Bir önceki yazımda verdiğim sosyal mesajda aslında insanlık için büyük bir adım atmıştık, hatırlarsanız. İlk paragrafta bunu vermek (özet) çok garip geldi şu an ama ama geçen yazıya dair bahsetmek istedim konu önemli olduğu için ve burada da biraz bahsedeceğimiz için. Hatırlayalım isterseniz biraz... Özetle, bir insanın bir insanla kurduğu ilişki (metalaşmış aşk demiyorum, aşk, arkadaşlık, dostluk, akrabalık, vb.), koca bir döngüye ait aslında. Dünyaya, hayata... Böylece bütünlük, o uyum ve neticede dünyanın o dengesi var sırf bu yüzden. "Arkadaşımın arkadaşı aslında arkadaşım" yani... İnsanlar hep birbirine bağlı neticede. Hani 90'larda popüler bir şarkının da söylediği gibi; "Adem Baba'ya kadar asiliz sülaleden..." yoksa canım ne var bunda! Tek türdeş, tek yapı ve tek çatı: İnsanlar ya da İnsanlık!
Büyümek insanın elinde olan bir şey değil, siz de gayet iyi bilirsiniz ki. Ama bir istek, bir heves, bir özenti olabiliyor zamanla, hayatta. Zaman ve hayatın da bir arada kullanılmasını hep ironik bulmuşumdur. Birlikte kullanılan ama dünyaları farklı aşıklar! Vazgeçilmez ve kaçınılmaz mutsuz son. Paralel gibi görünüp, mış gibi yapan cinsten... Gayet akılcı bir işbirliği ancak bir o kadar da bedeli ağır bir düzmece, insana karşı. Ciddi akıl ve aşk danışıklığı var bu işte. Çünkü dünya bu işte... Neyse, büyükler çocukluğunu özler neticede, çocuklarsa bir an önce büyümek. Herkes kendinde olmayanın peşinde. Kendi elindekileri bilip yetinen ve hatta şükreden az azizim. Belki de neredeyse yok denilecek kadar az nitelikte. İzmir'de yaşamadığım için İzmir'i özlemem, gazetecilik okuduğum için doktor olmak istemem, bekâr olduğum için de evlenmek istemem gayet normal tabii(!) Bunlara sahip olan başka biri de eminim başka şeyleri istiyordur ya da benim elimdekileri. Asırlardır idrak edilmeyen important point, önemli nokta burası işte... Halbuki sizin elinizdekileri olmak isteyen de milyonlarca insan varken, milyonlarca insan sizin gibi olmak isterken, şükretmemek ve dahasını istemek "doyumsuzluk"... Başka bir şey değil gibi. Tek gecelik ilişki gibi. Elde edene kadar, ettikten sonra at gitsin. E tüketim çağı ne beklersin ki şekerim? "Kullan at, hızlı tüket..." Akademik olarak popülerite, popüler kültür ve tüketim kültürü ve beraberinde kapitalizmin dayattıklarından açılmadan konu toparlayalım. Konumuza dönecek olursak eğer, herkesin hâline şükretmesi gerektiğine inanıyorum. En azından bir tık altımız, eksiğimiz düşünülebilir bu doyumsuzluk aşamasında, bunu yenebilmek için. Doyumsuzluk hırs yaratır azizim. Azim kişinin kendisiyle yarışıdır, kişiliğidir bunu da unutma. Sen sabırsız olabiliyorsun yeri gelince. "Hemen olsun, derhal olsun" istiyoruz bir taraftan isteklerimizin ama altındaki hayrı da görmek gerek bazen. Çabuk tükettiğin için, her şeyin hızına hızlısına alıştığın için elinde olmayan bazı şeylerin de elindeymiş gibi hızlı olmasını istiyorsun. Oysa kusura bakma ama dünkü b*ksun! İstersen yüz yaşında ol, 7-8 senedir senin derdini çekenleri de gör!! N'olur gör onları da?! Onlar insan değil mi? Onlar emek vermiyorlar mı? Alışmışız, etrafımızda hızla olan bitene, bundan bu angarya... Yoksa nereden bilebilirdik ki neticede çocukken severek söylediğimiz şarkıların ileride dinlediğimizde canımızı acıtacağını belki de yakacağını...
Büyümek insanın elinde olan bir şey değil, siz de gayet iyi bilirsiniz ki. Ama bir istek, bir heves, bir özenti olabiliyor zamanla, hayatta. Zaman ve hayatın da bir arada kullanılmasını hep ironik bulmuşumdur. Birlikte kullanılan ama dünyaları farklı aşıklar! Vazgeçilmez ve kaçınılmaz mutsuz son. Paralel gibi görünüp, mış gibi yapan cinsten... Gayet akılcı bir işbirliği ancak bir o kadar da bedeli ağır bir düzmece, insana karşı. Ciddi akıl ve aşk danışıklığı var bu işte. Çünkü dünya bu işte... Neyse, büyükler çocukluğunu özler neticede, çocuklarsa bir an önce büyümek. Herkes kendinde olmayanın peşinde. Kendi elindekileri bilip yetinen ve hatta şükreden az azizim. Belki de neredeyse yok denilecek kadar az nitelikte. İzmir'de yaşamadığım için İzmir'i özlemem, gazetecilik okuduğum için doktor olmak istemem, bekâr olduğum için de evlenmek istemem gayet normal tabii(!) Bunlara sahip olan başka biri de eminim başka şeyleri istiyordur ya da benim elimdekileri. Asırlardır idrak edilmeyen important point, önemli nokta burası işte... Halbuki sizin elinizdekileri olmak isteyen de milyonlarca insan varken, milyonlarca insan sizin gibi olmak isterken, şükretmemek ve dahasını istemek "doyumsuzluk"... Başka bir şey değil gibi. Tek gecelik ilişki gibi. Elde edene kadar, ettikten sonra at gitsin. E tüketim çağı ne beklersin ki şekerim? "Kullan at, hızlı tüket..." Akademik olarak popülerite, popüler kültür ve tüketim kültürü ve beraberinde kapitalizmin dayattıklarından açılmadan konu toparlayalım. Konumuza dönecek olursak eğer, herkesin hâline şükretmesi gerektiğine inanıyorum. En azından bir tık altımız, eksiğimiz düşünülebilir bu doyumsuzluk aşamasında, bunu yenebilmek için. Doyumsuzluk hırs yaratır azizim. Azim kişinin kendisiyle yarışıdır, kişiliğidir bunu da unutma. Sen sabırsız olabiliyorsun yeri gelince. "Hemen olsun, derhal olsun" istiyoruz bir taraftan isteklerimizin ama altındaki hayrı da görmek gerek bazen. Çabuk tükettiğin için, her şeyin hızına hızlısına alıştığın için elinde olmayan bazı şeylerin de elindeymiş gibi hızlı olmasını istiyorsun. Oysa kusura bakma ama dünkü b*ksun! İstersen yüz yaşında ol, 7-8 senedir senin derdini çekenleri de gör!! N'olur gör onları da?! Onlar insan değil mi? Onlar emek vermiyorlar mı? Alışmışız, etrafımızda hızla olan bitene, bundan bu angarya... Yoksa nereden bilebilirdik ki neticede çocukken severek söylediğimiz şarkıların ileride dinlediğimizde canımızı acıtacağını belki de yakacağını...
E millet ne der korkusu... Bırak hergün herkes herkese her şeyi söylüyor bu devirde zaten. Şu düşündüğüne bak, Allah'ını seversen! Senin gibi benim gibi birileri gibi elbette seni sevenler de olacak nefret edenler de. Ama bu herkes için geçerli, yalnız senin için değil. Bunu düşünürken bile bencil olabiliyorsun... Sen bunu düşünmeyerek rahatlamaya çalış asıl, motive olman gereken sözler bunlar biraz da. Sen sana düşeni yap yalnızca üstelik, ötesini değil. Zaten kaldı ki, ötesini isteyen de yok, bekleyen de. Dedikodu mu? AMAAANN... Dedikodu... Birlikte paylaşılacak bir şeyi olmayan insanların o andaki anlık kişiler üzerine konuştukları, atıp tuttukları, onların üzerinden değerlendirme yaptıkları (kendileri padişah torunu), yapabildikleri bir zaman öldürme aracıdır. Paylaşılacak bir şey olmadığı gibi bu kof şey bunu gerçekleştiren içi boş laflarla bireyleri kaynaştırır. Böylece, boş zamanlarda üretilen bir mekanizma olarak karşımıza çıkar.
Bunu unutma bu arada, bir gerçek de var ki iyiler olmadan kötüler bir hiçtir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder