Sandığına bağlamıştı tüm umutlarını... Annesinden kalma, ona da annesinden kalmış, ceviz bir sandıktaydı hayalleri. Sarmaşıklar sarılmadan, geceler yorulmadan, şiirle ilgilenmeden evveldi en güzel yaşları onun için. Süsüne püsüne düşkündü. Kendini süslediği kadar evi de süslerdi. Gümüş takımlarla, Hint figürlü kül tablaları ve papirüslerle, led ışıklı minyatür ahşap maket gemileriyle, İngiltere mit'ine ait prenses ve prens figürlü, antik çağlardan kalma beyaz porselenlerle ve en çok sevdiği bol arplı beyaz melek biblolarıyla doluydu küçücük salonu. Baktıkça usanmaz, üstüne üstüne gelmez, oyalanırdı insanlar adeta. Ahşap boyama kursunda öğrendiği çatlatma tekniğiyle bir ayını almıştı tam, kapısının önündeki posta kutusu. Hafif bordo, vişne çürüğüydü tonları sık sık açılan ve koyulan. Üzerine pembe kadifeli güller kondurmuştu gelişine. Dans ediyorlardı adeta bir kınada gelinin üzerindeki fistanda dans eder gibi.
Sorsanız annesi dert ortağıydı. Sarılırdı, koklardı, saçını örerdi. Okşardı ruhunu, severdi, canını yerdi. Akşamları kremini sürerdi, otururdu divana onun için dua ederdi, albümleri karıştırırdı. Yarı ağlamaklı çağırırdı yanına, anıları canlandırırdı fotoğraflarda, detaya girerek anlatırdı da anlatırdı. Babası karpuz alandı, eve akşamları kavun getiren. Ekmek alan. Güçtü o. Evdeki yegâne kudret. Tesbihti biraz. Simgeydi. Varlığı yeterdi, evin içinde dolaşması. Bıyıklarını tarayıp geçerdi işinin başına. Televizyon karşısında balkabağı doğrardı...
Kendini bazen 3 yaşındaki oğlan çocuklarına benzettiği günlerden bi gün yine, ekmeğe sürerken döktü annesinin iki gün önce kaynattığı gül reçelini. Aklına hemen geçen sene terasta yediği bol sulu şeftali gelmişti. Üzerine dökmüştü, hemen çitilese de geçirememişti. En sevdiği tişörtü sünmüştü. Ama o biraz daha orantılı sünüşler yapmıştı tişörte biraz da şeftali suyunu bir motifle uygulamıştı. Neticede onu giyecekti artık. Gene el içine çıkabilirdi en sevdiğiyle. Sadece biraz görünümü değişmişti. Ama onu öyle de böyle de olsa seviyordu. Çünkü seviyordu! Üzerinde durmazdı belki sevmese. Çöpe atar geçerdi belki. Ya da saklardı onu ceviz sandığına. Safran lekesi ya da "şeytan işemesi"ni bile göze alırdı. Elinin altında olurdu en azından. Ama o giymeyi, üzerinde eskitmeyi yeğledi. Gül reçelli giysisini çöplerin birinde sakladığı gibi tıpkı!
Mutfak kedisiydi. Mutfak, dünyası. Çıkmazdı evinden pek sık öyle. Anca çarşamba ve cumartesi günleri çıkardı. Çarşamba pazara giderdi, evin ihtiyaçlarını karşılamk üzere. Cumartesi arkadaşlarıyla kek, börek yemeye, güne. Onun dışında takardı önlüğünü kenarları kırmızı beyaz ekose plili, reçel kavanozlarının kapağına sardığı kumaşlara benzerdi adeta, geçerdi ocağın başına. Bir gün patates, patlıcan, kabak, biber kızartmıştı. Bol sarımsaklı tuzlu bir yoğurtla, limonata eşliğinde. Kızartmayı severdi genelde yağda. Ancak su ile haşlanmışını severdi patlıcanın, fırında da tavuğu severdi. Biberin közüne de bayılırdı bu arada. Bir evin bir kızı. Hem kıymetlisi, hem ilk ve son göz ağrısı. Çocukluğu ve gençliği böyle geçti.
Sonra güneş kovaya battı, çıkardığında solmuştu çünkü çamaşır suyuydu su sandığı. Hayatın üzerine susamları döktü ve fırına vermişti ancak fırında balıklar vardı bu kez. Yenice yaptığı sigara böreklerini bir fiskede yiyen suçlulardı! ...ve tek celsede dikmişti dünyaya ait kavramları. Bir çırpıda, tek solukta, bir dokunuşta... Sihirli bi dokunuş değildi bu. Zaten büyüden nefret ederdi. Öyle masallardaki perinin elindeki değnek de yoktu elinde. Dostluğu, kardeşliği, vefasızlığı, riyakarlığı, yalanı evet özellikle yalanı hiç affetmedi zaten hayatında, varlığından en çok rahatsız olduğu kavramı da nasıl unutabilirdi ki... Hepsini bir arada dikti sonra sadece olumsuz olanları çıkardı aradan. Baktı hala ayrımcılık, kibir, ukalalık ve saygısızlık duruyor. Onları da kana acıta olsa çıkardı bir bir, ip elini kesti bu esna da. Cımbızla söktü belli bir noktadan sonra zorlanmaya başladığında. ve fırındaki pişti, suyu değiştirdi biraz kaynattı biraz durulttu hatta ve elindeki modele benzetti. Elinde ejderhayı kurbağaya çeviren absürdlükte bir kesim yoktu. Ya da küçük çocuğa bol gelse de giydirilen seneye de giyebileceği uzunlukta paçası kıvrılmış bir pantolon gibi sıradan değildi. Ezmişti, hırpalmıştı, ilgünki gibi olmazdı hiçbir şey neticede, hele ki zaman makinesinde, azcık kırpık kırpık olmuştu hatta uçları belki ama modaydı ve giydi zaten, haliyle yakışandı. Pazardan aldığı iki kuruşluk kıyafeti güzide, lüx, kimsede olmayan, yeni bir kreasyonuydu adeta ünlü bir modacının kendine tavsiye ettiği. Yok yok, hiç biri değildi. Ne çok sıradan, alelâde. Ne çok şatafatlı, görkemli. Bir fon kartonuydu modeli. İçinde ebruliden çokça renkli, bol keyifli, bir çocuğun hayallerini resmetmeden önceki hali. Taze, güngörmemiş, sıfır yani yepyeni... Ambalajı açılmamış arzuları vardı, hayalleri.
Ne var ki fırındaki yanmasa, güneş solmasa, pantolonu ayakları altına almasa çocuk, masalda olan şeyler gerçekten ilham almasa. Ne vardı zamanla sökülmese o diktikleri. Söktüklerinin(olumsuz şeylerin) yanına düşmese. Hepsi geçti birbirine, karıştı hepsi, darmadağınık bir vaziyette, öylece kaldı yanık... Gönül üşüdü, sevda yorgun, hayat üşendi, zaman yangın... Aşk koca bir hayaldi, yanıbaşında ama dağ misali kavuşmayan... Serzenişti hayat, biraz yanına alabildiğin umut, biraz dua bi o kadar da pişmanlık ve yakarış... Su serpercesine yüreğine, olgunlukla karşıladı başına gelenleri, algıladı ama o da silindi gitti hayattan... Zaman makinesine girmişti bi kere! Haliyle sonunu biliyordu en azından. Bu, ne mini fırınıydı mutfaktaki, ne de güneşi içine soktuğu kovaya benzerdi. Anladı biraz da ağladı hatta ama bilirdi ki gözyaşı biraz umut biraz var olma sevinci. Ama silip gitti hayat da onu. Her şey gibi, herkes gibi... Ne böbürlenen kaldı ne küçük dağları yaratma havasında olanlar... İncirler çuvalladı, çuvallandı. Berbat edildi ama incir cennete, çuvallayanlar başka bir yaşama gitti. İşin ilginç tarafıydı bu belki ama ortak bir kanaatti, muhalefet hayatta uzlaşılan bi noktaydı belki de tek(!) ve nihayetinde bu düzene de takıldı bir kulp, "kader kısmet" deyip geçildi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder