11 Ocak 2013 Cuma

Hepsinin Ayrı Hikâyesi Ama Hepsi Aynı Hikâyede...


Balkanlardan gelen şiddetli soğuk hava dalgasının içindeyim. Bak ne diyeceğim... 4 ay aramadın ya 2 ay daha uzataydın da askerlik yapaydın gönlümde.Hem işime gelirse bedelli de yaptırırım müebbet de.

Deniz dalgalarının kumları yaladığı, kayalıklara çarptığı ve güç bela ulaştırdığı cam şişenin içindeki yazılı fermanı okuyan adamın yanındayım. Oturduk bir ahşap sandığa sandukaya okudukça ağlıyoruz. Hava rüzgârlı. Aşk kebap. Tüttü tütecek belki ama kıvama gelmesine var daha.

Her sabah saçlarını ören sonra komşu köyden tereyağı fıçısı getiren cepkenli fistanlı bir genç kızın yolda can sıkıntısından yanık sesiyle tutturduğu sevda türkülerindeyim. Sözlerin her biri yürek dağlayıcı, can yakıcı. Belli ki yaralı... Ama yol uzun, bu daha çok türkü demek ayrıca.

Yaptığı yaramazlık sonrası şımaran ve annesinin şeker vererek susturduğu ve babasının ayıplayıcı bakışlarıyla tedirgin olan bahçevan pantolonlu bir çocuğun hemen arkadındayım. Bir taraftan şekerini emerken bir taraftan etrafına bakınıyor ama yol kenarında çocuk. İçi cıvıl cıvıl olsa da yine de endişe dolu. Bir mavi tişörtü var üzeirnde bir de kadife haki şapkası.

Yolu epeyce yarılamış ama kendinden muzdarip, biraz bezgin yarı okumuş etmiş yarı görmüş geçirmiş biri var. Aşkı bilmemiş hiç. Doğaçlama yaşamış. Yarı kadere inanmış yarı kendi yaşamış. Köstekli saatine bakıyor boşta kalan sağ eliyle de taba kasketini hafif gevşetircesine başından. Boş durmayı sevmediğine kanaat getiriyorum... Derken gözleri ele veriyor zaten durumu. Geçmişten haber verircesine. Ama şimdi yarı biçare yarı bihaber devam ediyor yoluna. Aşkı bilmezmiş dedim ya, çok çekmiş zamanında belli ki aslında.

Bir  de madam var gördüğüm. Madam diyorum 50'li yaşlarında ve kokona biraz. Tamam belki de epeyce ama kendini kokoş görmüyor işte. Boynundan omuza akan bir etol var. Kuzguni siyah... Bir de hani eski Türk filmlerinde de görmeye alışık olduğumuz İngiliz stili, zerafet temsili siyah tüllü bir şapkası var başında. Dikkat çekici bir ruj var dudağında, kırmızı. Etrafını bordo kalemle kontörlemiş. Sağ elinde sarı beyaz kırçıllı bir köpeği var, kontes. Eldiveninin uç kısımlarını kemirmiş. Bir sağa bakıyor bir sola. Yola devam edercesine şen kahkalar atıyor, yarı çatlak tonlu yarı şuh.

Derken bahar oluyor. Hani bildiğimiz tabirlerle değil bu bahar. Çiçek böcek, böcü börtü, yeşil, çimen, güneş kuş cıvıltıları yok mesela. İşte böyle bir baharın içindeyim ve bak ne diyeceğim... Erteledik durduk ya hani bizi biz, tatil çığlığı atamadık hani bir türlü, olsaydın benimle şimdi hem karne alırdık hem dolu yaşardık her bir günü, deli dolu... Ama şimdi her şey yarım yamalak, biraz ucuz ve sıradan. Masumane de bir o kadar. Ayrıca karne de kırık dolu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder