012 Cuma
Elma Dersem Çık Armut Dersem Çıkma: Kiraz!
Bir dargın bir barışık gider bazı aşklar, katılır mısınız? Özellikle o buluğ çağındaki gençlerde görülen tripler beliriverir birden bizim müzelik liseliklerde(!) Her zaman olur veya olmaz bilinmez. Nazını geçirene kadar, aşkın hormonları destekler filan. Yakışır veya yakışmaz. O sulu aşık modelleri her yerde biter adeta! En sıkıcı en sinir edici en sınır zorlayıcı şekilleriyle… Sabır taşar, asap coşar, sinir bozar işte! En ahenklisidir hayatın o aşk zamanları, cicim ayları, balayları, altın çağları ya da her neyse. Sıkıcıdır işte içinde bulunmadığın sürece. İçinde bulunurken de ne zevk bulunuyorsa artık. Telefon konuşmalarında bile çocuksuluk kokuyor, olgunluktan bihaber, yaşından noksan bir hal alıp, alıp başını gidiyor… Sudan sebepten küslük yaratan, “ayrılık bu kadar kolay mı?”yı sorgulayan, “ayrıldığımızda peşimden koşacak mı?” diye testler düzenleyen bir kafadır bu! Kendine geldiğinde yaptıklarından pişman olmasını bile bile. Ters tepen sonuçlarına katlanamayacağını göze alamasa bile. Bile bile… Aşk fedakârlıktır oysaki. Ama karşılıklı olursa hani! Netice de karşılığını bulursa gönül daha coşar, daha fedakâr olur, daha bonkör, daha zengin… Aşk sadakatten ileri gelir. Anlayış, düşünce içerir. Sevgi saygı her daimdir. Güven olmazsa olmazı, yeri gelir tahammül vazgeçilmezidir. Acısına dayanıklıdır insan. O an ağır gelir ama hayatı törpülenir. Tecrübe olur, en kötü. Öğrenmiş olur, deneyim olur bu da kârdır yanına. Kimisi de gizli yaşar, sevgisini belli etmez o kadar. Alenen, açık seçik yaşamadan, kimselere duyurmadan sever. “Beni gizli yaşa…” şiirimi anlatır bu aşk. Sever ama dokunmadan, belli etmeden. Mahremidir, mabudu… Kıyamaz, kıskanır. Başkalarıyla geçirdiği zamanı kıskanır. Başına gelmesini istemez hiçbir şeyin, dokunmaz. Aşk türlü türlü. Ama bu zamane aşkları tabii. Yoksa zaten aşk görüşümü açıklamama gerek kalmadığını düşünüyorum şu noktadan sonra. Daha önce yazdım milyon kere bunun üzerine. “Elma dersem çık armut dersem çıkma” der bir taraftan gönül. Genelde ikisinden birini yeğler. Tercih eder ya elmayı ya armudu. Armudun iyisini ayı yer, elmanın takliplisi kurttur. Kötüsünü düşünülmemiştir, ammann “kim, n’apsın?” zaten kötüsünü. Ama kıyamaz bu kez. Başka bir şey söyler. Kamufle eder, oyalar birilerini, zamanı oyalar olmadı, geçirir onu bir şekilde öyle ya da böyle, zaten o da geçmeye meraklı. Güneş çıkmaya çalışır bazen gün ortasında yazık, bulutlar müsaade etmez ya hani. Bu kez güz değil, yazdır mevsim işte, yaz. Ne elma ne de armut… Kiraz.
7 Haziran 2012 Perşembe
Başka Hayatlara...
Severim seni ama
Yeni heyecanın değilim
Aşk çalar kapımı
Ama bazen kilitlerim!
Duygularım sığmaz içime
Bazen şımarır bedenim
Ruhum taşar içimden
Çatlar o zaman kalemim!
Sınır koyarım koymam
Yerine durumuna göre
Halim değişir kalamam
Aşkta uzun süre!
Sen uzak dur bana
Allerjim artıyor sana
Benden uzaklarda takıl
Sevmediklerim yanında!
Beni merak etme sakın
Korumana, kanadına yok ihtiyacım!
Mağrur duruşun da rahatsız etmekte
Ben ki sınavından 100 almışım!
Gülmezsin artık eskisi gibi
Anca anılarını hatırlar gülümsersin...
Ben ki başkalarıyla gayet mutlu
Başka hayatlara mutluluk veririm...
ç.kalem Mart '12
Yeni heyecanın değilim
Aşk çalar kapımı
Ama bazen kilitlerim!
Duygularım sığmaz içime
Bazen şımarır bedenim
Ruhum taşar içimden
Çatlar o zaman kalemim!
Sınır koyarım koymam
Yerine durumuna göre
Halim değişir kalamam
Aşkta uzun süre!
Sen uzak dur bana
Allerjim artıyor sana
Benden uzaklarda takıl
Sevmediklerim yanında!
Beni merak etme sakın
Korumana, kanadına yok ihtiyacım!
Mağrur duruşun da rahatsız etmekte
Ben ki sınavından 100 almışım!
Gülmezsin artık eskisi gibi
Anca anılarını hatırlar gülümsersin...
Ben ki başkalarıyla gayet mutlu
Başka hayatlara mutluluk veririm...
ç.kalem Mart '12
6 Haziran 2012 Çarşamba
Şiirin Özü / 4
"Ne olur bu sayfaların hali böyle!
Yaz yaz bitmez satırlar...
Bitse duygu biter gerçi,
Ne yer kaldı ne kâğıtlar...
Kalemler tükendi ben hâlâ böyle!
Her zaman her şeyi
O bilir zaten hep!
'Ukâlâ aşk'..." ç.kalem '05
Yaz yaz bitmez satırlar...
Bitse duygu biter gerçi,
Ne yer kaldı ne kâğıtlar...
Kalemler tükendi ben hâlâ böyle!
Her zaman her şeyi
O bilir zaten hep!
'Ukâlâ aşk'..." ç.kalem '05
5 Haziran 2012 Salı
Öz-En-Ti

Çevremizde görürüz son günlerde. Pek çok kişi pek çok kişiyi taklit eder. İyi bir insan sarrafıysanız anlaması oldukça basittir. Hoş, ben inanmıyorum "insan sarrafı" kavramına. Kimse kimseyi tanımadan, çok önceden, öngörüsüyle çözemez pek. Neticeden hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değildir. Tanımak, dokunmak lazımdır kişiye. Yoksa önyargıya kaçar, zarardır, ziyan! 6 his başka bi hadise tabii. Onun mevzusu ayrı bir tartışılır.
İyi, hoş da, bir şey atlanır illaki birine özenirsen. Orijinalin tadını vermezsin. Özgünlük zaten senin tabiatında mevcut! Ne diye bir başkasına tamah edesin... Şimdiden söyleyeyim fazla yapmacık olursun özenirsen. İmren, gıpta et, gurur duy veya ne bileyim. Ama özendiğin anda iş bitmiştir. Sesini, soluğunu, kıyafetini, doluluğunu, gülmeni, ağlamanı, jestini, mimiğini, duygu ve düşüncelerini, kısacası her şeyini beğendiklerinden bir parça alıp kendini toplama bilgisayar gibi görme! Hepimiz dünyaya geldiğimiz anda kutusu yeni açılmış bir küçük elektrikli ev aleti gibiyiz! Kullanım kılavuzumuz da içinde, ayarlar menüsü de... Zamanla eskiyoruz, kullanıldıkça daha bir çok, eskime-eskitilme diz boyu neticede. Yoksa inan, kimsenin umrunda değil. Sezen Aksu gibi konuş, Süleyman Demirel gibi düşün, Tarkan gibi saçını uzat, İlhan Mansız gibi yürü, Angelina Jolie gibi bak, Adriana Lima gibi catwalk yap, Johnny Depp gibi gül, Nihat Doğan gibi hareket et... Ya da herhangi bir sanal karakter yarat kendine. Bir dizi oyuncusu mesela. Rolün rolünü yap, başar mesela! Kimse bununla ilgilenmiyor. Sen yalnızca belki kendi egonu tatmin ediyorsun! Hepsi bu! Hı, bi de belki alay konusu olursun insanlar arasında veya dedikodu malzemesi. Özgünlük gibisi var mı yahu?! Adı bile bi başka geliyor insanın kulağına...
Taklitlerden, imitasyonlardan sakının! Asıllarını yaşattıkları bi gerçek belki ama siz sadece orijinale katkıda bulunuyorsunuz bunu yaparak. madem amaç ego tatmin etmek, böyle düşünerek tatmin edin kendinizi! Taklitte hem yapaylık vardır, hem hırsızlık hem de ucuzdur, bilirsiniz. Tercih edilir ama modası çabuk geçer ve kalitesizdir! Size göre güzel niteliklerse bunlar, ne âlâ, buyrun deneyin! Denemesi bedava! Siz siz olun, başkasına taviz vermeyin ne de ödün. Kendiniz koruyun ki farkınız olsun. Yoksa özenilenler zaten var. Ve onların özentileri çıkınca siz değil onlar "en" oluyor. Siz ise, ti'ye alınan! Bir kere daha bi düşünün en azından... Ama söz verin, bunu yaparken kendiniz olun, kendiniz gibi düşünün. Ne Acun, ne Okan, ne Devlet Bahçeli! Yoksa sayfalarda yalnızca şekil olarak kalırsınız, düşünseniz bile!
Muratça.
4 Haziran 2012 Pazartesi
Hayat Boştu

Sol yanımda bekledim...
Ellerim üşüdü gene
En güzel hayalinle seviştim
En tatlı anınla geliştim
Çok iyiydin her zamanki gibi(!)
Çok samimiydi
Kalbin içtendi...
Görmek isterim artık seni!
Bak yine hasret coştu
Zaman koştu
Ve bir uyandım ki
Sen yanımda, ben mutlu…
En zor zamanlarda güçlendirdim kalbimi,
Derin sevginle besledim,
Hoş buldu aşkın başımda, tac oldu
Yeri geldi, sevginin gücünü kalbimde hissettim, güçlendim…
Gördün mü bak, yine hasret coştu
Zaman koştu
Ve gözümü bir açtım ki
Sendin gerçek!
Hayat boştu…
ÇaTlaK KaLem – 01.02.2012
2 Haziran 2012 Cumartesi
"Sana Güvenmiyorum!"
Arkanı döndüğünde dedikodunu yapan dost değil, yüzüne
gözüne bulaştırsan da arkanı toplayacağın düşmana güven bazen! Seni seven her an
yanında olan değil, her an aklında olduğundur. Kuyunu kazar arkandan, yüzüne
güler. İşin kötüsü saf sanar bir de salak yerine koyar. Belli etmediğini sanır ama salağa yatan sen olursun işte! Bunu anlamaz... İşte o an aslında güven zedelenmiştir aslında. Ona dair bir şeyler bitmiştir artık. Hiçbir cümle dolduramaz yerini, hepsi nafiledir, hepsi boşa... Ne o eskisi gibidir, samimi; ne sen daha kırılgan, daha didikleyici! "Her şey bitmiştir artık" şarkıda da dediği gibi. O o an için eğlenir
ama sen onu bıraktığında daha çok eğlenmelisin! Bir insan doğar, büyür, gelişir, "değişir"… "Değişiksindir!" İster 6
ayda ister bir senede, gün gelir her şey eskir… "Vay be!"ler yanına kalır sadece. Bazı şeyler koyar bu hayatta. Oysaki, bu onlardan sadece biridir! Kimseye güvenemezsin o bile bunu yaptıktan sonra. Güvenini yitirmiştir, kıyısına sığındığın liman da...
İşte bu yüzden kimseye güvenme, kimselere! ve unutma... "Beyaz gülün bile gölgesi siyahtır..." Vay be!
Saygılar,
Murat.
İşte bu yüzden kimseye güvenme, kimselere! ve unutma... "Beyaz gülün bile gölgesi siyahtır..." Vay be!
Saygılar,
Murat.
1 Haziran 2012 Cuma
Hayatı teyel teyel işlemek...
Duygular, düşünceler, tutkular… Birilerinin gelip
birilerinin gittiği ama o birilerinin bazen hiç arkasına bakmadan gittiği
günlerde başladım yazmaya. Ne değer ne kıymet. Bildiğim halde de gittiler.
Dünyanın kaidesi daha ağır bastı gözlerinde. Bense ağırdım kefelerinde birkaç
gram daha fazlaydım. Anlık da değildi bu sevgileri, bunun da farkındaydım. Ama
o gittikleri günlerden izlerini taşıdım birçoğunun. Çoğu kıymetti, özlemdi,
yanımdayken hasretti, yakınımda gurbet… Her geçen gün duygularımı ilikledim birbirine,
sıkı sıkı. Düğmeleri kopmasın diye sağlamca geçirdim ipliği deliklerinden, bir
bir. Emek kokuyordu, kimilerinde hasretle kimilerinde özlemle. Duygularım
yaşlandı beden gençken, istediği kadar diri olsun tecrübelerle yaşın
olgunluğuna erişti dedi kalp bi kere… Dışa vurmadı, hep içeride, hep içeride.
Sonra üzerine fermuar çektim iliklediklerim düğmelerin, daha bi sıkı oldu, daha
bi açılmaz! Cepler dikmiştim, doldu bir şekilde içleri. Hayattan nasibini
aldığı kadarını koydu içine, biraz taştı belki. Aştı maksadını. Gaye boşa
değildi, mücadeleciydi. Yılmaz, yıpranmazdı. Kanmaz, kandırmaz. Bi suya
kanardı, kana kana içerdi gönlü ağır yaralı olunca, epeyce hora geçerdi. Hor
görmezdi. Görür derlerdi. Kapüşonlar diktim sonra, tabii. Süsledim biraz da
orasına burasına bağcık, iplik sokuşturdum. Çoğunda ne yüksüğüm oldu ne
kalkanım! Ben yalnızca etimi kanattım. İçerinin dışavurumunu seyrettim bazen. Manyaktım!
Kelimeleri diktim birbirine, duygularımı işledim içine… Nakşettim gönlümce. Bir
bir, teyel teyel her seferinde… Birdi, bir sürü oldu yaşın içinde. Kelimeler
çoğaldıkça daha çok diktim kelimeleri birbirine. Arada değişik şeyler çıkmadı
değil, farklı alanlarda da çalıştım. Ne kumaşlar geçti elimden! Genelde kendime
göre makasladım. Ölçtüm, biçtim. Etrafımda iyi bir terziydim. Farklı
kumaşlardan farklı modellerle farklı kıyafetler ürettim, giydirdim farklı
insanlara. İnsanlar giyinmeyi sevdi benim elimden. Ben de sevdirdim tabii… Birdi,
bir sürü oldu. Oldu, oldu... En sonunda bir çeyiz dolusuydu. Tek evin tek çocuğu
gibi şımartılmış bir çeyizdi bu. Abartılmış… Bir çeyiz dolusu kelime kesimli
duyguları sakladım. Nakkaşı da bendim. Kasnaksız, şişsiz, tığsız çalıştım.
Yüksüğümün olmadığını söylemiştim zaten! Kanaviçeler, kırkyamalar, danteller,
örtüler, örgüler, iğne oyaları… Abiyeler, fraglar, cepkenler, şalvarlar,
tunikler, döpiyesler, tayyörler, bahçıvan pantolonları vardı. Her türlü, renk
renkti hepsi. Hepsi yaşanmıştı, hepsi hissettirmiş, hepsi iz bırakmış.
Kelimeler çoktu, değişikçe kombinasyon kurdum her tarzda, her sefere, her
kez’e, herkese. Duygular kelimelerle dikildikçe sağlamlaştılar. Bir çeyiz
dolusunu sakladım ben de. Birileri gelip birileri gidiyor amansız, zamansız.
Belli mi olur el altında bulunsun tabii, belki bir ömür giyeriz bunları belki
sadece gelecek seneye! Büyükçe, kocamanca sevin sevdiğinizi. Bir ömür giydirin
ona bu layığı kıyafeti. Gözünün içindeki sevinci gördükçe siz yaşayacaksınız o
sevinci içinizde. Kalıcı olan da bu galiba, yoksa mahkumsunuz zaten, bilirsiniz
gelip geçici…
“bir iz, bir taşıyıcı, bir taşıtan, bir yorgun kılıcı.”ç.kalem
Sevdiklerimizle örülen güzel günlere,
Murat.
“bir iz, bir taşıyıcı, bir taşıtan, bir yorgun kılıcı.”ç.kalem
Sevdiklerimizle örülen güzel günlere,
Murat.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)