Eee... Nereden nereye geldik?
Geç kalmışım sana derken,
Üç günlük dünyayı benle geçirmez oldun şimdi.
Gönlünde taşıyamadın; yük oldu, dert oldu
Adam oldun da adam edemedin aşkı, iyi mi...
Niye yer vermiyorsun dedi.
Dedim; "çok değil, bunun on gün öncesinde,
Ayağım aksarken kimse yer vermedi bana.
-Sol yanımın ağrısı daha çoktu halbuki, tabii onlar bilmediler bunu.-
Şimdi oturuyorsam ve herkes ayaktaysa
Ve oturmak benim hakkımsa...
Sana yer vermemek de benim seçimim."
Oh... hayat danışıklı dövüş azizim, n'aparsın.
Yüzümdeki çizgileri gösterdi utanmadan bana
Çizdiğim yolun hesabını sorarcasınaydı üstelik bu, hayattaki.
Evet, yüzümde çizgiler vardı...
Dedim; hayatın değil, onlar kedimin marifetiydi(!)
Çay içiyorduk bu esnada, tahta bir sandalyeydi, kırık dökük...
Eski değil, ortama ayak uyduran harabe-otantik bir dekordu onunki.
Çok çekseydi anlardım zira, ben içi sökük...
Bir de masa eşlik ediyordu ahşaptan, ahşaplar hep güzel eşlik ederdi oysa...
Denize nâzır oturduk, çay içiyorduk.
Ağzından iki cümle çıkacak gibi oldu tam, sonra yine sustu.
Susacaksan hayatın anlamı ne, dedim.
Baktı ve yine sustu.
Ben de susmasını bilirim ama madem yaran onu bari taşı dedim.
Bak, gökyüzü bile güneşi taşıyor, güneş mutlu oluyor ve parlıyor
Ve sonra insanlara dönüyor bu sevinci.
Yok, nafileydi bu konuşmalar...
Dedim tamam, n'olur sevme beni.
Çayı bir kez daha doldurmaya gelen garson;
Önce baktı bizim şu hâlimizi görünce
Sonra gülümsedi, muzırca, beş yaşındaki bir çocuk edasıyla...
Anaç yapıdan değil bu gözlem, gülümsemesi çocuk gibiydi.
Baktım sonra, 19-20 yaşlarında bir çocuktu hakkaten.
Onu anladım, o hayattan çökmüş, çekmişti.
Derken bizimki bir espri patlattı ortaya...
Sonra yine sustu.
Hiç şaşırmadım nedense.
Niyeyse hep durgundu o deli bakışları, esprili hâlleri, tüm keyfi...
Dedim; bana da böyle yapacaksan, senin senden başka kimsen kalmamış.
Bana akabinde okuduğu şiiri yarıda kestim, bıçak gibi...
Aslında balla kesmiştim ona belli etmesem de içimde.
Bıçakla kıyamazdım neticede ben, onun bana nice sonralarında kıydığı gibi...
Garson doldurdu bardakları, ayrıldı ve gölgesi de gitti
Kaldık başbaşa, göz göze, peşinden diz dize gelir hep, demek isterdim
Ama dize dizeydi söyleyeceklerim...
Onun yarım kalan şiiri gibi, soğudu bekledikçe içimde bazı şeyler, güneş tepemizde.
Neyseki sıcağı sıcağına içiyorduk çayı, yoksa dünya çekilmezdi.
Bir hikâyeydi yarım kalan bizim.. dediği son cümlelerini kestim demiştim ya hani.
Manzaradaki deniz bile dalgalandı o vakit, açık maviyken lacivert oldu bildiğin, derinlikleri...
Bana tanıştığımızda okuduğu şiiri kastetmiştim ben bakışlarımla sonra
Götürmüştüm onu ilk günlerimizin, ilk deliliklerimizin pınarında dolaştırdım önce bi'
Sonra alıştırarak gözlerimin içiyle ona gülerek ki son gülüşümdü bu ona
İkimizde o ilk gün sevdiğimiz gibi, birbirimize ısındığımız gibi bakıştık
Ve dedim ki yarı sıcak yarı soğuk;
"Manzara bozuldu, çayı da sen demle artık..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder