Otobüs maceralarım bitmez hiç, bilen bilir. En sonuncuda da karşılıklı ikiz
koltukların koridor kısmına oturan amcalar koyu bir muhabbet çevirirken
Sezen’den Vay’ı dinliyordum. Biliyorum ki kulaklık olması bir derece daha
çekici kılar yolculuğu bu tarz durumlarda. Bir nevi cankurtarandır kulaklık!
Zira kulaklar ya öndeki koltuğa kitlenir ya fısıltıyla konuşanlara ya da müzik
dinler ama dinlenmez işte bir türlü yolculuk boyunca… Bizim amcalar da ara ara
konuşsalar bir nebze ama mütemadiyen, koyu, kahve muhabbeti dönüyor otobüsün
içinde. Bazen sıkıldığımda yer değiştirmelere başvurduğum gibi yapasım geliyor.
Amcayı diğer amcanın yanına koyasım geldi ama o an yalnızca hafif bir
gülümsemeyle yetindim tabii. Bu arada onlardan bahsederken o kadar içli dışlı
olmuşuz ki “bizim amcalar” diye başladığımı yeni fark ettim, kendimi soyutlasam
da olay ve kişilerden, iki cümle sonra dank etti. Ancak bu kadar olabiliyormuş
demek ki. Arkamdaki teyze yeni doğmuş belki de doğacak torunu için bir örnek
deniyor krem rengi orlonla. Belli ki doğmadı çünkü kız olsa pembe, erkek olsa
mavi örülürdü diye geçirdim içimden. Şunu da bildiğim halde hatta:
Öğretilmişliklerimiz ister istemez zevkimizi de belirlemiş ve bir de tartışmaya
açıkken üstelik. Tonlarda renklerden önce belirdi zihnimde, çağrıştım direkt.
Neon pembe ve uçuk mavi. Krem, her ikisine de gider sonuçta. Tertemiz, açılmamış
bir yaşam sayfasını temsil eder; masumiyetin yanında… Masumiyet yola yeni
başlarken yanına alınması gereken en öncelikli temennilerden bilirsiniz. Yaş
aldıkça masumiyet kaybediyor ilk gün ki sihrini malumunuz. Ama cami de sağlam
mihrap da sağlam tabii yine de(!) Muavin, çok hoş, kibar, güleryüzlü bu sefer,
bu seferde… Aynı firmaya bağlı şirketin muavinleri gibi değil şükür ki… Catwalk
yapıyor resmen! Afyon yolu üzerinde “Basın-Yayın ve Gazeteciler Ormanı”nı
görüyorum bu esnada sağımdaki pencereden. Vay canına, ne orman-mışş! Bir dikili
ağaç yok görünürde… Şöfor, klişe tabirle, otururken göbeği direksiyona taşmayan
cinsten. Öyle olunca da göbeğinin altından direksiyonu kavraması gibi bir
durumu yok, şükür ki! Bilmiyorum, mola yerlerinde pantolonu üzerinden apış
arasını kaşıyor mudur?! O da mı o prototipten yahu! Güneş tam karşımızdan
konumlanıyor biraz sonra ve dörtgwn formlu güneş gözlüğünü takıyor şöfor. Bir
taraftan Madonna çalarken; aklıma bizim halk ezgilerinden(!) “Yallah Şöfor…”
geliyor, iyi mi?! Yol tenha oldukça, haftanın ilk günü ya ondan belki. Belki de
sabah olduğu içindir, çıkaramadım. Uyuyamadım gece de bir türlü zaten, valiz
yapmaktan, kıyafetleri askıya almaktan, giden eşyaları kutulayıp kalanları da
cinslerine göre gazete kağıtlarına veya naylon poşetlere sarmalaktan. Şimdi de
yeşil sarı tonlarında doğayı seyretmek daha cazip geliyor uykudan. Belki de
şöforun hemen arkasında, en ön koltukta oturan yola çıktığımızdan beri ağzı
kıpırdadığı için dua okuyormuş izlenimine kapıldığım lacivert yoğun iri güllü
dallı eşarplı teyze dikkatimi çektiği için koltuk arasından. Söylerken fark
ettim tasvirleri hiç genç yok benden başka sahi! Ne garip… Erken olduğu için mi
dersiniz tatilin içinde olduğumuz için mi? Hoş, daha önceki yolculuklarımda
tanımadığım orta yaşlı adamların uyku hallerinde kollarını omzuma dolamasından,
omuzlarımı yastık edinmesinden, horlamasından; cep telefonundan müzik
dinleyenlerin müzik açıkken kulaklığı çıkarttığında sesin dışarıya yansımasını
sonradan algılamasından; kreş okul servislerini andıran şehirlerarası ulaşımdan
ve huzur evi tayfasıyla yolculuk yapılmasından ve hatta bunların yalnızca
başlıcaları olmasından aslında daha nicelerinden söz etmemişken bunu dile
getirmek de komik ve absürd geldi şu anda. Bulutlara yaklaştık ve sonrasında aydede de
bize eşlik edecek. Bizimle gelecek o da, evet. Hep olduğu gibi. Bunu bilmek
güzel ve huzur verici. Eskiden kalma ya bilgi, belki ondandır. Geçmişte anı
neticede, bir mazi nihayetinde. Çocukluğu anma mahiyetinde. Hani çocukken
okuduğum çikolata evli meşhur hikaye Hansel ve Grathel; sonra büluğ çağında
takip eden Babam Çatlı ve Kendi Ayakları Üzerinde ve şimdilerdeki Şemspare ve
Velev ki Ciddiyim!’i okurken eşlik eden yegane şeyin varlığını hissettiğim için
yanımda, güven veriyor çok. Amcalar susuyor
neyse ki ve göz kapaklarım ağırlaştı şu anda. Hava karaya çalıyor yavaştan.
Uzaktan Geldim çalıyor Ayşen’den, otobüsün radyasunda, 90’lardan o da. Şu anda
rüyama geçmeden önceki aşamadan yazıyorum, bilincimden, yol uzun. Oldukça. Kat
ettiğimiz kârdır yanımıza. Her biri ayrı karede anı, paylaşım ve gözlem olarak
bize geri dönecek bilirim çünkü. İnsanlar da olması gerektiği gibi davrandıkça
kopar dağılır günler. Dağılır derken bizi dağıtmadan, iyi manada yani.
Manzaradan sonra rüya seyredeyim azıcık da, malum, dizi de yok bugün. Televizyonsuz otobüse denk gelmişim.
Tesadüfün böylesi! Ne de büyük bir lütuftur bu oysaki… Öte yandan, insan
“seyredecek” bir şeyler arıyor haliyle, alışmışız, sosyal bağlamda. Seyretmek yerine
biraz dinlemeyi öğrenseydik mesela, en azından başımızı! Saat 21.00. Hooopp,
geçtim ben rüyaya. Keşke kabuslara da zapping yapılsa! Neyse ki dağ başında pek
çekmiyor, gidip geliyor, net değil, kesik veriyor naklen de olsa… Allah’tan dağ
başındayız, çekmiyor! Hiç çekilmezdi eğer böyle olmasa… Yorucu günler eşliğinde
insan dağ başında olduğuna da yeri geliyor şükrediyor demek ki… Bu o
yolculuktaki benim kaydım. Başka filmleri de görmek, kayıtları da dinlemek
isterdim tabii ki. Başka bir macerada yine buluşuruz belki. Eee, yol uzun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder