6 Haziran 2014 Cuma

Son Model Aşklar / Yaşamın Iskaladıkları / İllaki Bir Şey Diyecekseniz...

Ah etme der annem... Biri ona ise, 9'u seni bulur, diye de eklerdi sonunda. Ben de böyle yetiştim sanırım sonunda. Sevgimle öldürdüm, sevgimle geçirdim içimdekileri de. Biliyordum oysa ki, "akıl unutur, satır unutmazdı." Sonuçta biliyordum en yakınlarımızın canımızı yaktıklarını. Ölürken bile... Bu yüzden bunları boşuna düşünmeden, ince hesaplar yapmadan, olay ve kişileri muhasebeleştirmeden devam edilmeliydi yaşam. Yaşam kısaydı ve yaşam borçtu önce kendimize sonra başkalarına...

Gereksiz yük deyip hayatımızı etkileyen, dokunanlara inat, kendimize bakmamız bencillikti, yalnızca bencillik. Öyle ya da böyle zaten herkesin "yükü" vardı kendine göre. Olmayan da edinirdi ya da hayıflanarak imrenirdi "yükü" olanları. Bakmayın, o "yük" denilen şey yalnızca statüydü, meşguliyetti aslında en çok hoşa gidilen. Bu yüzden "artistlik"ti, artistlik taslanırdı, artistlik yaptırırdı, cak'a sattırıp ya da hava attırıp... Buna binaen "endişe etme... hallet!"ti benim yaşam felsefem. Kimseye kızmıyorum da, aksine hak veriyorum. Herkesin sebebi ya da sebepleri vardır belli ki, susmaları, konuşmamaları için... Zaten hayal ürünüyüz hep birlikte. E bahane desen türlü türlü, bizim ve bizim durumumuzda olanlar için: Kozlarımız büyük elimizde, vesselam. "Kimse vazgeçilmez değil", "Görmeyen göz katlanır", "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur", demişler hem. Tam bize göre! Değil mi sizce de?

Her şey bir kenara, sabah kalktım bugün erkenden. Öğlene yakındı saatler halbuki(!) Zaman mı? Takılıp kalmayın böyle şeylere... Tıkılıp kalmayın dünyaya da akabinde. Neyse, diş macununa "gerizekâlı" diyen yapım var benim bu ara. Tabii, etme bulma dünyası... Sen boş tüpe kafa tutarsan, o da arkadaşlarını çağırır ve misli misli ödetir bittabii!  Banyoda duran milyonlarca kozmetik tüpün arasından, bakmadan, artık alışkanlığın verdiği el yordamıyla bulabildiğim kremi sürecektim ki; elime body sütü yerine, krem diye fayans temizleyici krem sürmüşüm...(!) Hayat işte... Yarı öyle, yarı böyle... Hayat demişken, sahi, aklıma geldi, hayatın en önemli anlarından biridir çocuğa takılan ismin çocuğun aklı başına erdiği çağlarda beğenip beğenmemesi... Önemli bir karar ve sürpriz bir andır hayata... Severse ne âlâ, ana baba da mutlu olur; sevmezse bir ceza gibi, çeker ceremeyi. Hoş, doğarken isim seçme gibi bir lüksümüz yok hiçbirimizin... Olsa hayat sürprizlerle dolu olur muydu sizce peki?!


Hayattan aşka akalım biraz da... Hı, ne dersiniz? Çok şaşırdık değil mi? (!) Benim yazılarımın konularında iki esas, bir önemli temadır, bilirsiniz ama... "Bile bile lades" demeyin lütfen, oysa onlar ne muhteşem bir ikili(!) deyin, illaki bir şey diyecekseniz. Son  model aşkların itibarının beş paralık bile olmadığını düşünüyorum. Biri bin para çünkü(!) Eskiden "yoktu öyle üç kuruşa beş köfte halbuki"... Burada asıl konu aşkın paralık değerinin olması elbette. Eskidendi paha biçilemez, sonsuz aşklar... Büyüsel-sihirsel devirde yani!!! Hiçbirimiz çıkmamıştık o gün azizim anamızın karnından... Kendini suçlama, hor görme bu yüzden. "Elle gelen düğün bayram" de, illaki bir şey diyeceksen... Bak, herkes zor günlerinde öyle demiyor mu nasıl olsa. Öyle teselli etmiyorlar mı kendilerini? Pardon, öyle "motive" etmiyorlar mı diyecektim aslında(!) Bir de, "kabahat" ya da "suç" sen de değil, hep karşı taraftadır... Sen onu düzeltebilirsen ne mutlu(!) Böyle de yüceyiz... Dağlar gibi(!) Neyse, sosyalleşen yaşamda, sosyal medya geldi zirvemize, tepemize oturdu, biliyorsunuz. Oldu mu sana, aşklarda tek ileti, tek info, tek twit süreli, kampanya devri... Hiç okumayan toplumun; şairleri, yazarları oluştu edebiyata düşkün, edebiyatsever(!) insanlarından... Popüler kültüre hizmet etme düşüncesinden uzak Nazım'lar, Veysel'ler, Fazıl'lar bir parçası konumuna geldiler üstelik bu tek twit'lik ilişkilerde(!) Şarkılar zaten hizmet ediyordu bu kültüre ama albümler, videolar daha bir canlılık kattı; paylaşıla paylaşıla, gün yüzü tutmamış günlere bile ışık tutuverdiler, iyi mi? Aşındırdılar Facebook sayfalarını, Youtube videolarıyla... "Sanatı" ordan alıp oraya yapıştırmayı öğretti en çok bu da(!) Müzikler bile tek infoluk aşklar üzerine üretilir oldu, o magazinde gördüklerimiz yazıyordu ya da söylüyordu pekçoğunu bir gecede(!) yaşayanlar hani çünkü. Biz de onları dinliyor, yayıyor, çoğaltıyorduk işte... Onların duyguları gibi, nasnasırlı, kaskatı yüreklerimiz oluverip çıkıyordu birden körelen ya da törpülenmeye yüz tutmuş, yarı meyilli duygularda... Müzik desen müzik değil, kitap desen kitap değil, film desen film değildi... Nasıl da başkalaşıyordu oysa insan, kendini bir an için soyutladığında bu döngüde. Filmlerin, dizilerin, şarkıların, kitapların, roman ve şiirlerin konuları da kahramanları da hep aynıydı, aynı fabrika malıydı, seri üretim... "Hızlı tüket hızlı yaşa hızlı öl"dü sloganı bu kültürün, acımasızca, zalimce ve kindarca... Slogan mı? Para üstüne bile dalga geçermiş gibi(!) Fark edemeden bu dünyadaki güzellikleri, çürüyüp gitmek bu kültürün içinde. İnsan mı? Köle gibi hizmet etti, üretirken de tüketirken de. Aşk törpüleşti, köreldi, nasırlaştı, silik ve soluklaşmaya yüz tuttu oysa bu devirde... İnsana özgü en masum, en yoğun ve en saf duygu, biçim değiştirdi, bir "monster" bir "freak" olup çıktı piyasaya! Her geçen gün yayılıyor üstelik, farketmeden. İşin kötüsü, farkedilmemeyi sağlıyor her kalpte bize dayatılan kalıplarla. Herkes biliyor bir şeyler ama bilmiyor sonuçta işte. Doğru iyi güzel herkeste var ama uygulamada yanlış kötü çirkin ağırlıkta... Çiçeğe duyulan sevgi değil, karşı cinse duyulan cinsel ihtiyaç olup çıkıveriyor bazen karşımıza aşk... Oysa aşkı yaşadıklarını sananlar da bilmiyorlar içindeki çıkar ilişkilerini ve maddi-manevi eziyete tahammülü ara ara... Toplumsal rolleri önünü kesiveriyor o aşklarının. Hani o destansı aşk yaşadıklarını sananlar var ya.. Onlara, onlara bu sözüm... Bir zaman sonra dönüp baktığında sorarım peki, hani "masum"du o aşk?!

Neyse dostlar, yazımın sonuna yaklaşırken bir çıkarımda bulunayım, bulunmak istedim daha doğrusu sizlerle. İster beni öncü seçin burada, başrol kılın; ister kendinize de pay biçin, birlikte paylaşalım... "Murat bir doyum eşiğiydi bazılarında. Zaten onlar bu yüzden ermişti muratlarına... 'Muradına ermek' bundan yola çıktı, deyim olmaya bulaştı sonralarında da işte... Bir şarkıdaki gibi hani; 'aklımı nerde düşürdüm...'deki o hayıflanmayı vurgulayan  bir yandan da şarkıya tiz mânâlı nağme katan o ünlem gibi işte. 'O ünlem benim!' dedirtiyor hayat sonunda bazılarına..." Özenciniz bu dünyaya özgü ve bu dünya kin ve nefret dolu, masumiyeti bastıran önüne geçen ve ona da bulaşan. O yüzden ancak ve ancak onun pisliğinde gark olmaya yüz tutmuş nefs ve arzular için değmez hiçbir şeye, bu dünyaya özgü olan hiçbir şeye... Yoksa yaşam herkesi ıskalıyor. İşine geleni ya da gelmeyeni değil. Bakmayın kazananlar ya da kaybedenler diye ayırdığına milletin! Yaşama suç atmaktan başka bir şey değil bu. Kendilerini temize çıkarabiliyorlar böylece ancak. Olmayan vicdanlarını rahatlatıyor pek çoğu bu şekilde... Yoksa yaşam herkese türlü tülü acı, çeşit çeşit sevinç sunuyor. Çünkü bunlarla dolu bir kutu. Iskalamadığı yok... Herkes çeşit çeşit acı çekiyor, türlü türlü gülüyor, keyifleniyor. Hı, yoksa moda ikonu olmakta ne var Allah aşkına! Saçlarını platin beyaza boyatırsın, alırsın geniş çerçeveli bir güneş gözlüğü, takarsın beyaz kumaş pantolun üzerine saç örgülü deri ekru bir kemeri, boynundaki fularla ahkâm kesersin, ona buna. Hepsi bu (!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder