29 Ocak 2013 Salı

Oto-büs, Oto-kontrol ve diğerleri…


Otobüs maceralarım bitmez hiç, bilen bilir. En sonuncuda da karşılıklı ikiz koltukların koridor kısmına oturan amcalar koyu bir muhabbet çevirirken Sezen’den Vay’ı dinliyordum. Biliyorum ki kulaklık olması bir derece daha çekici kılar yolculuğu bu tarz durumlarda. Bir nevi cankurtarandır kulaklık! Zira kulaklar ya öndeki koltuğa kitlenir ya fısıltıyla konuşanlara ya da müzik dinler ama dinlenmez işte bir türlü yolculuk boyunca… Bizim amcalar da ara ara konuşsalar bir nebze ama mütemadiyen, koyu, kahve muhabbeti dönüyor otobüsün içinde. Bazen sıkıldığımda yer değiştirmelere başvurduğum gibi yapasım geliyor. Amcayı diğer amcanın yanına koyasım geldi ama o an yalnızca hafif bir gülümsemeyle yetindim tabii. Bu arada onlardan bahsederken o kadar içli dışlı olmuşuz ki “bizim amcalar” diye başladığımı yeni fark ettim, kendimi soyutlasam da olay ve kişilerden, iki cümle sonra dank etti. Ancak bu kadar olabiliyormuş demek ki. Arkamdaki teyze yeni doğmuş belki de doğacak torunu için bir örnek deniyor krem rengi orlonla. Belli ki doğmadı çünkü kız olsa pembe, erkek olsa mavi örülürdü diye geçirdim içimden. Şunu da bildiğim halde hatta: Öğretilmişliklerimiz ister istemez zevkimizi de belirlemiş ve bir de tartışmaya açıkken üstelik. Tonlarda renklerden önce belirdi zihnimde, çağrıştım direkt. Neon pembe ve uçuk mavi. Krem, her ikisine de gider sonuçta. Tertemiz, açılmamış bir yaşam sayfasını temsil eder; masumiyetin yanında… Masumiyet yola yeni başlarken yanına alınması gereken en öncelikli temennilerden bilirsiniz. Yaş aldıkça masumiyet kaybediyor ilk gün ki sihrini malumunuz. Ama cami de sağlam mihrap da sağlam tabii yine de(!) Muavin, çok hoş, kibar, güleryüzlü bu sefer, bu seferde… Aynı firmaya bağlı şirketin muavinleri gibi değil şükür ki… Catwalk yapıyor resmen! Afyon yolu üzerinde “Basın-Yayın ve Gazeteciler Ormanı”nı görüyorum bu esnada sağımdaki pencereden. Vay canına, ne orman-mışş! Bir dikili ağaç yok görünürde… Şöfor, klişe tabirle, otururken göbeği direksiyona taşmayan cinsten. Öyle olunca da göbeğinin altından direksiyonu kavraması gibi bir durumu yok, şükür ki! Bilmiyorum, mola yerlerinde pantolonu üzerinden apış arasını kaşıyor mudur?! O da mı o prototipten yahu! Güneş tam karşımızdan konumlanıyor biraz sonra ve dörtgwn formlu güneş gözlüğünü takıyor şöfor. Bir taraftan Madonna çalarken; aklıma bizim halk ezgilerinden(!) “Yallah Şöfor…” geliyor, iyi mi?! Yol tenha oldukça, haftanın ilk günü ya ondan belki. Belki de sabah olduğu içindir, çıkaramadım. Uyuyamadım gece de bir türlü zaten, valiz yapmaktan, kıyafetleri askıya almaktan, giden eşyaları kutulayıp kalanları da cinslerine göre gazete kağıtlarına veya naylon poşetlere sarmalaktan. Şimdi de yeşil sarı tonlarında doğayı seyretmek daha cazip geliyor uykudan. Belki de şöforun hemen arkasında, en ön koltukta oturan yola çıktığımızdan beri ağzı kıpırdadığı için dua okuyormuş izlenimine kapıldığım lacivert yoğun iri güllü dallı eşarplı teyze dikkatimi çektiği için koltuk arasından. Söylerken fark ettim tasvirleri hiç genç yok benden başka sahi! Ne garip… Erken olduğu için mi dersiniz tatilin içinde olduğumuz için mi? Hoş, daha önceki yolculuklarımda tanımadığım orta yaşlı adamların uyku hallerinde kollarını omzuma dolamasından, omuzlarımı yastık edinmesinden, horlamasından; cep telefonundan müzik dinleyenlerin müzik açıkken kulaklığı çıkarttığında sesin dışarıya yansımasını sonradan algılamasından; kreş okul servislerini andıran şehirlerarası ulaşımdan ve huzur evi tayfasıyla yolculuk yapılmasından ve hatta bunların yalnızca başlıcaları olmasından aslında daha nicelerinden söz etmemişken bunu dile getirmek de komik ve absürd geldi şu anda.  Bulutlara yaklaştık ve sonrasında aydede de bize eşlik edecek. Bizimle gelecek o da, evet. Hep olduğu gibi. Bunu bilmek güzel ve huzur verici. Eskiden kalma ya bilgi, belki ondandır. Geçmişte anı neticede, bir mazi nihayetinde. Çocukluğu anma mahiyetinde. Hani çocukken okuduğum çikolata evli meşhur hikaye Hansel ve Grathel; sonra büluğ çağında takip eden Babam Çatlı ve Kendi Ayakları Üzerinde ve şimdilerdeki Şemspare ve Velev ki Ciddiyim!’i okurken eşlik eden yegane şeyin varlığını hissettiğim için yanımda, güven veriyor çok.  Amcalar susuyor neyse ki ve göz kapaklarım ağırlaştı şu anda. Hava karaya çalıyor yavaştan. Uzaktan Geldim çalıyor Ayşen’den, otobüsün radyasunda, 90’lardan o da. Şu anda rüyama geçmeden önceki aşamadan yazıyorum, bilincimden, yol uzun. Oldukça. Kat ettiğimiz kârdır yanımıza. Her biri ayrı karede anı, paylaşım ve gözlem olarak bize geri dönecek bilirim çünkü. İnsanlar da olması gerektiği gibi davrandıkça kopar dağılır günler. Dağılır derken bizi dağıtmadan, iyi manada yani. Manzaradan sonra rüya seyredeyim azıcık da, malum, dizi de yok bugün.  Televizyonsuz otobüse denk gelmişim. Tesadüfün böylesi! Ne de büyük bir lütuftur bu oysaki… Öte yandan, insan “seyredecek” bir şeyler arıyor haliyle, alışmışız, sosyal bağlamda. Seyretmek yerine biraz dinlemeyi öğrenseydik mesela, en azından başımızı! Saat 21.00. Hooopp, geçtim ben rüyaya. Keşke kabuslara da zapping yapılsa! Neyse ki dağ başında pek çekmiyor, gidip geliyor, net değil, kesik veriyor naklen de olsa… Allah’tan dağ başındayız, çekmiyor! Hiç çekilmezdi eğer böyle olmasa… Yorucu günler eşliğinde insan dağ başında olduğuna da yeri geliyor şükrediyor demek ki… Bu o yolculuktaki benim kaydım. Başka filmleri de görmek, kayıtları da dinlemek isterdim tabii ki. Başka bir macerada yine buluşuruz belki. Eee, yol uzun…              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder