Tavuğun bile "derisi ile gerisi..." demişler. Senin neren makbul bilemem ama kalbinin olmadığı kesin, şu ikisinin arasında! "Tavuk gibi korkak" denir ya sonra, ortak bilinçaltımla hareket ettim sanırım, oradan direkt bir çağrışım yaptı en serbestinden... Tavuk, poposunu kurtarmak için korkak değildir elbette. Ya da dağınık bırakır da arkalarından birileri toplamaz poposunu... Biz hoşnutsuzlar onu da beğenmemişizdir de söyleyivermişizdir öylesine ve gelişine, atmışızdır ortaya lafı... Oysa "gerçekler acıdır ki" yumurta tavuktan çıkar(!) En azından sıcak tutar ki oturma organını ve de rahat, insanlığa bir adım atar! Oysa korkaklar hiç bir zaman bir işe yaramamışlardır sıklıkla ve sadece kaçıp gitmişlerdir, sıkıldıklarında veya dağınık bıraktıklarında genellikle, zora geldiklerinde...
Bir de aklıma gelmişken çok sevmiştim ya hani, böyle dolup taşarcasına, öylesine deli. -Bu söz bile özgün olamaz, kimine klâsik gelir, kimine klişe belki ama farklı değildir ya her duygu, insanlık tarihinde illaki yaşanmıştır hani ve mutlaka denenmiştir hepsi insanoğlu tarafından.- İşte, o çok sevmeme bağlı olarak adını 40 kez söylemişimdir illaki bir günde. O yüzden olmamışızdır biz, emin ol, hayat ters tepmiştir bize. Ya da... Ya da çok mutlu olmuşuzdur yan yana, birileri göz etmiştir illaki, kalben derin kötülüklerinden. Ya da hayat çekememiştir bizi en basitinden, her zaman ki gibi... O muğlak ve mutlak sonunu getirivermiştir üzerimize, kâbus gibi çökerterek, geçirivermiştir başımıza, bir müsibetten ders alamayan ve zamana tıkalı, insana takılı, zor zamanlara saklı binbir çeşit bela gibi. Yazıvermiştir bir senaryo üzerimizden, n'olacak sorun mu onun için? Çocuk oyuncağı... Bence yazmamıştır bile aslında, en iyi ihtimali düşündüm gene, karalamıştır emin ol, tabii. Ona mı vakit ayıracak, sanki bize çuvalla zamanı varmış gibi(!)
Zeki Müren'den Kahır Mektubu'nu dinliyorum kasetçalardan. Kaset mi kaldı, deme. Eskiler besler yeni oluşumları, unutma. Daha lezzetli ve keyif verici aslında bu... B-2'deyim demek isterdim sana -90'lardaki arkadaşlarım bilir bu kavramın ne demek olduğunu gayet iyi, maksimum 1990'ı yaşamış olanlar- ancak biliyorsun ki part part değil bir bütün bu kaset. Kasetin özelliği. Kasete yazılmış bir mektup çünkü. Evet, arka yüzündeyim kasetin, bitimine yakın. Ne tesadüf değil mi, "bitimine yakınındayım". Ya da "-yız", çünkü dünyada sadece ben dinlemiyorumdur şu an bunu(!) Neyse aynı bantı döndürmeyeyim tekrar ama atlamadım hiç... Hatırına. Sen seversin diye.
Ben yanında o kadar mutluydum ki oysaki, ne vardı azıcık kendini verseydin bu bağlılığa. Hemen geri çektin adımlarını, "teslim olmadın kolayca". Sırf bu yüzden sana "aferin!" demek isterdim ama senin gibi düşünmedim hiç ve hiç bir zaman... Bir pay çıkarsam kendime veya çıkarmaya çalışsam sevgimden ve senden; izin vermedin, önlemler aldın, "çeki-düzen verdin" kendine. Oysa hep yaptığın gibi, her şeyde uyguladığın gibi bunda da "akışına bıraksaydın" keşke azıcık. Bu durumda olmazdı. Bu yaşanmazdı. Böyle olmazdı... Hayata inat, aşka inat bir sayfa açardık kendimize. Kimsecikleri de sokmazdık içine öyle paşa gönlümüz istemedikçe. Keyfimizi kâhyasından sorumlu tutardık, ömrümüzü meleklerden... Kendin daha çok mutlu olacaktın oysaki ama kendine söz geçiremedin bu kez evlat(!) Hayret, sen seni çok düşünürdün oysaki, şaşırttın beni. Hoş, ben hâlâ seni düşünüyorum, akıllanmamış gibi. Yazık ettin o çok düşündüğün kendine de, çok yazık... Bilmezden, duymazdan, görmezden geldin çok kere. Çok mu gördün bana seninle paylaştığım mutluluğu, yüzünün içine bakıp gülmeyi, gülerek hatırlayacağın anılar biriktirmende eşlik ettiğim yolu, yaşamına dahil olmayı, içimi sana açmayı, seni de yaşamıma dahil etmeyi, yeri gelip seni sana sevdirmeyi? ...de kendini tersine çevirdin hemen, duvarlar ördün, aşamayacağım, katbekat bana. Oysa ben en çok sadakâtini sevmiştim; BANA, BİZE ve HAYATA.
* Epeyce bir ara vermiştik denemelere. Özlemişiz birbirimizi, farkettim. Ayrıca, bugünden itibaren yaşamımıza dahil olan mübarek Ramazan-ı Şerif ayınızı kalben kutluyorum ve hayırlara vesile olmasını diliyorum. İbadetler kabul, nefsimiz hâkimiyetimizde, içimiz pür-û pak, gönlümüz pür-û nur olsun. Kültürlerimizi unutmamak, Ramazan'ı yaşamak ve yaşatmak, geleceğe iletmek, sevdirmek ve aktarmak dileğiyle.
Bir de aklıma gelmişken çok sevmiştim ya hani, böyle dolup taşarcasına, öylesine deli. -Bu söz bile özgün olamaz, kimine klâsik gelir, kimine klişe belki ama farklı değildir ya her duygu, insanlık tarihinde illaki yaşanmıştır hani ve mutlaka denenmiştir hepsi insanoğlu tarafından.- İşte, o çok sevmeme bağlı olarak adını 40 kez söylemişimdir illaki bir günde. O yüzden olmamışızdır biz, emin ol, hayat ters tepmiştir bize. Ya da... Ya da çok mutlu olmuşuzdur yan yana, birileri göz etmiştir illaki, kalben derin kötülüklerinden. Ya da hayat çekememiştir bizi en basitinden, her zaman ki gibi... O muğlak ve mutlak sonunu getirivermiştir üzerimize, kâbus gibi çökerterek, geçirivermiştir başımıza, bir müsibetten ders alamayan ve zamana tıkalı, insana takılı, zor zamanlara saklı binbir çeşit bela gibi. Yazıvermiştir bir senaryo üzerimizden, n'olacak sorun mu onun için? Çocuk oyuncağı... Bence yazmamıştır bile aslında, en iyi ihtimali düşündüm gene, karalamıştır emin ol, tabii. Ona mı vakit ayıracak, sanki bize çuvalla zamanı varmış gibi(!)
Zeki Müren'den Kahır Mektubu'nu dinliyorum kasetçalardan. Kaset mi kaldı, deme. Eskiler besler yeni oluşumları, unutma. Daha lezzetli ve keyif verici aslında bu... B-2'deyim demek isterdim sana -90'lardaki arkadaşlarım bilir bu kavramın ne demek olduğunu gayet iyi, maksimum 1990'ı yaşamış olanlar- ancak biliyorsun ki part part değil bir bütün bu kaset. Kasetin özelliği. Kasete yazılmış bir mektup çünkü. Evet, arka yüzündeyim kasetin, bitimine yakın. Ne tesadüf değil mi, "bitimine yakınındayım". Ya da "-yız", çünkü dünyada sadece ben dinlemiyorumdur şu an bunu(!) Neyse aynı bantı döndürmeyeyim tekrar ama atlamadım hiç... Hatırına. Sen seversin diye.
Ben yanında o kadar mutluydum ki oysaki, ne vardı azıcık kendini verseydin bu bağlılığa. Hemen geri çektin adımlarını, "teslim olmadın kolayca". Sırf bu yüzden sana "aferin!" demek isterdim ama senin gibi düşünmedim hiç ve hiç bir zaman... Bir pay çıkarsam kendime veya çıkarmaya çalışsam sevgimden ve senden; izin vermedin, önlemler aldın, "çeki-düzen verdin" kendine. Oysa hep yaptığın gibi, her şeyde uyguladığın gibi bunda da "akışına bıraksaydın" keşke azıcık. Bu durumda olmazdı. Bu yaşanmazdı. Böyle olmazdı... Hayata inat, aşka inat bir sayfa açardık kendimize. Kimsecikleri de sokmazdık içine öyle paşa gönlümüz istemedikçe. Keyfimizi kâhyasından sorumlu tutardık, ömrümüzü meleklerden... Kendin daha çok mutlu olacaktın oysaki ama kendine söz geçiremedin bu kez evlat(!) Hayret, sen seni çok düşünürdün oysaki, şaşırttın beni. Hoş, ben hâlâ seni düşünüyorum, akıllanmamış gibi. Yazık ettin o çok düşündüğün kendine de, çok yazık... Bilmezden, duymazdan, görmezden geldin çok kere. Çok mu gördün bana seninle paylaştığım mutluluğu, yüzünün içine bakıp gülmeyi, gülerek hatırlayacağın anılar biriktirmende eşlik ettiğim yolu, yaşamına dahil olmayı, içimi sana açmayı, seni de yaşamıma dahil etmeyi, yeri gelip seni sana sevdirmeyi? ...de kendini tersine çevirdin hemen, duvarlar ördün, aşamayacağım, katbekat bana. Oysa ben en çok sadakâtini sevmiştim; BANA, BİZE ve HAYATA.
* Epeyce bir ara vermiştik denemelere. Özlemişiz birbirimizi, farkettim. Ayrıca, bugünden itibaren yaşamımıza dahil olan mübarek Ramazan-ı Şerif ayınızı kalben kutluyorum ve hayırlara vesile olmasını diliyorum. İbadetler kabul, nefsimiz hâkimiyetimizde, içimiz pür-û pak, gönlümüz pür-û nur olsun. Kültürlerimizi unutmamak, Ramazan'ı yaşamak ve yaşatmak, geleceğe iletmek, sevdirmek ve aktarmak dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder