31 Temmuz 2013 Çarşamba

İsteyen Okur, İstemeyen Yok Olur...

Bir insanın hikâyesi bu. Tuhaf ama gerçek. Yalan ama suskun. Çaresiz ama göreceli. Yaşamın insana uyarladığı bir öykü bu aslında.

Hep birileri olsun isteriz yanımızda, yaşantımızda. Zaten en başında dünyaya gelirken vardır hep birileri. Ama sonra genişler o çember, daralmasını ise hiç istemeyiz. İnsan kendini en güvende hissettiği zamanı çocukluk döneminde yaşar. Ama işte büyüdükçe o çocukluktan kalma şeyler azaldıkça zamanla daha yalnızlaşır. Hissizleşmez, daha çok körelir, körükler zaman hislerini esasında. Örneğin çocukluğunda ilkokul ve ortaokul yaşantısı biter sonra süreç devam eder lise ile. Derken, hiç ayrılamayacakmış gibi geldiği o ilkokul ve ortaokul unutulur gider bir zaman sonra. Yerine koyma değildir lisedeki arkadaşları, özler çünkü bir taraftanda ama bilir hayatı artık. Herkes için geçerli bir kuraldır bu ayrılık oyunu çünkü. Kimseyi de suçlayamaz haliyle. Arkasından varsa üniversite yoksa hayat okulu girer devreye. Herkesin çizdiği yoldan bir çizik de o atar. Bellidir yol. Başladı mık biter zaten çarçabuk, alelacele, höydör höydör... Ama eskilere bakar insan zaman devamlı ileri işlese de. İnsanla yaşam arasındaki ters orantı, anlaşamamazlık, uyuşmazlık burada devreye girer işte en çok. Derken evlenir, bir zamanlar çocukken tanıklık ettiği hadiselerin başrolündedir artık. Sıra ondadır. Başrolü üstlenme zamanı gelmiştir, topun ağzındadır. Sonra hiç ummadığı birilerinin başına neler gelir, onlara tanıklık eder. Kimi köşe olur, neredeydi der oysa "eskiden". Kimini yitirir, "biz böyle olur muyduk, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi" der. Kimini kaybeder, "dağ gibiydi..." der, derken şaşırır ve korkar. Çünkü eskiden kalan şeyleri bir bir kaybettikçe yalnızlaşır. Yaşamak zorlaşır. "Onlar olmadan nasıl yaşarım" der, kuytulaşır. Yön gösterse de zaman, dikili tutsa da ayakta... Korkar çünkü eskiye dayadıkça sırtını ve öyle umut buıldukça hayattan, bunların azalmasıyla o da yok olacaktır. Korkar çünkü ses çıkmaz gidenden bir gün onun da başına gelecektir oysa, az kalmıştır oysa "yaşamak ne güzel şeydir" iş başa düşünce(!) Korkar çünkü onu yeni tanıyanlar vardır etrafında artık, oysa o daha eskidir ve eski tanıyanlarladır, eskilerindir. Korkar çünkü yeni tanıyanlara güvenemeyebilir ve daha yeni tanımak istemeyebilir artık, aynı kendini tanıtmalardan yorulmuştur belki de, kim bilir. Korkar çünkü anılar da ölür, işin en kötüsü o yaşarken ölür çoğunda da. Kaldığı yerden devam eder ki bir de ne görsün kimini mutlu eder yaşadığı için. Çünkü her yeni doğan, eski olmayan, yeniler, hatrını yapanlar hepsi bir yeni nasiple ve kaderle gelir dünyaya. Yeni bir kaderdir her yeninin gelişi. Yeni kader, eski kaderlere de eşlik eder bir ömürde. Bu yüzden eskilerin kaderini de etkiler ve değiştirir. Bu yüzden geçmiştir tüm öyküler birbirine. Bundandır önemli kılınması. Önemli olması. Kiminin başına olmadık ya da olası neler gelir veya gelecektir oysa kim bilir, o yaşama tanıklık edeceği sürece, görecektir; dikkatle izler ve hepsi bunların kayıt altındadır. Sabır, şükür, sükût, sebat devam eder döngü tekrar tekrar ve başka hikayelere. Hayat aynıdır. Zaman da. İkisi de hızlı, tam tekmil ve son sürat. İnsan çelişir, tükenir, yamulur, arada derede kalır, havada muallakta. En sonunda yine değişmez kaderi insanın, yine belirsizlik yine muamma. 

Seçeneklerle doludur dünya ve sunar genelinde 2 seçenek aslında insana: İstediği gibi yaşamak ya da İstemediği şekilde ölmek. Başlığı aldatmasın, her ikisi de sonludur bir noktadan sonra. Ama kimi tadına vararak ilerler yolları, kimi kendini süründürür yollarda ya da izin verir başkalarının süründürmesine. Çok değil, toplamda 2 seçenek, her ikisi de fani. Kimi okur yaşamı ve ölür; kimi direkt...

Neticede öyle ya da böyle zamana paralel unutulur, öldürülür her şey... Herbir şey... Bir göz yaşına bakar ardından en fazla, süzülen bir ya da bir kaç damlaya...

Sonu yok olsa da son bulur yaşam onun için ve ona. Artık dünya da istemez izlediği yolları, başka bir yaşama geçmenin vakti gelmiştir. Derken umulmadık anda siler dünya, dünyaya getirdiği gibi... Herbir şey? O kalmıştır artık tabii, gitmez onunla... Ya da belli mi olur, ya ruhuna taşımışsa ve onunlaysa?!

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Öbür Ömür... Öbür Möbür...

Bu dünya çok acı...
Öbür dünyayı anlat bana...
Mutluluğumuzun sonsuza dek sürdüğü

Bu masal çok acı!
Öbürünü anlat bana
Bunu değil ama
Bu bildiğin öz-drama...

İnsanlar sahte, tamahkâr
Kurtarıcımı öv bana!
İnsan var sonsuz sahtekâr
Ömrü biçen Allah...

Başka masal yok mu?
Hepsi bu kadar mı, bu mu?
Diğerini söyle bana
Bilmediğimizden de öte...

Ölüm eşik-kapıda
Yaşıyoruz doyasıya
Acılar, anılar dolup taşar
Sonsuz girizgâh semâya...

Bu yaşam zor bedel
İsterim gönüle göre yer
Bize verir, bizden alır
Allah ömrü ruha biçer...

Bu dünya çok acı
Başka bir masal anlat bana
Esas "biz"im oynadığımız,
Mutluluğumuzun sonsuza dek sürdüğü...

29.07.13
' Oysa kahramanımı bir gün yolda yürürken kaybettim.
Limanım ol-a-mazdı ne de olsa, silkelendim, kendime geldim.

26 Temmuz 2013 Cuma

Üstünü Ört Gitsin Sen de...


Seni değil,
Yakarışlarımı hissettim en çok.
Duaların türlüsüydü beni reddeden
Bedduaların bir çeşidiydi belki...
Kollarımı açtım sonuna kadar uçurumun eteklerinde
Rüzgâr yüzüme esti,
Sen gönlüme...
Gönlümdeki seni götürdü rüzgâr
Ve bir daha arkama bakmamak üzere örttü üstünü...


23.07.2013

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Pasta Payı, Dudak Payı, Kedi Payı, Kardeş Payı, Kıl Payı...

Her şeyi anladık da bazı kavramların hayata geçirilmesi kaldı a dostlar(!) Herkes her şeyin en iyisini, en güzelini ve en  doğrusunu biliyor... Da niye var o zaman kötülük, yanlışlar? Bunu da sorgularken buluyorum kendimi. Biraz kavram temelinde idman yapalım sizinle düşünerek. Hayata uygulanabilirliğini tartışıp değerlendirelim sonra da bu kavramların. Kavramları seçtim sizin için, bu kez üleştirme üzerine sıklıkla. Hadi başlayalım...

Pasta payı... Ortada büyük bir pasta var. Atıyorum, 8 kişilik olsun. Aa! 9 kişiyiz biz şansınıza. O bir kişi ya çocuğu olduğu için (8 kişinin arasında) vazgeçer, ya şeker hastasıdır... Ancak bölen her türlü böler kendi payından öte yandan tabii. Bir de 10 kurabiyemiz olsun örneğin. Herkes aldı aynı anda, 9 bitti. Ortada bir tane kaldı. Bu kez kim alır o payı? Kim 2 kez yiyecek? Aslında her zaman birileri alır veya biz, sorgulamayız ama aslında durumu biliriz-dir. Bir taraftan bir iç hesaplaşmamız olur ister istemez. Çok tuhaf...

Dudak Payı... Payların hayatımızdaki yeri ve önemi büyüktür kuşkusuz. Bu cümle biraz makale tarzı oldu ve bir o kadar da klişe, farkındayım ancak paydan paya perderpey fark vardır aslında. Hayatı ister istemez anlatır bize. İpucu bile verir tanımadığımız biri hakkında esasında. Doğruya da götürebilir bizi çoğunlukla üstelik. Dudak payı elbette dolu bardağa bırakılan boşluk. Genelde boş kalır ki dökülmesin, rahatsızlık vermesin, kolayca nefes alınsın ve ağız duruşu rahat olabilsin. Buraya kadar tamam. Ama meyler, sekler, türlü içkiler de değişebiliyor bu pay tabii. Suyu taşır, kana kana iç yoksa. Zaten katı cismi bölmek daha kolay? (!)

Kedi payı... Bilmiyorum şimdi durum nedir, eskiden daha yaygındı, mahalle kasapları kedi payı ayırırlardı etlerden. Kedilere verilirdi o pay, dağıtılırdı mahallenin kedilerine. Ya da dağıtmaya gerek kalmadan kediler biterdi kasap dükkanlarının etrafında! Hayvan bile alırdı nasibini... Şimdi Kurban Bayramında örneğin, kesilen hayvanların neredeyse tamamı bekletiliyor, buzluklarda. 1 sene bekliyor, dolaplar sağlam, eyvallah tamam ona laf eden yok ama fakirlere, eşe dosta akrabaya vermek gibi bir adet kültür ve farz da yok oluyor. Bazı şeyleri bazı şeylere yeğler olduk, lüksümüz yokken, lüksümüz çokken(!), bilmem farkında mısınız ya da siz de düşünüyor musunuz?

Kardeş Payı... Bu, pasta payına benzemekle birlikte aslında farklıdır, daha bir incedir. Yenen şey aynı ama gittiği mideler farklı. Yani... Tek bir şeyin iki kişi arasında bölünmesi. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi(!)'nin çıkış noktası aslında, atasözü olsa buna tekabül ederdi elbette. İnceliklidir. Herkes görmez ya da düşünmez. E yargılamak da bize düşmez, tabii. Ama unutulmuş, yokolagelmiş günümüz anlayışında olsa da yadırganan bir hicap tutumu(!) Bilakis, olması gereken, "insanlık" davranışı...

Kıl Payı... Pek hoş çağrışımlar yapmaz genelde. Aslında genelde müjdeli haberlerde kullanılır ama "sınırdan, ucundan kıyından" manası vardır bu kavramda da. Bir olay geçirmişsinizdir başınızdan, kılpayı yırttım ölmekten dersin mesela. Veya öleyazdım! Ya da matematiğin zayıftır ancak son sınavdan kılpayı geçmişsindir, yeterli puanı alarak. Kendi payını bir başkası vermez, düşünmez ya da beklemezsin başkasından bunda da diğer paylardan farklı olarak. Kendi payını kendin yaratırsın aslında. Kendine ayırırsın, hissen dardır ama. Ucu ucuna, kıtı kıtınadır. Yetinirsen ne mutlu ama tamah etmeyebilir insanoğlu. Her ikisi de sunulu doğada. Kişi ve algılayışı farklı tabii tercihleri de bu doğrultuda.

Kıl payından sonra esas nokta "vur sopayı"dır aslında. Kendine vurursun o sopayı, biraz kendini dizginlemek için. Kendini çimdikler gibi, tokat atar gibi... Kendi kendine... Etki yaratır eğer hâlâ algılayabiliyorsan bazı şeyleri ve kaybetmemişsen bazı şeyleri, değerlerinden. Bölüşmek, üleşmek önemli. Payı büyük hayatımızda(!) Payların payı bu hayatımıza. Paylaşımların her biri bir anı olarak geri dönecektir size, unutmayın. Kaybeden değil, kazanan olursunuz. Bu yüzden vardır ya bir fincan kahvenin de 40 yıl hatrı...

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Yağımızda, Kendi Kabuğumuzda...

Serbest bırak beni
Hür irademle bırak kavuşayım sana!
Kaidelere bağlıdır birlikte olamayışımız
İkimize de acı verici tek şey sunar bu yüzden dünya...

Gizli yaşa sen de beni
Beni parmak uçlarında hisset ya da saç telinde...
Kirpiğinden ağlayarak düşeyim, izin ver, geceleri
Gündüzleri kalbinin tam ortasında atmaya devam ederim zaten, merak etme.

Yatarak düşün, düşle beni
Bir şehir olsa masal, orada buluşacağımız.
Şu saatten sonra da oraya aitiz biz zaten aslında
Dünyanın her gün koyduğu acı da neymiş soframıza...

Er ya da geç yanacağız nasıl olsa
Dünyaya geldik mi bi'kere, başvurduk mu bu yola?!
Cenneti burada kılalım kendimize, bırak cehennem kendini düşünsün!
Tıkırında gitmediğinde film izleriz, şarkı dinleriz; yorulunca.

Bir şarkılık ya da bir film süresidir ayrılığımız neyse ki.
Bizde ki bu bağlılıkla, varsın olmasın şimdiki aşklar!
Şimdiki âşıklardan da olmak istemeyiz hem biz, öyle değil mi?
Kendi tarzımızla kavrulur gideriz yağımızda, kendi kabuğumuzda.
16.06.13 / Çatlak Kalem

19 Temmuz 2013 Cuma

Takdire Şâyân

Sarıl sıkıca bana, omuzlarının genişliğinde kaybolayım
Sev sen yeter ki, bırak, günah ben olayım, ayıp olayım
Göz kapaklarını ört üstüme sımsıkıca geceleri
Benden başkasını deli sevme, düşünme yeter ki...

Yapımında ve yayınında herkese teşekkürler buradan, bu arada.
Kılavuzunu da koysalarmış keşke yanına(!)
Ay bugün başka güzel, şiirler yazılır bu saatte bin beşyüz kişiye
Sen de beni iliştir baş harfini koyduğun yerin yanına.

Dudağımın tuzunu al hadi, bu okyanus sıcağında
Güneş çağlasın, yıldızlar silkinsin, üstümüze düşsünler
Bulutlar yükselsin yükseleceği yere kadar(!)
Gönül zalimleri de beter olsunlar, sürünsünler...

Dudağımın tuzundan öp, al tüm nemini
Senin için saklarım sıcaklığını, ölç ve doyama diye
Emeğim üzerinde, kokum öyle; gidiyorum bu öyküyü bitirmeye
Rüzgâra iletirim selamını, selamın geçirir gideceğim yere...

Ay utanır, Güneş sıkılır sen hâlâ peşimdesindir yorulmadan
Kaç gün devrilir, ne dümen çevrilir; senin gerçekliğin takdire şâyan...
Hikâyeyi değiştir bence ortasındayken, mutlu olamayacağız sonunda.
Elindeyken yap geleni de, bile bile lades olmasın, körü körüne; yılın bir yenisine daha.

Sus ve seyret sadece yanıma gelişini, sondur, keyif al alabildiğine
Sigaranı yak ve dumanını tüttür imbatla, zevk alsın gün de bulsun kendini.
Sen uzak kal, boşalt içini, dök taşlarını eteğindeki
Ben yamaçlarımda gezdireceğim bin beşyüz kişiyi(!)

Saraylar dile gelir, mücerret yazarlar üstüme, boşver sen beni zaten!
Sular giydirir tüm çıplaklığımı; gökkuşağı şilteden, kelebeği lila saten
Yatağında kıvrıl yat bak, bu gece boş kalacak sol yanın...
Herkes rüya görürken biz biribirimizi görürdük ya hani, bu da artık... anın.

Yeşiller gizler günahımı korkma sen, maviye sar sarıl bu ara, bırak beni!
Yerler yakut, sedef, inci olsa beni tanır; saygı duruşuna geçerdi...
Ben gülünce dünya bile şaşırır ne yöne döneceğini...
Öp son bir kez ve ipinin gittiği yere kadar sal beni...

Çatlak Kalem / 19.07.2013
Delicedir Yazlar, Tam Bana Göre...

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Parmak Kuklası

Su sevgi, aşk hürmet, fil uğur getirsin sana...
Hatta beni terk ettiğin günden sonra;
Bensiz geçirdiğin her gün fil otursun başına!
Beni anımsadığın her günah sonunda.

Bak dileklerim köreldi, kalemimi sivrilttim senin için
Boş ve temiz her sayfa açışımda ya kanattım ya çizdim
Ufak sıyrıklara aldanma; söz var daha incitici, sana sözlerim var...
Ağır darbe alırsın gözümün önünde kelimelerle, 45. Dünya Savaşı gibi!

Siyah mıdır kaderin, her gittiğin yerde türlü bela açarsın başına.
Pembe yazılmış olsa bu kadar emin olmazdın, adın gibi.
Yaptığın hareketlere bak, hiç uygun düşer mi yaşına?
Beyazla yazılmış kaderin bence, o yüzden siliksin hayatın gibi.

Engebeli dağlar vardı; coşkulu, derin uçurum sular vardı...
Bir zamanlar biz hepsini bir bir aşmıştık seninle.
Kağıt kesiği daim acıtır, unutma, o ruhunu yakmaya yeter!
Şimdi de emin ol, en güzel dileklerim seninle(!)...

Kendi kararını bile veremezsin kendin, ne de beceriksizsin.
Dünya sahne, oyuncular biz, idrak edemedin mi hâlâ?
Oyun aşktı, sıra bizdeydi; kayıttaydık... 3, 2, 1
Oynadılar seni, parmak kuklası oldun, doymadın mı?

Dublör kullanmana bile gerek kalmadı, repliğin sen yokken hazırdı.
Tek lütûf bendim oysa sana; hâliyle sonuç kesindi ve onlar ağır bastı...
Adammışsın, sözünde durdun(!) ve kazandın çift dalda Oscar!
Kuklayı oynadıysan da rolüne iyi çalışmışsın, ben "oynayamam yerim dar!"

Artık çok geç, oyunu ve başrolü başkasına kaptırdın...
Elini çabuk tut demiştim sana, kuş pislese tepene yok şansın!
Her şey yerinde güzel, aşk yaşında güzeldi oysa, bilemedin
Sen gönlünü açık tut ama arada kalma, cereyan yapmasın!

Aşk tohumu, sempati fındığı, sevgi pötüğü arkadaşım çek arabanı...
Kapında köleyim desen, şarkıyla, "dönmeeemm!" Sürüp gider yankısı...
Yavaş yerler yaş, hatırlatayım; bu da bende o yıllardan kalma anı
Şimdi git ve başkalarına oyna hadi, parmak kuklası!

Çatlak Kalem / 05.06.2013

"Perdenin açılmasıyla başladı kaderimiz; kapandı, oyuncular ayakta kaldı.
Seyirciler yoktu yerinde, yönetmen hayretler içinde kaldı.
Sahne tozu çoktu belki ama hava yoktu
Ortalık karanlıktı, sahne loştu..."

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Dükkânı Kapalı... / 'Metropol Manzaraları

Kader beni sana yazmış, seni bana yazmış mıdır bilemem ama senden sonra günlerim nasıl geçiyor diye merak ediyorsan şayet, ondandır bu yazım. Sen yerine vardın bu arada değil mi? Nasıl gidiyor hatay uzayda sahi?! O değil de umarım kendine gelmişsindir varlığına geri dönerek. Burada nasıl bir varlık olduğuna dair sert bir çekişme, güçlü de bir mücadele var zira, hâlâ süren... Senden sonra halkın aşağı tabakası olan "adam"lardan söz etmek istiyorum bir de. Burada erkeği de kadını da çocuğu da adam olmak peşinde. Ben de canım sıkılınca bankamatik kuyruğunda ya da otobüs durağındayım, sıkıntıdan bekliyorum ki iki katına çıksın diye bekliyorum. Çünkü sen daha sık geliyorsun o zaman aklıma. Ve seni yazıyorum o zaman, sana. Yaşlı iki amcanın arasına oturuyorum camide ekseriyatla, pazarda tonton teyzelerin yanına giderek onların tercihleri dahilinde seçiyorum meyve ve sebzeleri bulundukları tezgâhtan mesela. Pazar alışverişlerimi değiştiriyorum sonra günbegün, alışkanlığım da değişiyor tabii ister istemez haliyle bu arada. Sokakta tanımadığım insanlarla dertleşiyorum arada. Yeni, yepyeni ruhlar ekliyorum ben eskileri anarken. Her aradığım ruh için bir yenisini ekliyorum. Ve biliyorum, benzeri olmasa da hayatın armağanı gözüyle bakıyorum onlara, saygı ve ilgiyle... İnsan otobüste tanıdığı birini özler mi? Uyumaya, rahatımıza düşkün bir milletiz, eyvallah, gerçi ondan bu sonuna kadar çekme, otobüs koltuklarını arkaya. Hoş, mekanizmada sırf Türkiye'deki otobüslerde ne hikmetse. Cümleten... "Ne çok çektik be!" Ben işte öyle avare, deli divane dolaşıyorum. Aklıma ne eserse onu yapıyorum ve ne gelirse onu söylüyorum dilime.

Sonra... Sonra sahi aklıma geldi yazarken bak şimdi. Bazen tüm kıymetlilerini toplayıp vitrini derleyen ve dükkânını kapatan bir esnaf gibi davranırsın bana. Şeffaf olmanı öyle çok isterdim ki oysaki. Ya da toplamadan önce denk gelebilmeyi.. Ama ben mütemadiyen aynı zamanda gelmesem de, akşama kalmasam da ya da gecikmesem de sen beni görünce toplarsın sanki daha çok. Hep öyle bir zamana denk gelir adetâ. Ben denk getiriyormuşum gibi, değil mi? Bunu da daima olmasına bağlıyorum henüz. Beni sevmeme ihtimalini düşünmemiştim çünkü vaat ettiğin umuttan dolayı. Belki de haksızımdır. A! Sahi, geçen gün doktora gittim, kontrollerimi biliyorsun düzenlisinden hani ayda bir, "rutin". Sekreter, doktora "hacı" diyor. Türkiye'deyim ben biliyorsun değil mi? Dönüşte dikkatimi çekti bir berber dükkânı. Vitrininde Zac Efron, Carlos Martin, Josh Duhamel, David Beckham, Justin Timberlake, Colin Farrell, George Clooney gibi ünlülerin afişleri olan kuaförler... Bir örneğini gördüm ve aklımda canlandı ama son zamanlarda özellikle tam rekabet piyasasında bir sürüler esasında. Beni benden alıyorlar, her seferinde. Derken... Eve geldim ve kapının çalması bir oldu, ben eşikteyken neredeyse. Evet... Boş bırakmazdı sağolsun bir aydır: Kapı çalınır ve Mickey Mouse gelirdi!
Ah evim, dilin yok iyi ki senin. Home sweet home, Türkçe mealiyle... Evceğizim, en iyi sen bilirsin hâlceğizim.

Sana birkaç tavsiyem ve sorum olacak öyleyse. Yaz ayındayız malum, şemsiyeni ayırma yanından. Yağmurdan değil, bu ara bunalan bizi ziyarete geliyor oradan, uzaydan; sıcak belli ki. Klimaların suları tepene damlamasın diye al yanına şemsiye(!) İnşaat ve otostoptan nefret eder oldum! Sen de uzak dur ikisinden, e mi? Elinde olmaz bazen, biliyorum ama doğan nasibiyle gelir dünyaya, kaderini kendi yaşar... Dünya felsefesi böyle yok da başka gelişen kuram, elinde mi sanki, boşver oluruna o yüzden. Okumaya geldik dünyaya zaten, oku "adam" ol sende. Özünü kaybetme... Hı, bir ara Murat Boz Vazgeçmem'den sonra Murat Dalkılıç'tan Bir Hayli dinle mutlaka. Sıralama bu olsun ama. İki şarkı arası geçişi çok hoş, çok şık oluyor. Dünyadan uzaya mektup oldu bu da resmen! Zı-zıt.. Zı-zıtt.. The message has been sent! Oh.. Gam yemem daha da heralde artık. Ömrümü yedin ve bu gün de son gündü ve o gündeydim ve sen yoktun yanımda. Yine! Hı, bir de o günde bile sana harcadım vaktimi, sana yazdım, seni. Bak işte, o gün de battı. Bir de hep takılmıştır aklıma: Madem o ayakkabı Külkedisinin ayağına cuk diye oturuyordu da neden koşarken ayağından çıktı..?

12 Temmuz 2013 Cuma

Sancılar İçinde İnsanlık, İnsanlık Zor...

"Yetiş!", "Kurtar!", "İmdat!" diye yankılanır tarihte bir çok olay. Tarih kapsar kapatır hepsini, her birini, tek tek çünkü. Kimi gizlenir kimi bin yıl sonra kapar şöhretini... Kimi sessiz sedasız kimi kan revan içinde acı çekercesine.

İnsanlar... İnsanlar üçe ayrılır hep. Kadınlar, çocuklar ve erkekler. Yaşlılar köhnemiştir zaten. Umurunda değildir kimsenin. Gençler ise istifade sağlanır üzerinden, kalitelidir, birinci sınıf malzemedir; emeksiz, hazırca önüne konan(!) Başka ırk, millet, renk ve cinsiyet gözetilmez hiç. Sanki Tanrı'nın çeşidi yokmuşçasına, hâşâ. Tektiptir insanoğlu. Tek bir örnektir, tek bir prototiptir. Savaşı da budur asırlar boyu, ömürler boyu bıkmaz hiç, hep aynı şeydir, aynı derttir, kendini tekrar eder bilmeden. Oysa soyutladığı zaman görür kendini ve başkalarını. Sonra tekrar geçer yaşamın içine ve hiçbir şey olmamış gibi devam eder kaldığı yerden, sineye çekerek ve de göz yumarak. Çocuklar sevilir oysaki. Öyle çok sevilirler ki, dünya çapında sevilirler. Herkesin bir özlemi vardır, herkes geçmiştir o aşamadan çünkü. Oysaki çocuklar lunaparkta daha çok sevilirler. Savaş alanlarında sevilmezler pek(!) Dünyanın zaman ve mekân ilişkisine bağlı, koşulların göstergesidir. Hırs, intikam -aslında çeşitli lanetle kaplanmış- ile gözü bürüyen bir çocuktur karşıdaki de. Çocuklar çocukları öldürür yani bu oyunda. Oyunda da kim önce gelmişse dünyaya o kazanır ya da öyle sanır. Sözümona, ilk dünyaya gelen daha eskidir, daha değerlidir dünya için, ilk göz ağrısıdır. Ya da sadece sanrıdır yine. Oysa bilmez ki dünyaya gelen, geldiği andan sonra kararmaya başlayacaktır yavaştan. Zaman yaltakçısı olacaktır yaşamın bu arada. Ve elbirliğiyle yok edecektir o masumaneliği. Başta pırlanta gibi verilen o masumluğunu kaybedecektir en azından insan, hiç yoktan. İnsan, tıpkı yaşamın istediği gibi, biçilmiş bir kaftan. İnsan yaşamdan yana. İnsana göre yaşam. İnsan... Öyle bir dönmüştür ki gözü, dünya vargücüyle tüm dönüş hızıyla yanında solda sıfır kalır. 

İnsanoğlu, çok savaştan geçmiştir; gerek insanla gerek doğayla. Ne kadar gereklidir ne kadar gereksiz tartışıladursun ama birçok insan başkalaşır yazık ki. Çoğu hesabına yazması için kalem uzatır meleklere, günahları için. Dünya bu kadar zevkli ve lezzetlidir işte, içindekileriyle!

Bildiğim bir şey var: istikrarla ve inatla siyah giy, isteyerek, koyu olsun, üst üste giy ya da üst üste başka günlerde giy ısrar-kıyamet; her gün çık güneşin karşısına. Meydan oku, ondan hesap sorarcasına! Sonuç ve tek bir gerçek vardır ama. Sonuç mu? O güneş yakar içini ve günden güne solar o renk. Boşu iyilik doldurur, güneş siyahı soldurur. Karşı gelemezsin güneşe. Işık tek bir yerden, güneş ise tek bir günden doğar. Ama her gün... Baş edemezsin. İçin acır, canın yanar, sıcak acıtır, yaran kanar. Ateş dağlar, ateş "uf" eder, küçük çocukar bile bilir, bilmese bile biri "cıs" der. Güneş yakar, Güneş eritir çünkü. O, Dünya'dan da eskidir hem, unutma. Daha yaşlı, daha iri ve de daha büyük. Senden daha sıcak(!) Gün umut vaad eder, Güneş umut içerir.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Moon Walk or Cat Walk?

Güneş doğmuş biz uyurken. Şimdi... Şimdi batıyor. Dikenin teni yırttığı gibi acı veriyor her bir gıdımı batışındaki. Akıtıyor kanını, içindeki tüm güzelliği ve zehriyle. Akıyor damla damla, sıcak ve koyu. Derin... Çizdikçe gölgesini güneş; keskinleşiyor, kuytulaşıyor, ıssızlaşıyor karanlık. Karanlık yoğun, alacalı ve de karmaşık. Etraf tenhalaşıyor. Biz kalıyoruz sadece. Sen ve ben. En sonunda ne sen bendesin ne ben sende, ne de tek tek. Sen ve ben, tek. Ben senin gitmenden korkuyorum oysa her seferinde. Ya kendi iradenle ya Allah'ın müsaadesiyle. Ama sen benim kuruntuma bağlıyorsun her seferinde. Ben çıkıyorum tüm nedenlerin içinden, bir başkası değil, bir başka şey hiç değil... Sadece ben. Oysa arkasında öyle masumane bir korku var ki bunun, görebilmek için altı yaşında bir çocuk kalbi olmak lazım sanırım, çocuk bile değil. Öyle saf ve korunmasız. Ondan bu çelişki, bu çetrefil. Ne sende bulurum bu kabahati ne de doğada. Acıyı insan belirlemez hem, yazmıştır Yaradan. Kendimi övmek hiç değil niyetim, olan bu sadece. Belki sana laylaylom. Ancak o duyguyu veren de Allah. Sen sana kat koy ya da serbest bırak. Önüne geçemezsin bazı şeylerin, tıpkı kader gibi. Çabalardurursun sadece. Çırpındıkça ve başında yokken bir şey çoğunlukla bilemezsin anca tahmin edersin. Onun da faydası sana tutar(!)

Anılar hep bir arta kalır bir güne. Bir gün bir gün atar ve eskir. Kimine göre eskidikçe güzelleşir kimine göre derhal unutulasıdır anılar. Benim için bir boşluk sadece. Yazılanı tekdüze geçmek üzerinden yine, yine ve bir kere daha. Ya isteyerek ya istemeyerek... Gönül senin elinde. Fotoğrafımızı büyük çektirdim, seneye de kullanırız(!) Geleceğimizin tapusu ve geçmişimizin senetleri var elimde. Bir de hesap kitap, ölç-biç, bölerken komşudan aldım sahi, iki de biletim var cehennemin dibine(!) Sana insanlara güvenmediğimden ve kelimelere itimadımdan kalmadığından bahsetmiş miydim bilmiyorum ama biraz sıkılmışlık, yorulmuşluk ve tükenmişlik var yılgınlığın yanı sıra.

İyelik ekleririmiz çoğaldı hayata dair, ne güzel değil mi? Gerçekdışı düşüncelerimiz, almış başını gitmiş hayallerimiz ve arzularımız var. Aslolan öyle olmasa bile hislerimiz var, algılarımız sonra. Dualarımız ve temennilerimiz olmasa ne yaparız bilmem şu obsesif kompulsif bozukluğu olan hayatta! Cümleten... Ne çektik beaa?! "Yuvarlanıp gidiyoruz" denir ya üstükapalı hani, gidiyoruz, yol bir zaten, biz de gidiyoruz, mecburiyetten ama nasıl gidiyoruz? Kimimiz moon walk yapıyor kimimiz catwalk! Adım adım veya bir anda. İki çıkış noktası var aslında. İkisi de öğretilmiş ayrıca farkettiyseniz? Fark etmeseniz de birinin içindesiniz zaten işte! 45 karat altın varmış gibi görüyoruz bir çoğumuz yolun sonunda? Su testisi su yolunda kırılıyor ya da düşünmeyin boşverin nasıl olsa... İte kaka gidiyor işte bir şekilde ister foseptik olsun ister b*k yolu, yolun sonu... Uçurum veya çukur hiç fark etmez, sonuç önemli değil, en kötü bir tarafımız kırılır amaann o da çok mu şu hayatta kırılmışlıklarımızın yanında?! Walkman modası geçmedi aslında, hep vardı o. Hepimiz walkmaniz çünkü, bir araç değil o, bizimle birlikte bir amaç da ayrıca. Devir geçmedi yani ve insan varolduğu sürece walkmanler de olacaklardır hep, daima. Öte yandan, "walk" sınıflandırılır, "man" büyük çaba ister ve neye göre kime göre "man"dır tartışıladursun, hep bunlar üzerine tartıştık çok farklı bir şey değil zaten bizim için hep bu konulara yoğunlaştık, gidiyoruz, başladı bu yaşam ne de olsa ve gidiyoruz ama nereye ve nasıl?

Mayıs '13 / ...en kötü anında bile zamanın tadına vararak cevap vermeyi yansıttım hayata; ...ve sen... zamana ölü yatırım yapmak ve hayata ölü tercihlerle devam etmeyi ne kadar bilebilirsin ki sevgili'm?

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Kayıp Masalın Kahramanları

Tavuğun bile "derisi ile gerisi..." demişler. Senin neren makbul bilemem ama kalbinin olmadığı kesin, şu ikisinin arasında! "Tavuk gibi korkak" denir ya sonra, ortak bilinçaltımla hareket ettim sanırım, oradan direkt bir çağrışım yaptı en serbestinden... Tavuk, poposunu kurtarmak için korkak değildir elbette. Ya da dağınık bırakır da arkalarından birileri toplamaz poposunu... Biz hoşnutsuzlar onu da beğenmemişizdir de söyleyivermişizdir öylesine ve gelişine, atmışızdır ortaya lafı... Oysa "gerçekler acıdır ki" yumurta tavuktan çıkar(!) En azından sıcak tutar ki oturma organını ve de rahat, insanlığa bir adım atar! Oysa korkaklar hiç bir zaman bir işe yaramamışlardır sıklıkla ve sadece kaçıp gitmişlerdir, sıkıldıklarında veya dağınık bıraktıklarında genellikle, zora geldiklerinde...

Bir de aklıma gelmişken çok sevmiştim ya hani, böyle dolup taşarcasına, öylesine deli. -Bu söz bile özgün olamaz, kimine klâsik gelir, kimine klişe belki ama farklı değildir ya her duygu, insanlık tarihinde illaki yaşanmıştır hani ve mutlaka denenmiştir hepsi insanoğlu tarafından.- İşte, o çok sevmeme bağlı olarak adını 40 kez söylemişimdir illaki bir günde. O yüzden olmamışızdır biz, emin ol, hayat ters tepmiştir bize. Ya da... Ya da çok mutlu olmuşuzdur yan yana, birileri göz etmiştir illaki, kalben derin kötülüklerinden. Ya da hayat çekememiştir bizi en basitinden, her zaman ki gibi... O muğlak ve mutlak sonunu getirivermiştir üzerimize, kâbus gibi çökerterek, geçirivermiştir başımıza, bir müsibetten ders alamayan ve zamana tıkalı, insana takılı, zor zamanlara saklı binbir çeşit bela gibi. Yazıvermiştir bir senaryo üzerimizden, n'olacak sorun mu onun için? Çocuk oyuncağı... Bence yazmamıştır bile aslında, en iyi ihtimali düşündüm gene, karalamıştır emin ol, tabii. Ona mı vakit ayıracak, sanki bize çuvalla zamanı varmış gibi(!)

Zeki Müren'den Kahır Mektubu'nu dinliyorum kasetçalardan. Kaset mi kaldı, deme. Eskiler besler yeni oluşumları, unutma. Daha lezzetli ve keyif verici aslında bu... B-2'deyim demek isterdim sana -90'lardaki arkadaşlarım bilir bu kavramın ne demek olduğunu gayet iyi, maksimum 1990'ı yaşamış olanlar- ancak biliyorsun ki part part değil bir bütün bu kaset. Kasetin özelliği. Kasete yazılmış bir mektup çünkü. Evet, arka yüzündeyim kasetin, bitimine yakın. Ne tesadüf değil mi, "bitimine yakınındayım". Ya da "-yız", çünkü dünyada sadece ben dinlemiyorumdur şu an bunu(!) Neyse aynı bantı döndürmeyeyim tekrar ama atlamadım hiç... Hatırına. Sen seversin diye.

Ben yanında o kadar mutluydum ki oysaki, ne vardı azıcık kendini verseydin bu bağlılığa. Hemen geri çektin adımlarını, "teslim olmadın kolayca". Sırf bu yüzden sana "aferin!" demek isterdim ama senin gibi düşünmedim hiç ve hiç bir zaman... Bir pay çıkarsam kendime veya çıkarmaya çalışsam sevgimden ve senden; izin vermedin, önlemler aldın, "çeki-düzen verdin" kendine. Oysa hep yaptığın gibi, her şeyde uyguladığın gibi bunda da "akışına bıraksaydın" keşke azıcık. Bu durumda olmazdı. Bu yaşanmazdı. Böyle olmazdı... Hayata inat, aşka inat bir sayfa açardık kendimize. Kimsecikleri de sokmazdık içine öyle paşa gönlümüz istemedikçe. Keyfimizi kâhyasından sorumlu tutardık, ömrümüzü meleklerden... Kendin daha çok mutlu olacaktın oysaki ama kendine söz geçiremedin bu kez evlat(!) Hayret, sen seni çok düşünürdün oysaki, şaşırttın beni. Hoş, ben hâlâ seni düşünüyorum, akıllanmamış gibi. Yazık ettin o çok düşündüğün kendine de, çok yazık... Bilmezden, duymazdan, görmezden geldin çok kere. Çok mu gördün bana seninle paylaştığım mutluluğu, yüzünün içine bakıp gülmeyi, gülerek hatırlayacağın anılar biriktirmende eşlik ettiğim yolu, yaşamına dahil olmayı, içimi sana açmayı, seni de yaşamıma dahil etmeyi, yeri gelip seni sana sevdirmeyi? ...de kendini tersine çevirdin hemen, duvarlar ördün, aşamayacağım, katbekat bana. Oysa ben en çok sadakâtini sevmiştim; BANA, BİZE ve HAYATA.



* Epeyce bir ara vermiştik denemelere. Özlemişiz birbirimizi, farkettim. Ayrıca, bugünden itibaren yaşamımıza dahil olan mübarek Ramazan-ı Şerif ayınızı kalben kutluyorum ve hayırlara vesile olmasını diliyorum. İbadetler kabul, nefsimiz hâkimiyetimizde, içimiz pür-û pak, gönlümüz pür-û nur olsun. Kültürlerimizi unutmamak, Ramazan'ı yaşamak ve yaşatmak, geleceğe iletmek, sevdirmek ve aktarmak dileğiyle.

5 Temmuz 2013 Cuma

Pamuktan Ayakkabı

Camdandı kalpler, en ufak şeye örselenirdi ha bire...
Doğuşundan itibaren hizmet ederdi hep aynı kişiye.
Keşke göründüğü gibi masum olsaydı insan, keşke...
Keşke herkes kurduğu cümlede dursaydı ayakta...

Aşk akıl kârı değil, aman olsun, elaman olsun
Çevrende birkaç dostun olsun yeter de artar bile.
Herkes doğruya hizmet eder madem yanlış nereye gider?
Göz boyama ve gösteriş gırla, amaç yalnızca menfaat sever.

Çok sevmiştim oysa buraya kadar mıydı mütenâ aşkın...
Zaten bir şey yapma artık, hiçbir şey bırakmadın...
Ağıdını sen yaşarken yaktım daha ne yapacaksın?
Ne vardı çok gördüğün, bari sağlığında yakmasaydım...

Tırnak uçların terliyor hayırdır, iyi misin sen?
Elini çabuk tut dedikçe armut toplarsın, kanamıştır belki de...
Süt taşar, eline yapışır, yakışmazsın erkek sözüne(!)
İster terfi et, ister istifa; ister defol git, ister et istifade.

Her şeyi üzerine alın sen zaten, tüm sözlerim de sanadır(!)
Tüm davranışlarım, göz ve gönül yaşlarım hepsi ayağındadır(!)
Bunu düşünürken bile bencil ve narsistsin biliyorsun değil mi?
Her şeyim senin için, sana yaratıldım zaten, değil mi?

Giyinmiş kuşanmıştı bulutlar, beni bekledi bugün.
Çıktım evden eşlik etti senin evindeydim tüm gün...
Sular kesik, etraf karanlık, ayağımda pamuktan bir ayakkabı
Sana yürüyordum, sular kesikti, ayakkabılar ıslandı...
Çatlak Kalem - 2013

4 Temmuz 2013 Perşembe

Adam mı Oldun?

Her insanda aradığın tüm özellikler bende
Ama bana çabalayıp ulaşamamanın adı ne sence?
Zavallısın, çâresizsin, bedbahtsın
Sana verdiğim emeğe de sana da yazıklar olsun...

Kurabiye canavarı bile hafif kalır yanında
Rehberinde kim bilir ne diye kayıtlı adım da
Özlemek gelenek olmuş, ismin adımın yanına konmuş
Kader denmiş bir ömür bir davetiyeye sığmış...

Derken ayrılık gelmiş, araya özlem girmiş ama soğukluk daha çokmuş
Aranın soğuması daha baskın, daha egemenmiş, emir büyük yerdenmiş
El pençe divan durmuş önünde yalnızlık önce, sonra içeri buyur etmiş
En çok da kimseyi takmayan gitmeler koymuş insana, kalbinde yer etmiş.

Bir öküz oturmuş bağıra önce, sonra beyinde filler tepişmiş
Duymamış aldırsa da gönül pek de aldırış etmemiş
Deliymiş, özündeymiş, sözünde dururmuş, yaşı ikibinyetmiş
Tek yaptığı her gün sandalyesini kıynaştırıp sardunyalara su vermekmiş.

Hâlâ beni arıyorsun aslında, bulamayacaksın, al sana acı gerçek!
Dost acı söyler ama içten söyler işte bu da ömürlük çek
El etek öptürürsün, devletini gördük su gibi aziz oldun hatta berhudar, az eğil...
Büyümüş de küçülmüş gibisin; adam mı oldun, ihtiyaç molası mı verdin belli değil...

09.06.2013  / Çatlak Kalem