6 Ağustos 2012 Pazartesi

Beni Oku!


“Bıçak, kemik, kemik, bıçak, sabır, tükenmek, tükenmek, sabır, masal, hikaye, hikaye, masal, say baştan... İşi sadece Allah’a kalan Türk milletinin Allah yar ve yardımcısı olsun.”

Bir masalın öyküsü ya da hikayenin öyküsüdür bu... Uzuunn bir öykü. Modernizmden alamamış nasibini veya çağın olgunlaşan şartlarından işte. Hala eski yöntemlerle yerinde saymakta, bu şekilde işlemekte. Gencecik yaşta daha hayata bile atılmamış adımlarda başlayan bi yolculuğun öyküsü. Çoğu zaman hayatta 70’inde giyilen beyazın, 18’lik öyküsü bu. Al kanın öyküsü. Zor koşullarda yetiştirilen, ne emeklerle büyütülen ama sonu hiç’e kayan bir ömrün tek bir ana sığdığı öykü bu.

Keşke yazılmasaydı şu yazı! Keşke okunmasa cümleler. Keşke duyulmasaydı sözcüklerin etkisi... Keşke yazılmasaydı bu kader. Keşke, keşke… "Keşke değil iyi ki demeliyiz" diyoruz ya hani, milyon kere "keşke" işte bu sefer! “Keşke” demekle geçiverse bu derin yara keşke. Geçmeyeceğini bile bile, çözüm yolu olmayacağını göre göre keşke. Birçok öyküsü vardır ya hayatın. Bu en hazinlerinden işte… En güzel yıllarıdır bir erkeğin. En verimli çağındadır oysaki. Gençtir, “ne iş olsa yapar”. Canı pahasına bile olsa! Kaybedilen topraktır o oysaki! O'dur! Kim demiş toprak kaybetmiyoruz diye. Mademki topraktan var olduk. Toprağın âlâsıdır bu işte! Bir de taarruza geçiyoruz sonrasında, kaybettiklerimize öc! Göstermelik güçlerle, vicdan rahatlasın diye… İş işten geçiyor, eşek Niğde’den geliyor; iş çığırından çıkıyor, eşek sudan geliyor ama yine eşek yine!
 

Mehmet Bey’in hikayesi değil bu... Çünkü henüz o mertebeye ulaşamadı! Çünkü ileride büyük bir ikramiye kazanacak kadar bi hayatı; dahi ayak işlerinden o makama kadar yükselecek bir iş yaşamı olamadı. Kaderi zaten satmıştı, terk etmişti onu doğuşunda! Dolayısıyla prestijini sağlayamadı! İcraatinden yoksun bir hayaldi belki sadece. Sevmezdi zaten ikramiye oynamayı. Parasını çula çaputa yedirmezdi. Hayatını idame ettirecek elzem şeylere verirdi parasını, öyle sağa sola harcamaz, çar çur etmezdi. Arada duyardı bey lafını. Okuldaki öğretmenleri söylerdi bir soru soracağı vakit sözlüde ya da babası kinayeli konuştuğunda sarfederdi, kendine dokundurulan bir cümlenin virgülü öncesinde... Yakıştırırdı da kendine halbuki. Hoş unvandı neticede. İleride büyük bir iş hayaline dahi yenik düşeceğini de bilse yine de güzeldi hayalini kurmak. Hele ki o yaşta! Biliyordu o yaşın ona birdaha verilmeyeceğini. Farkındaydı yaşının geri gelmeyeceğini. Velhasıl, ayrı bir tattı. Hayal şarttı.  Beylik laflar da etmezdi hani. Bilirdi ama tüketmezdi. Bir pürüz vardı zira işe başlamadan önce. Zorlu bir engebe. Ülkemizde “korku” ve “cesaret”in birleştiği nokta! Kahraman Mehmet, Mehmetçik… -çik “yazık, zavallıcık…” anlamında değil tabii ki. Onuruyla, vatanı uğruna gururla taşıdığı aşkı için ölmek. Yaştan dolayı biraz. Ama 18 yaşında Ali olur bu, etrafındakilerin 5 yaşındayken çağırdıkları haliyle Aliş; ama 23 yaşındaki Serkan olur bu, lise arkadaşlarının ağzıyla nam-ı diğer Serko. Sonunda ya bey olur ya ağa. Ama sevilen olur ama sevilmez hiç. Başında bay, beyefendi eklenir bazen. En son "merhum" eklenir ismin başına ve çekilir hayattan işte! Ama Mehmetçik işte. Belli bir yaşa gelince isim değişikliği. O ocakta öyle olur. Ölüm haberinde anonse edilir bu şekilde. Ertesi günü unutulur gider, silinir gündemden ama asker ocağından aile ocağına bir mayındır aniden lavlar halinde fışkıran, apansız, dağıtan. Haberde acıtasyonun malzemesi oldu kerelerce, kendi alanında demagojinin ötesine geçemedi genellikle. Şarkılar yazıldı üstüne, eserler sahnelendi, gösterime girdi beyazperdede, ağıtlar yakıldı yakılan yüreklerden çıktı bir avazda, çığlık gibi, ama yine de bir masalın içinde bir başka masal olmaktan çıkamadı, kara bir mizah konusu ya da sadece. Mehmet Bey olmadan önce idare etmeliydi vaziyeti, Mehmet Bey olmadan da hatta. Henüz en güzel öğrencilik yıllarından sonra. Eli silah tutmalıydı, ayakları postal… Kar görmeliydi memleketi dışında. Biraz burnu sürtülsündü, biraz yüreği burkulsun. Hasret çeksindi, gurbet görsündü, azıcık büyüsündü. Sorumluluk alsındı. Her birinin öyküsü vardı üstelik. Birbirinden farklı. Kimi yeni atmıştı kepini, mezuniyetini kutlamıştı geçen aylarda. Kimi yeni nişanlanmıştı. Evlilik seneye idi, kısmetse. Kimi çocuğunu bırakıp gelmişti, gözü arkadaydı anlayacağınız. Kimi eşinden ayrılmıştı, kimi henüz yeni kaybetmişti babasını. Hepsi biraradaydı. Tanışıktı. Reşitti ve "eşitti"... Emeklemeye başladığı günleri hatırlamazdı belki ama anlatılanları hatırladı bir gece başını yastığa koymadan önce. Ranzaydı yattığı, tıpkı yatılı okulda kaldığı günleri hatırlatır gibi. Uykuydu en tatlı olan o yaşlarda ya, belki hiç göremediği rüya vardı içinde belki de en çok görmek istediği. Hayalleri karışmıştı hatta uykusuna bu kez, hasreti vardı içinde, gurbeti bolca, bir tutam umut vardı içinde, özlemi, duyguları hepsi içindeydi yorgunluğu da dahil. Uyku fazla derindi bu kez. Ne ailesinin yanındaki sıcacık uykuydu bu, yorganına gömüldüğü. Ne emekliliğini hayal ettiği günlerdeki "günlerin bi öneminin olmadığı" bi öğlen saatine denk geldiği bi uykuydu. Yaşamın iki çizgisindeki mecburi bi yoldaydı bu uyku. Ya vardı, ya yok! Gencecik bir bedende  yeşerdi tüm umutları yine de, her şeye rağmen. Her şeyden haberi vardı, bildiği halde memleketinin halini teslim olmaktı düzene, gereklerine, sistemin âdetine! Alet olmaktı işte, "herkesin" olduğu gibi... Bir hayali vardı önünde uzunca yaşadığı; ya olacaktı, ya olmayacak! Hayali muallakta, epeyce bi çelişkide... Beline kadar saplandı, bataklıkta. Biçare ama yine de bi yardım eli beklemekte!

Ve devraldım kalemi yine:
“Toprak kaybetmiyoruz sözde!
Ama aslında hergün bir toprak kaybediyoruz, bir canda, bir bedende.
Topraktanız malum, toprağız. Kim demiş toprak kaybetmiyoruz diye!
Her gün toprak kaybediyoruz. Masum, masumane…
Gururlu, gencecik ama gönülleri yüce  taşar sığmaz nice yiğitler gidiyor hiç yere!
Sen görevini vatanın sağlığı için yapıyorsun ya bir de
Ne vicdan kalıyor ne kalp ne de düşünce bizde!”

ve Bir Sezen Aksu Şarkısı istiyor gönül, sözlerinde seyahate çıkmayı, bi kere daha düşünmeyi, derinlere inmeyi temenni etmek üzere…
"Memet bir türlü gitmiyor; gözün, gözümden...
Hiç büyümemişsin, tanıdım çocuk yüzünden!
Kan geldi kederden, can özümden
Sen anacığını düşün, çok dikkat et!
Memet, daha çok küçüksün Memet...
İnsan soyu böyle en nihayet.
Öteki de sen, beriki de sen…
Kendini de, bizi de, dünyayı da affet!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder