27 Aralık 2012 Perşembe

Eski Çamlar Çardak Oldu Azizim!

Kime sorsanız, herkes memnundur çocukluğundan. Belirli bir dönemde yaşadıkları için değil, çocuk olduklarındandır bunun sebebi esasında. Bakmayın siz, "Bizim zamanımızda..." ile başlayan cümlelere... Her şeyin başı sağlık olduğu kadar yalan da olabilir bazen. Zira yalan sağlıklı kılar bazen. "Eski çamlar bardak oldu..." belirli bir yaşa ulaşmış kişilerin sözü olagelmiştir tarih içerisinde. Peki ya gençler kullanamaz mı bu sözü günümüzde? Elbette kullanabilirler, çünkü onlar da bir zamanlar çocuktular. Özlemle alakalı bir şey bu. Özlemek ise içgüdüsel. Ancak anlaşılmayan bir nokta var bu mevzuda. Bardak değil de çardak oldu sanki biraz. Değişime uğradı sanırım zamanla o da. Belki büyüdü, büyüdü, yaşı kemale erdi, hı? Çardak oldu ve insanlar üzerinde oturuyorlar. En sevdikleri faaliyetler bütünlüğü gibi, yapmak istedikleri tek şey ve çoğunlukla yaptıkları şey gibi. En sağlıklı ve en iyi yaptıkları şey gibi. Kendilerini en mutlu hissettikleri şey yani...

Eskilere gidelim mi azıcık? Şöyle bir seyahate çıkalım gelin, LCD TV ya da bilgisayar yerine küllüklerin, çöp kapaklarının olduğu otobüsler eşliğinde... Örneğin, çocukken kadrajı masum bir tebessümle doldururdum ama şimdi en muzır hallerimde bile kimsenin göremediği olgunluğu görüyorum fotoğraf karelerinde. Kimse keşfetmiyor bunu, bana özgü o olgunluk halleri. Olgun olduğumu çözseler bile hangi olgunluğuma ait olduğu ruh halini ben bilirim bir tek. Renkler daha pastel sonra. Ne kadar canlı-parlak olsa da o ruh halleriyle biraraya geldiğinde dengeliyor birbirlerini. Önceden asfaltta çizerek oynardık, şimdi klavye üstünde sek sek oynuyorum mesela. Yaptığım hobiler arasında yer alıyor, yazmak. Tıpkı şu anda yaptığım gibi... A'larım değişti sonra. İlk başta, yani a'nın çocukluğunda, titrek ve hayli büyüktü mesela. Sonra git gide küçüldü tam tersine işlercesine hayat sisteminin. Feleğin çemberinden geçmiş gibiydi. Büyümüş de küçülmüş hani. Çiçeği burnunda zamanlarında klavye "a"sına dönüştü elimde. Şapka giyerdi sonra rafa kalktı sonra tekrar devraldı kafasındaki konumunu ya da nöbetini. Önceden 3 kazak, bir standart naylon poşet kadar yer kaplardı sonra. Şimdi karton büyük torbaların içine sığıyor ancak. Bir cümle tek bir çağrışım yapardı kulakta sonra. En düz anlamıyla hani. Şimdi sekizbinüçyüzoniki çağrışım bile yapabiliyor, abartmadan... Parantezi gülücükle kapatıyorum şu aralarda. Oysa, eskiden hiç böyle bir âdetim yoktu. Bilmem, belki yüz ifadem yeterliydi. Saymacalarımız vardı sonra tekerlemelerden. "Çık çıkalım çayıra, yem verelim ördeğe, ördek yemini yemeden, ciyak miyak demeden..." Birilerini alırdık kendi takımımıza, birilerini elerdik. Ama o zaman o birileri de bilirdi, çünkü oradalardı ve sebebini anlarlardı böylece elendiklerinin. Şimdi belli etmeden eliyor birileri ve bunu kalp kırarak yapıyor çoğu kez, dönüp ardına bakmadan... Sanki bu oyun çok uzun sürecekmiş gibi... Hayat devamlı eliyor oysaki birilerini. Onlar asıl bunu bilmezler ki...

Geçmiş ve gelecek arasında çizgideyiz hepimiz. Ne bir adım daha yakın ileri geriye; ne de geri ileriye. Biz şu andayız asıl. Dünün geleceği, yarının geçmişinde. Dünün yarınıdır ya bugün, biz tam ortayız işte! Ona göre...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder