31 Mayıs 2012 Perşembe

Şiirin Özü / 3

"Hayat yalan olduğundan
gerçeklere hasret duyar...
Çok özlettirmemek lazım
gerçeği ona...

asıl, mutlak, hakikat..."                ç. kalem    Aralık '10

*Aşk yalan kimine göre kimine tek yöne giden "esas bir gerçek"... Aynı şekilde dünya ve hayata dair de aynı düşünceler söz konusu. Aşk, tabii ki, yalan dünyayı gerçek kılan... Yalan hayatı tek gerçek yapan, aşk... Anlamlandıran. Kimilerine yuva, kimilerine huzur, kimilerine terapi yapan o. Kimilerine iyi gelen işte! Kimilerinin de ekmek teknesi, binip gittiği uzaklara. Kimilerinin uzaklaştığı bir hayat var onda! Zira diğerleri gibi o da koca bir yalan! Kimi de yakar tüm gemileri, karşısına geçip izler. Bundan yarı haz-keyifle yarı hüzün-kasvetle mutluluk duyar veya acı çeker. Ama genel de gurur duyar! Onore olur! Vs. Yaşamaya değer denir ya hani, her şeye rağmen güzeldir ya hayat... İşte, bir rüya gibi düşünün. Akıp gidecektir, gördükleriniz yanınıza kâr, denemekten gelmemiştir size zarar! Aşkla da gerçekleştirirseniz zaten o dünyayı gerçek kılar, asıl olur, mutlak yapar...
Aşk her şeye rağmen güzeldir, hayata ve dünyaya rağmen... dolayısıyla aşkla hayat da dünya da güzeldir...
Aşk, muhabbet ve dostlukla,
Murat.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Aldat! İstediğin Kadar... Nereye Kadar?!.,

Sen hep gözümün içine bak olur mu?
Küçük sesli, dev yürekli sevgilim!
Faili meçhul aşklara kurban gitme sakın!
Yan kalbimde, acıtarak ama incitmeden...
Dök içini kaleme deftere, vur ama öldürme!
Yıldızlar gecenin olsun, ben kalbinin ışığı olurum...
Sen hiç merak etme!
Gökyüzü şahaplarla doluyken bir dilek tutar, muradıma ererim...
Kadeh şaraplarla doluyken ben anılarımızı yudumlar en çok seni içerim!
Ererim bir şekilde muradıma, sen endişe etme!
Başka kıtaları feth et kalbimden sonra, fatih de sensin fetih de!
Hevesini al başka nefeslerde, çal başka kalpleri hatta
Ama bilirim ki döneceksin gene!
Ben de mutlu olacağım başka hayatlarda, sen farklı diyarlarda...
Değirmenlerle savaş istersen tüm cesaretinle ama ben severim değirmenleri unutma!
Ne yöne döndükleri bellidir en azından, en başından!
Sonra gürlüğü, bereketi vardır belki başka adı da şimdi yazamam!
Ama dedim ya yazgın benim, kürkçü dükkanın...
İster hılt ol başkalarıyla geçirdiğim zamana, onlara kıl ol ister,
kıskan yanımdakileri...
Saygını ve beni değiştirmeden sevmeni,
Beni farkımla sevmeni sevdim en çok senin, en çok seni...
Dilerim mutlu olursun yanındakilerle ama bilirim bunlar geçici
Akıp gitse de yanındakiler zaman misali ama işte illa ki!
Hiç gerek de yok böyle oyunlara biliriz ikimiz de ya işte!
Mutlak son için böyle bi şey her aşkta gerekli!
Dedim ya bulamazsın, benim sendeki asıl mutluluk sebebi
Benim kalbinin asil sahibi!
Şiirin başında tuttuğum dileği söylemem şimdi de
Önceden olduğu gibi saklarım onu da, sevgimi de, sevgin gibi...
Çıkartmam günü gelmeden günyüzüne, saklarım güvenli bir şekilde,
"Yat dizime bak yüzüme" günlerine..!
ç. kalem                                                                         Nisan '12

*(Not: Yazıya düşme ihtimali duyanlar için başlıktaki 4 noktalamayı açıklama gereksinimi duydum. Kelimeler anlatsa da noktalamalar tamamlar ya hani ifadelerle cümleleri... Soru işareti mecburiyetten biraz da korkuya bağlı kaygı hissi ama ünlem her şeye rağmen mağrur ve hiç bir kaybı olmayan bir his ki soru'dan sonra oluşu da oldukça dikkat çekici! Şimdi de olduğu gibi... Nokta sanmayın her şeyi bitirir, bitirdiğini sanar genellikle, özellikle de burada olduğu gibi... Ancak virgülü atar ve devamı gelecektir illaki bir şeylerin. Bu da tükürdüğünü yalatır bir bakıma, hani aşkta olması gerektiği gibi!)
Sevgilerle,
Murat.

29 Mayıs 2012 Salı

Saç Spreyi ile Daha Bir "Sivri"!

Baharı yaşamadan direkt kışa ve yaza dalmamız bu senenin yeni trendi oldu mevsimler için, malumunuz. Bahar aylarını yaşadığımız şu günlerin yarı kış yarı yaz olması da her geçtiğimiz gün şaşırtıyor bizi. Özellikle gün içinde ne giyeceğimiz konusunda. Sanırım bi tişört ve yanına uzun kollu bi sweatshirt veya kapüşonlu almak en mantıklısı ama şemsiye olmazsa olmaz olmalı! Zira yağmurlu başlayan bir günü güneşle sonlandırabiliyoruz. Herkesin şaşırmış olduğu günümüzde havaların şaşırması da oldukça normal. Yadırganmamalı. Kıştan yaza girdiğimiz şu günlerde yazlıkların çıkmasıyla birlikte yaz meyvelerinin, güneşin, tatillerin, konser programlarının patikalı yollarda suna/selvi boylu endamıyla salına salına yürümesi söz konusu. Baharın kar taneleri olan polenlerin ortalıkta cirit attığı şu günlerde, alerjinin de boy gösterdiği, gribin catwalk yaptığı, podyumlarda kağıt bebekler gibi salındığı, cemiyet gazetelerindeki sosyetelerin çarşaf çarşaf sayfalarda poz verdiği, parsellediği günleri yaşıyoruz. Ve tabii ki yaz sıcaklarının vazgeçilmezi sivrisinekler… Sinir bozucu vızıltıları… Uykuların görünen kâbusu. Seslerin en yitik orkestrası! Tam uykuya dalacağınız ve uzun metrajlı rüyalar görebilitenizin en uzun olduğu gecelerin ucubemsi yaratıkları! Hani karanlıktan direkt ışığı açtığınızda birden günyüzündedirler ya şu zavallılar. Hani gözüne far yemiş tavşanlar gibi savunmasız! İşte onun fırsatçılığını fırsata çevirmenin alfabeden terse gidilme şeklidir onun zevki. Öldürmek çare değil kanımca. O size güzel yaz günlerinde kaşındırarak size işkence ettiği, o günleri size zehir ettiği düşünülürse süründürmek gerek! Zira o da sizi öldürmüyor bir bakıma. Dedim ya öldürmek çözüm değil. Süründürün gitsin o vakit! Son 6-7 senedir üzerlerinde uyguladığım yöntemi paylaşmak istiyorum sizinle. Nasıl süründürülür’ün tüyoları, ipuçları, püf noktaları. Hepsini yazardım ama en sağlam ve en genelgeçeri sanırım saç spreyi! Evet, varsa elinizin altında bir sprey sıkın onu yakaladığınızda. Kanatları birbirine yapışıyor spreyin yapıştırıcı özelliğinden. Sinekte yatıştırıcı etki yaratıyor. Güzel bir yöntem, sağlam bir metod. Kanatları birbirine yapışan sinek uçamıyor, cebelleşiyor. Sürünüyor yani anlayacağınız. Dolayısıyla ne ses kalıyor ne soluk. Zehirleniyordur da cıvıldak mahlûkat muhtemelen! Hem temiz çözüm hem garanti, hem de uzun vadeli. Onun size yaptığını yapıyorsunuz bir bakıma, vicdan rahat bu yüzden. Galiba birebir etkili ve kesin çözüm. Sağlaması tamam, hali hazırda bir yol. Ayrıca ekonomik. Saç spreyi ile sivrisineklere ölüm! Hadi şimdi rahat uyuyabilirsiniz, ne kabus ne karabasan... Varsa yoksa de-de-de-detan! Deneyin, yanılmayarak göreceksiniz. İyi denemeler.
Rahatlık dolu günler,
Murat.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Hatlar Yoğun Sanırım... Çelişki üstüne çelişki!

Bilmem ki bedava sirke baldan tatlı mıdır yoksa ucuz etin yahnisi kara mı?! El elden üstün müdür yoksa el elin eşeğini türkü çığırarak mı çağırır veya biri gelse şimdi kapıdan içeri, iyi insan mı olur yoksa çomağı mı hazırlamamız gerekiyor. Ben bulamadım bunların cevabını. Yumurta tavuk-tavuk yumurta korelasyonu gibi.. Bir kilo pamuk mu ağır, bir kilo demir mi sorusu gibi  tongaya düşürüyor belki bir yarışmada ikinciyi geçersen kaçıncı olursun kadar basit ama söylemi zor belki de çok gezen mi bilir çok okuyan mı sorusuna cevap verecek kadar göreceli... Kim bilir? Ben çözemedim dedim ya. Galiba deneyimler "evet" ve "hayır" gibi iki taraflı çıkıyor ve iki taraflı yaşanıyor çoğu kez. Neticede tek, kesin bi cevap alamıyorsun. Hayat bir öğrenme süreci... Sen ise, mütemadiyen öğrenci. Öğretmen olsan da çok şey var öğreneceğin, kendini geliştireceğin. Doktor, avukat, subay veya mühendis olmakla, mezun olmakla bitmiyor bu iş. Deneyimler oluyor hayat okulunun dersi. Sınavlar bazen üst üste yapılıyor bazen "pop quiz" şeklinde, birden. Apansız, amansız, zamansız. Sınıf alabildiğine geniş. Birçok arkadaş var. Kimi arkadaş, kimi sokaktaki insan( tanımadıkların, selam vermediklerin), kimi özel kimi sıradan. Bazen kumaşlara benzetiyorum insanları mesela. Kimisi tül gibi hafif ama ağır duruyor, cezbedici. Kimisi aba kadar kalın, kaba, yontmakla, pul sim sırma işlemekle de olmuyor, güzel duramıyor işte... Kimisi amerikan kadar ucuz, riyakâr fazla değişken. Kimisi saten gibi ışıltılı, biraz kaygan biraz keyifli. Kimisi tafta gibi fazla yanardönerli iki renkli, çift kişilikli! Kimisi kadife hem ağır, olgun hem kaliteli, zarif. Ama herkese göre de bir değil bu insanlar çoğunluk sevse de temastan nefret edenler oluyor sanırım... Herkes dokunamıyor tabii... Kimisi ekoseli, biraz masumane, çocuksu, sempatik biraz fazla darbe yemiş, pötikareli, yaralı... Kimisi şifon, kimisi, dantel, kimisi naylon, penye, pamuklu, elastikî... Gibi gibi. Bilmem katılır mısınız, bu benim düşüncem ve önerim biraz da. Ama hayat bu ironisi sağlam atasözleri gibi göreceli. Tekerleme, bilmeceler gibi çözülmesi güç. Galiba biz bunlara dolanmaktan fazla yaşayamıyoruz. Hani yaşamak var, yaşamak var ya. Fazla dolanıyoruz yumaklara, bi de üstüne labirente sokuyoruz kendimizi. Sanki çıkarız elimizle koyduğumuz gibi. Biz dolanana, dolaşana kadar geçiyor zaman da haliyle. Bazen mücadele yoğun bir savaş alanı gibi oluyor bazen gülistan lalezarlar aralanıyor. Kimileri erişiyor zafer noktasına bu zaman diliminde kimisi doğru yolda varacağına yakın kaybediyor. Kimi başından beri yanlış yollarda, kiminin doğru yönü tarif edeni, rehberlik edeni yok, kimi yanlış olsa da doğru yoldan gittiğini savunuyor. Böyle bir tavanın içinde kavruluyor insanoğlu. Yağını da, tuzunu da kendi belirliyor bir bakıma. Ama tatlı, ama tuzlu ama sası. Dedim ya göreceli bu da. Kim'in ne'yi sevdiğine bağlı... "Midede hepsi karışıyor nasıl olsa" diyenler bile var! Eh, ne diyelim o vakit... Bir gurmemiz bile yokken!
Afiyet olsun, afiyetle...
Murat.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Şiirin Özü / 2

"Şiirin Özü" bölümümüzün sırası geldi yine... Geçen haftaki ilk bölüm en çok okunan genel sıralamada dördüncü oldu. Umarım bu da beğeninizi kazanır ve kahvenize tuz atmaz, yudumlarsınız bol köpüklü bir keyifle...

"Güzellik geçici,
Aşk geçici,
Ömür geçici,
Hayat baki...

Nasıl bir sert orantıdır bu?!"            ç.kalem '11

İyi haftasonları diliyorum,
Murat.

25 Mayıs 2012 Cuma

Uyku Tatlıdır, Tatlı Rüyalar...

Uykudur, düzeni bozuk günlerimizin imdadına koşan... Çoğu zaman can sıkıntısından uyuduğumuz kanaatindeyim. Depresyon başlangıcıdır aynı zamanda, bilirsiniz. Gene de ninni söyleyen olsa fena olmazdı hani hayat, daha bir çekilirdi heralde. Söyleyenin verdiği güvenle daha bir rahat uyurduk, daha bir huzurlu olurdu uykumuz. Uykui baldan tatlı olur genelde. Bir seyahatte gelir bazen, bir deniz havasında, bir güneş altında ağaca kurulu bir hamakta buluverir bazen bizi. Bazen derste, bazen sıkıldığımızda sohbet arasında! Evet, telefonla konuşurken bile gelir iletişim esnasında! Bazen gözlerin hareketliliğinden kapanıverir gözler, yorgunluğa yoktur tahammülü, istihareye çekilir. Bazen sinsi bir düşman gibidir! Karda yürür, izini belli etmez! O kadar çok severiz ki uykuyu genelde... Ne baş üstünde vardır yeri ne kalp üstünde! Varsa yoksa baş yastık üstündedir kalp yorgan altında! Hayatımızın her anına taşırız uykuyu. Bazen akşamdan kalmayızdır. İçki kaçmışsa fena, bazar bütün günümüzü. Bazen uyuyamayız öyle veya böyle. Problemler, günü muhasebeleri, başka alemler.. Takılıverir, tam da uyku vaktinde! Bazen işe geç kalırız onun yüzünden, bazen derse... Ama bir de önemli bir randevu veya toplantı varsa ve o gün başlamışsa, gün boyu değilmesin o günün keyfine1 Ne hareket ne bereket varsa yoksa geçer hakaretle, küfürle. Siniri küfürde buluruz. Öfkemiz geçer onunla... Öyle zannederiz ya hani bazen. O ayrı bir muhasebe! Saat çalar kapatırız. Saati uzağa koyarız gerekirse kalkmak için. Ama o, o kadar tatlıdır ki, kalkıp tekrar yatarız. Hele bir de uzun günler uyuyamadıysak bulur o günü işte! Yeme de yanında yat sonra! Sorunlar, sıkıntılar, kederler.. Hepsi bir an dağılıverir. Hayattan koparız geçici bir süreliğine... Belki de rahatlatan odur! Uykuda malumunuz ruh bedenden ayrılıyor. Ruhlar alemine gidiyor. Eğer sahibi olduğu bedene geri dönmezse gerçekleşiyor uyku ölümleri... Belki hani ölmek istiyoruz ya bazen, uyku geçici bir çözüm oluyor bu işe. O yüzden seviyoruz belki de. Ama sevdiğimizin yanında uyuması ayrı tabii... Sevdiğimiz biriyle uyumanın tadı bir başka. Çocuklar o yüzden alır ya hani en sevdiği oyuncağı kucağına. Güven verir, gecenin karanlığını alır, renklendirir, uykuyu renklendirir, rüyayı rüya yapar, akılda kalan son etkidir. Gece aşılanan korkuyu onda medet arayarak geçirir. İşte, o küçükler büyürler. Kocaman olurlar. Ya yastık alırlar bu kez yanlarına ya da sevdiğini alıp bir yastıkta kocaman olmaya devam ederler. En kocaman! Koca-man! Koca adam yani. Tamam, gene sardım işi makara kukaraya sanırım. Yeter! Peki! Çünkü güveni veren odur, bir bakıma kahraman. Onda bulur geleceği, onda hisseder en büyük duyguları. Uykuya bile onunla gitmenin tadı apayrıdır bu yüzden. Dedim ya hayatın her alanına taşırız uykuyu. Ülke olarak hastasıyız zaten! Politika, sanat, ticaret ve bilumum muhtelif alanlar hep uyku kokar... E, olsun o kadar artık canım! Neticede stres yoğun bir hayattır yaşadığımız! Uykuyu da bulaştırıveririz yüzümüze gözümüze. Bir ara takıntım vardı, uyuyanların gizlice fotoğraflarını çekip uyandıktan sonra gösterirdim kendilerine, uyku hallerini... Hediye ederdim o fotoğrafı sonra da. İşte, bir nebze ayna gibi, yaşamdan kesit gibi. Görmediği şeylere tanıklık ettirirdim bir derece, ikimizin de hoşuna giderdi, kimi karelediysem. Sanırım kepenkler kapanıyor bugünlük benim de. Sizinde şayet öyleyse,
İyi uykular herkese..!
Tatlı rüyalar, renkli kesitler eşliğinde,
Murat.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Kitaplarla Ucu Kaçmış Diyarlarda!

Her okuduğum kitabın ruhumda bıraktığı iz kadar benim de kitaplarda bıraktığım izler var... Kimisinde, yemek arası okuduğumu belli eden, sandviçten bulaşmış bir mayonez izi; kimi gözyaşlarımla ıslandığı için kuruyarak gevremiş, kimi yağmurda benimle birlikte ıslanmış; kimi seyahatte otobüs ikramı yediğim bisküviden dökülen susam/çörekotu/çikolata parçacıklarıyla sayfa aralarına doluşmuş ciltle bütünleşik bir dolanış içinde, kimi ders esnasında aldığım küçük notlarla şekil almış ve bir o kadar post-it'lerle renk renk bezenmiş anekdotlar içermekte kimi eskilerin anılarıyla çizilmiş küçük kalpler içine yerleştirilmiş başharflerle dolu, deli dolu lise çağlarını yaşıyor. Bazıları anaç bi ruhla gayet olgun, solmadan kurutulmuş leylak ve gül yapraklarıyla dolu bazıları haşarı bir çocuk gibi muzurca saklanmış yumuşak silgi tozu uzantılarıyla... Bazıları babacan tavırla okunmuş olsa gerek; bıçkın, meydan okuyan, kat'i sözlü, "eyvallah" çeken bir kahraman yaratılarak çizilmiş sayfa kenarlarına. Bazısı mutfakta, sokakta, yatakta hesabı sanki. Bazısı toy, öğrenmeye muhtaç, bilgiye aç bir öğrenci hayat boyu. Bazısının tecrübesi yaşını geçmiş, görmüş geçirmiş, ol'muş, eleğini asmış bir tavrı var. Kimi kokulu mendiller arasında, bazısı kokulu kâğıtlarla ilkokul çağlarında, kimi kelimeleri hecelere ayırmış kimi uzun cümleleri bir lokmada yutmuş bunların... Kimi cümlelerde dolaşırken belli ki maziye gidilmiş, geleceği görmüş, umut etmiş, hayâle dalmış, dalmış ve çıkamamış çoğunda... Bazı hikâyelerin altı çizilmiş, kimisinin üstü, bazısı eksiltilmiş kimi çırpılmış, çitilenmiş, silkilmiş... Kiminde ise renkli kitap ayraçları var telli duvaklı, kiminde yaylı renkli böcükler mevcut bol kahkahalı... Kiminde selvi boylular dolaşmış belli ki, kiminde bacağı benliler, kiminde renkli gözlüler olsa gerek, kiminde masum birtakım düşler... Haykırışlar var burada, başlamış "merhaba" diyen hayatlar, çekmiş gitmiş çoğu zaman arkasına bakmadan, "elveda"ya muhtaç kalmış hatıralar... Ayrılışlar var burada, devamı gelmemiş el emeği hediyeler, bir selamla yetinip avutulmuş son bakışlar... Her kelimede aşk arayan bir gönül var, her cümlede umut bağlayan bir yürek, kalp ağrısı var burada umut sancısı, kiminde pazarlanmış hayatlar... İpliği çıkarılmış yaşantılardan kesittler de mevcut ama hep dalgası geçilen plâtonik aşklar da... Aşkın bir çeşidi o da sonuçta biz de aşıksak alırız her türlü sayfalara... Bunlar benim kitaplarda bıraktıklarım. Onların bende bıraktıkları.. Kitapların bendeki anılarıysa bambaşka! Onlar düşünce olarak, hatıra olarak, hayal olarak çıkıyor sahnelere, "karşınızda..." denmeden çıkıyor hem de. Bir çırpıda! Tek celsede! Tek oturumda! Ayrı bir tatta. O daha ulvi, daha manevi, zaman alıyor, emek yoğun, sevgi derbeder, serseri... Yalnız insanlara kattığım anılar her birine daha bir değişik özellikle. Hepsi ayrı kıymette. Bu çift yönlü bir iletişim. Monolog gibi görünse de uzak... Bu bir etkileşim... Etki'leşim bu. Biraz başka'laşım. Biraz tepki'leşim biraz da ileti'şim işte!
Cümleler yanıbaşınızda olsun, kitaplar başucunuzda,
Zaman ayakucunuza götürse de onları, yetişin istediğinizde ki olsun etrafınızda, yine de dursun elinizin altında!
Murat.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

"Maskemi Taktım, Sürdüm Boyalarımı, Giyindim En Süslü Yalanlarımı..."

Pazar hariç her gün bu saatlerde rutine bağladım sanırım. Biliyorum, farkındayım. Bu saatte yazımın duvarına düşmesini fark edenlerin de olduğunu bilmiyorum değil. Tüm desteğiniz için teşekkürle başlamak istedim bugünün yazısına... Sanaldan çok gerçek yaşamda aldığım tebrikler daha bi hakikat tabii bana, daha manidar, teşekkürler tekrar ve takrar ve tekrar...
Bugün de konumuz sağlam biraz sanırım. Hani şu hayat koşullarında "sallanırım ama yıkılmam!" havası taşıyan bir imaja bürünmüş adeta. Evet, bilmiyorum bu yazı ne kadar hak değer olacak ama nafile de olsa yazmak istedim bunu da. Deşmek, didiklemek... Dünya ya yüzsüzlerin ya da ikiyüzlülerin azizim! En kayda değer şartlarda bile durum böyle. İster hayati olsun ister memati! İsterse peri padişahının kızı olsun! Umurunda değil, insanoğlu. Çiğ süt emmiş bi kere! Herkeste var bir oyunbazlık, bir şeytanlık... Herkeste bir maharet, binbir marifet. Bol gani kabiliyet! Ne mutlu! "Yeter" desen de yetinmeden habersiz gönüller. Gönül aç-yoksul, gönül gün görmüş ama kanaat etmez, gönül haberdar ama bihaber! İstersen mırıldan " Tak etti canıma, bu maskeli balo!" diye güzel bir şarkıyı.. Dola diline gün boyu. En azından yalnız olmadığını hissederek motive et kendini ya da ne bileyim işte öyle farzet, zannet, avut kendini ninni'li bir şekilde... Yüz güzeldir insana ilk verildiğinde. Zaman yorar yıpratır ama kalbin yansımasıdır o, kesinlikle. Güzelleştiren sizsiniz. Hayata bakışınız. Her şey elbette düz değil. Çekilen sıkıntılar elbette herkeste. Gülüşünüz, karakteriniz her şey aynanızda veya yüzünüzde işte! Tüm kalbinizin dışavurumu... Kimileri tüm doğal güzelliğyle çıkarır onu ön plana, kimileri saklar kilit vurur kilit üstüne. Kapalı bir kutu, gizli bir mabet, sırlar dolu. Kimisi de nötr'dür, hissettirir zaten. Nötr ve doğal grubu içindekini yansıtır bir şekilde. Esas sorunumuz diğerleri olsa gerek. Hani şu kendi karakteri dışında karakterlere bürünüp bunları hakkıyla sergilediğini sanıp kendisiyle övünen gereksiz özgüven sahibi şahıslara. Esasında onlar öyle zannededursun kendilerini, belli bir zaman sonra rol aldıkları karakterlerle kendi karakterleri arasında sıkışıp kendi karakterlerinden ödün vermeye başlıyorlar. İşte, şans o zamanlarda denk geliyor bizlere! Bu insanlarla tanışıyoruz, görüşüyoruz, bir gün iki gün, bir yıl sonra muhabbet koyulaşıyor, derdimiz oluyorlar, sırlarımız. İçimizden biri oluyorlar, tüm samimiyetimiz, sempatimiz... Sonra birden onların da farkında olmadan çıkıveriyor gün yüzüne içindeki "ucube"! Sanırım doğru kullanım oldu burada bu arada(!) Onlarda farkında değiller elbette durumun, zira bunu düşünecek kadar derin olamazlar bu tiplemeler! Neden tipleme dediğimi zaten artık gayet iyi biliyorsunuz! Sığ düşünüşlere sahip bu insan müsvetteleri (sonuçta kendileri yaratıyorlar ya kendi rollerini, bir bakıma karalama yapıyorlar taslaklara tabii, yaratıcı zeka!) yatsıda sönüveriyor. Durumla karşılaşan garibim de dumurla haşır neşir oluyor tabii... Ondan sonra atar'lar gider'ler başlıyor haliyle! Arkadan vuranlar hani, azıcık damardan girip arabeske bağlayalım. Riyakârlık böyle bir şey! Bazıları da rolleri fazlalaştırarak üstesinden geleceğim sanıp kendi karakterlerinde bölünme yaşıyorlar. Sonuç: Karakter Bölünmesi! Çift Kişilik! Kişilik Bozukluğu! Tabir seç, beğen, al. Diğer insanları kandırmak uğruna yapılan çevresel unsurdan bireye patlayan ama kişinin kendi aradığı, kendi kendine davetiye çıkardığı, kaşınılan durum aslında! Bazısı da hiçbir şey yokmuş gibi davranır hani. Yapar ve unutur. Ne özür bilir ne yol yordam! Etrafımız tehlikedir vesselam! Bir Funda Arar şarkısıdır, dinleyenler veya sevenler bilirler. İlk albümlerden birinde olsa gerek. "Maskemi taktım, sürdüm boyalarımı, giyindim en süslü yalanlarımı, Bir yüzüm gülerken gizlenir öbür yüzüm, Kimse duymasın içimden ağladığımı..." Bu biraz masumiyete kaçıyo sonuna doğru! Ama inanın bunu yapanlar bu kadar masum değiller! Düşünceleri masumane değil bikere! Dediğim gibi, tehdit etrafta. "Tehlike var, çanlar çalıyor!" Ajda'nın da dediği gibi... O zaman hepimiz takalım bi maske, oynayalım bi rol. Galiba insanın kendini oynaması en zor rolü hayatta. Zira senaryo elimizde! Oyunu oynamakla görevlendirilmişsek hakkıyla yapalım. Zaten herkesin rolü ayrı. Ne gerek var yapmacıklığa! Ama bunlar da olmasa nelerden bahsederiz bilmem(!) "Başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin!" ile noktalamak istiyorum Tarkan yorumu ve Sezen sözleriyle... Galiba en güzel mesajı şarkılar veriyor bu konuda!
Muhabbetle,
Murat.

22 Mayıs 2012 Salı

Taşı Taşı Aşın Ama Yine de Taşın!

Ben onun izlerini taşırım üstümde,
O benim anılarımı taşır...
İkimiz de sevgisini taşırız birilerinin,
Kağıtlar duygularımı taşır...
Beni taşıyan dostluklar da oldu tabii
Çoğu bir dostluktu kâsede arta kalan
Sular seller gibiydi ezberi hayatın yaşıma
Ben başka rakamlarla kafasını karıştıran...
Ezberbozandım başka dünyalarda bilen bilir
Dünya yükümüzü taşır...
Aşklarımız büyüdü biz sevdikçe
Anılar zamanımızı taşır...
Hayat taşıdıkça ağırlaşır
Hayat hepimizi taşır...
Bazen bırakıverir yüzüstü
O zaman da tatlı tatlı kaşır...
Sev dünyayı ki yükü azalsın,
Ya sen de çal çırp, aşır!
Düşünme, pervasız ol azıcık, ne var?!
Nasıl olsa birileri illaki taşır...
ç.kalem

Galiba taşınmak iyi geliyo bazen insana. N ebileyim işte, başka hayallere, başka insanlara, başka kalplere, başka hayatlara... Hı, baktınız yeriniz dar geldi veya beğenmediniz iş başa düşer ve yine taşınırsınız! Emin olun, ne can sıkıntsı kalır, ne ruh daralması, ne psikolojik bozukluk(!) Hani, ilk yazılarımdan biriydi ya tebdil-i mekan. Galiba asıl tebdil-i mekan bu. Yer değil, hayat-hayal-insan. Mekandan kasıt bunlar olsa gerek. Ve emin olun, taşınmaya değer bir yer bulana kadar denemekse işin ayrı tadı, tecrübesi. Bir hayatta saplanıp kalmak yerine, başka hayatlarda başka kişilerle başka şeyler yapmak yılmanın önüne geçsin ve kendiniz belirleyin, belirleyici olun. Taşınmak zaten her şeye değer... Tadı ise ayrı bi güzel...
İçtenlikle,
Murat.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Şiirin Özü

Bu kadar uzun yazıların arasında arada bunu yapmak iyi oluyor sanırım. Dinlendirici.. Lütuf ediyorum size(!)
Bu sefer ki de ayrı bi tatta.. Umarım beğenirsiniz. Kısa ve özlü bölüm sizlerle...


"Yanımda ol ki çoğalsın anılarımız..."


Saygılarımla,
Murat.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Hayat Kırıklığı

Hani hep bahsi geçiyor ya hayatın zorluklarından... Ben de hep söylüyorum ya yaralı insan yoktur diye şu hayatta! Aynı hayat genelde olumsuz şeyler taşıdığı için taşlanıyor genelde. Güzel gitse de "inişli yokuşlu" diye bir tabiri var bu memleketin! Her şey düz gitmiyor işte bu şekilde. Bir Ajda şarkısı gibi yaşıyor gidiyoruz. "Hayatta her şey senin istediğin gibi olmuyor..." Tam cümle sonuna gelince gene başa gidiyor yavaşlanıp birden hızlanarak. Ve "Aynı Nakarat"ta buluyor kendini! Gönül yorgunluğu, iş yorgunluğu, vücut yorgunluğu, beyin yorgunluğudur gidiyor bakalım, gittiği yere... Kadar ulaşıyor bazen bazen de ulaşmadan yüz üstü bırakıyor seni! Kalıyorsun öylece ortada. Dımdızlak, yapayalnız çoğu kez. Bazen kırık bir çerçevede yaşatıyoruz kendimizi, bazen içli bir plak şarkısında bazen videolardaki eski kayıtlarda. O biziz! Kendimiz, kendiniz! Yüzleşiyoruz seneler sonra, bilmediğimiz kaderin oynatıp hayatın bizzat çektiği bir sahne arkasında! İzliyoruz kendimizi. Ciddi oyunculuğumuza ya gülüyoruz ya da gülüyoruz! Tıpkı sahne arkasındaki kaideye uyar gibi! Bir kare de yetiyor bazen anı hatırlamaya bir uzun metraj da bazen hatırlatmaya. En detaylıca ama özetini geçiyor sadece, hatırda kalanı. Farkındalık yaratanı. En çok sevileni. En çok haz duyulanı. Bazen de en acısı. En yoğunu. Duygunun, düşüncenin en kalabalığı, gürültülüsü, uzun namlulusu! İşte, hayatın kendisi gibi... Ya basma entarinin üstündeki dallı güllü çiçekler gibi renk renk, sıcak. Ya yamuk dizgili, eksik baskısı bir kitap içeriği gibi gürültülü, anlamsız, sıkıcı. En iyisi kendi kameranızdan, kendi kadrajınızdan bakmanız. O zaman daha bi huzurlu oluyor ama hayatın elinden alması zor tabii bu süreçte! Zorlu bir mücadele bu. Güçlü bir rakip. Sıkı bir heyecan. Ezeli karşılaşma! Hani fotoğraflarınızda çıkan tanımadığınız insanlar gibi. Çıkmaya gayret gösteren ama naparsa yapsın dikkate alınmayan bir şekilde müdahale görürsünüz sıklıkla. Sıkılsanız dahi bırakmamanız esastır bu uğurda! Tamam ya... Bu yolda! Vazgeçmek yok zira o sizi aldı bikere lensine, objektifindesiniz. İllaki çekecek. Ama çekerken de çektirecek. Pozu siz içinizden gelerek değil, o söyleyecek! Sizin içinizden geldiğince çekinmeniz için onu saf dışı bırakarak otomatiğe alıp hatta hem çekin hem çektirin! O yokken daha güzel olacak sanırım! Dedim ya bu işe bikere bulaştıysanız kaçış yok! O sizi nerde olursa gene bulur! Retina kodundasınız artık1 Bulaştıysanız artık çok geç! Bulaşmadan korkmadan buluşmayı deneyin kendisiyle. Bir ziyafet çektirin, hesabı da ona ödetin hatta sonunda! Sonra zaten masadan ayrılacaksınız! Ama doyup doymayacağınızı da siz belirleyeceksiniz tabii... Masanızda olması gerekenleri de elbette! Sohbet konusu, muhabbeti yönlendirecek sizlersiniz. İster buruk bir tat, ister bol kahkahalı, ister vefalı bir yemek olur bilemeyiz... Size bağlı. Yemeğin tadı ve sohbetin tadıyla anılacaksınız sonrasında! Sahip olduğunuz sizi siz yapacak, öyle anılacaksınız! Müzik, dans hepsi sizin. İster kullanın ister kullanmayın ama o bir fırsat tabii size sunulan. Size verilenlerle ne kadar yapacaksınız? Budur önemli olan. Ama en çok anılarınız, anlarınız, anlatılarınız yaşatacak sanırım sizi. Varsa katkılarınız, yoksa baktılarınız.. Her biri geçip gidecek nasıl olsa. Ama en çok masadaki haliniz işte!  Bulaşmadan önce iyisi mi bir düşünün illaki bulaşılır zaten öyle veya böyle ama zamanı gelmeden düşünerek hareket etmekte fayda var tabii.. Dedim ya zor kurtarırsınız paçanızı. Öyle veya böyle yoracaktır, hırpalanacaksınız ama ödün vermeden, tavizsiz, strateji geliştirerek ilerlerseniz sorun olmayack! Meyvesini pudra şekeri eşliğinde yiyeceksiniz bir cam kâse içinde! Biliyorum, kafayı kırmadan çıkılmaz bu yola... Ama zamanla her şey değerini yitirir. Zaten geldiyseniz illaki orijinali gibi olmayacaktır hiçbir şey. Madem eskiyeceksiniz o vakit, hakkını verin! demeye getirtiyorum lafı. İstediğiniz şekilde bir yaşam olsun sizinkisi. Çiçek çerçeveler içinde hoş, latif, edalı... Ya da biraz daha mekanik ya da fazla iddialı... Dedim ya siz belirlersiniz her şeyin en güzelini de siz bileceksiniz!
Hayat zorlu maraton.. ve bu maratonda zafer kazanacağınız güzel maçlarınız olsun ki
İleride dönüp baktığınızda büyük bir keyifle izleyesiniz!
Sevgiyle,
Murat.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Ama Gittin...


Hiç bizi düşünmüyorsun değil mi
varsa yoksa başkalarıyla dolu akıl
ama kızamıyorum da unutmazsın beni de
arada sesin iyi geliyor güne…

ararsın…
deli de ister ama bir iç konuşma bu
belki de bir iç yüzleşme kendimle baş başa
ararsın… ama gittin… bu kaldı akılda
beni sen teslim ettin başka hayatlara
beni unutsan da bunu hatırla!

sevdiğini söyle milyonlarca kez, defalarca
isterse kalbin aşkımdan patlasın
özledim de kesmez artık bu da bu saatten sonra
hasretin dinmez belki ama gittin!
As fotoğraflarımızı her yere bayrak gibi
dağıt anıları savur farklı köşelere
ama gittin.. biliyorsun aslında bak hatanı
sevsen de boş öpsen de nafile…

sor herkese sor ara önüne geleni
bakalım beni bulabilecek misin onlarda
bir o kadar da kendini
sevdiğini söyle, haykır bağır çağır milyon kere
özlediğini söyle ama gittin itimadım yoktur kelimelere

sus istersen saklan ister gizli yaşa beni
bırak kimselere duyurma yine ama gittin
nazımı sana geçirirdim çoğu kez belki ama
adını ansam da nafiledir, çoğunda bittin

ne canın ne yanın ne anın kaldı bende
ilişkinin heyecanını yitirdi bu seferde
bir sormazsın bile acı çekiyorum
yüreğim yanıyor ama gittin…

artık sadece adın var, doya doya yaşa onunla
beni de sakla onlara aman sakın duyurma
ister her gece bir dilek tut benim için
ne umurum kaldı ne umudum, ağzınla güvercin yakala!

sen de başkalaş, ister işin düştüğünde arar
ister tek düşüncen çıkarın olsun hatta
Benim sen de olan aşkımı zamanla erittin
aktı düştü yere silmedin ama gittin!

istersen bana bağla tüm yaşama garantini
ister bana indeksle her şeyinle her şeyini
ama yok ihtiyacım sana… ama gittin
ondan sonra da zaten sevgiden öteye geçemedim

İster mum tut karanlığa ister ışık ol yoluma
ister ışık tak, dola eline koluna
bittiğini söyle ama gittin
zaten bitirmesen de ben çoktan bitirdim

aşkın eridi söndü umudu yitirdi bende
sev beni milyon kez sevdiğini söyle… ama gittin
ne dostluğuna muhtacım, ne vefana ihtiyacım
kalmadı şu saatten sonra nafile çok geç kaldın!

ister dolaş gezin ister takıl etrafımda
istersen sırra kadem bas karış kayıplara
gözümün içine bak milyon kere… ama gittin
dönüşün zaten yok ben de olmayacak bundan sonra da.

sev, delir, ye, iç, delir yine sev ister
yat yanımda yemeden, yatmadan önce yanına her gece
sevsen de far etmez, terk ettin… ama gittin
o an gitmeseydin buraya gelmezdik belki de

ister sevmekten öldür beni ve kendini, ister kurşun sık
ister boğ ya da at kayalıklardan hatıraları ve bizi
depresyona sok istersen yaşamı zindan ettir, süründür, daha şık!
ne gemiler yakıldı ne kayıklar batırıldı ne de yatık!

öp, kokla, sev, okşa ister sus satır satır
ister oku takip et, istersen anılarında yatır
ninni söyle, şiir oku yatırmadan önce ama gittin
masalı zaten okumadın yaşattın, sadece diğerlerinden sonu farklıdır!

 kapıyı arala ister aşkı içeri al buyur et ister
ister ayaküstü iki cümle muhabbet et
zaman ayırma, zaman aman aman
sevsen de terk etsen de dokunsan da ama gittin.

susa aşka, ister yaşa dolu dolu
ister mutlu ol, daim olsun bir ömür boyu!
acı çekiyorum dinleme sen beni boşver
sen de herkes gibisin yoktur sana ayrı kefe

her insan kaderini kendi yaşar
kendi yerini kendi hazırlar başka hayatlarda
sen yalnızca tanıdın renk kattım hayatına
zenginsin artık buydu tek isteğin
yüreğim yanıyor ama gittin…

avazın çıktığınca bağır, haykır sevgimi göklere
aşkın yanmış kül olmuş sen git sebepsizce
arama bundan sonra nedeni yok nasıl olsa
bir ara haber verirler gelirsin cenazeme!
ç. kalem

Sevgiler,
Murat

15 Mayıs 2012 Salı

"Demode Aşklar"

Bilmem ki en pahalı aşklar kaçadır bu mevsimde... Hani, aşkın manevi duygusunu kaybettiği, tamamen her şeyin çıkar odaklı yürüdüğü bir devirdir bu devir. Böyle mi düşünürsünüz? Evet, haklısınız aslında biraz da. Çocukluğuna inilmesi gerektiğini düşünüyorum aşkın. İlla ki bi yerlerde bir pürüz bir çatlak bulunacaktır. Aradan suların sızdığı, yemenin içmenin aynı yere gittiği bir yerde bir derin oyuk olsa gerek. Çalışılsa üzerinde mutlaka çıkar, kesin bir yerlerde saklı. Kocaman, derin bir oyuk olduğu için pek saklanması da mümkün değil aslında. Hani filin ağaç arkasında saklanması gibi, komik. Ama o kadar sevimli değil sanırım. Neticede kalbin içinde değerli bir şeyin çalınması bu. Bir hırsızlık vakası!


Belirli bir kalıp içine girmiş sonra aşk günümüzde. Hem satılık, hem tekdüze. Bir de üstüne demode mi demode! Demodeyi açalım isterseniz azıcık. Basmakalıp gibi, fabrikasyon malı, hep aynı model aşklar görüyoruz ya hani etrafımızda. Hani birbiriyle özentili, son derece fesatlık olan. Gösteriş meraklısı kişilerin aşkı bu! Gösteriş yapan aşklar. Saraylara layık(!) Bunlar caddede, sokakta, her yerde. Vitrinlerde sunuluyor adeta. Kol kola geziyorlar. Hani kalpleri olmayan, sadece bedenden ibaret, ruh da yok haliyle. Tıpkı cansız mankenler gibi. Giydirilmiş salınıyorlar piyasada. Ama el ele, meşk ediyorlar..! Son 5 yılın trendi! Özellikle bu yüzden demode. Ancak korkum şu ki bi 10 sene daha giderse böyle, vay halimize. Kot gibi klasik haline gelerek yadırgamaz olursak ve biz de üzerimizden çıkarmazsak. Eyvahlar olsun! Ey vah'lar... Yoksa kottan daha kötü, daha rüküş bir şey bu! Yakışmaz hiç bir şeyle, üstüne uyduracak bir şey de bulamazsınız. Zordur tamamlaması, toparlaması. Uyumsuz. Çok da çirkin ayrıca, hiç de şık değil. Lezzeti de yok, doğallığı da... Ne naif gösterir sizi, ne zarif. 15-20 kilo ekler üzerinize üstelik. Gereksiz bir yük! Bunlar üzerine şiir de yazılmaz deneme de! Başka bir şey ne de... Zira deneme tahtası üzerine hiç deneme yazmışlığım yok, umarım da olmaz!

Seneler öncesi yazdığım bir şiiri denemeleştirdim sanırım bugün. Sevdiğim, sevilen bir şiirdi. "Demode Aşklar"dı bu. Bilmem yanlış mı düşünüyorum. Ben sadece gözlemlediğimle karşınızdayım.

Mutlulukların en güzeli üzerinize yansısın,
Murat.

Önyargılar Üzerine Önlük...

Birini tanımadan önce yaptığımız bir şeydir. Bir olayda birinin tepkisine geliştirdiğimiz bir şey. Bir olaya karşı bakış açımızdır çoğu zaman. Bir değerlendirmenin sonucudur aslında. Bir gözlem geerekmez, tanımak ve bilmek sonra... Sadece duyum almamız yeterli etrafımızdaki herhangi birinden. Sanki o çok doğruymuş gibi! Hiç yanılmazmış gibi, hiç hata yapmazmış gibi.. Güvenir gideriz bir şekilde. Evet sadece duyduğumuza inanan bireyler olarak toplumca bu yargıyı kullanmaktayız. Yargının öde gidenini! Hep öncüyüz ya tüm konularda! Bu da eşlik eder hayatımıza işte. Önyargılar... Hiç ortası yoktur hayatta genelde tüm şeylerin. Ya her şey mükemmeldir ya da berbat. Böyle koşullandırırız her şeyi de. Mükemmelse yeri vardır, berbatsa yoktur yeri hayatımızda. Bir şey ya vardır ya da yok. Ama neye göre, kime göre?! Bunu hiç düşünen yok tabii. Hep kulak arkası, hep göz ardı... Bir süreç ayırmayız ona, der geçeriz bu böyle. Yargısız infazını keseriz, biletini. Yol aldırmaya bayılırız. Yargılar hüküm verir, hükmederiz yani. En sevdiğimiz şeyi. Egomuzu tatmin ederiz böylelikle(!) Hani özgüvenimiz tavan yapmıştır, en gereksizinden. Yargılamak tanımaktan daha kolaydır çünkü. Kendi kalıplarımız vardır herbirimizin. Örneğin, duygusal insanlar daha uyumlu, her şeyi oluruna bırakan, olaylara karşı pozitivist, daima güleryüzlü, pasif ve çoğu zaman başarısızdır, beceriksiz belki de; asabiler, çabuk parlayan, her şeye muhalefet, uyumsuz, sözünü geçiren ve becerikli kişilerdir. Bunlara yani genel yargılara, bu kalıplara oturduğu zaman tamamdır, iş bitmiştir. İnsan sarrafıyızdır. Genellemeye bayılırız çünkü, kolaylaştırır her şeyi çünkü, Gruplar, kısaltır, kolaylık sağlar. Tembelliğimize birebir uyuşma gösterir, RH pozitiftir her zaman. Elimizin altında! İnsanları kendi kalıplarımıza oturttuğumuz sürece "iyi" tanırız. Önyargının önde gidenidir bu aslında. Uymayınca da bu kalıplara onlara yıkarız tüm suçu. Hem suçlu hem güçlüyüzdür yani bir de. Öfkemiz onlara değil aslında. Tamamen kendimize! Kendimizi "insan sarrafı" sandığımız için, hiç yanlış yapmayacakMIŞ GİBİ görüp, egomuzu tatmin ettiğimiz için bu düş kırıklığı. İnsanları oldukları gibi sevmek.. İşte tüm mesele bu esasında!Oysaki herkesin kendine özgü belirli bir artısı eksisi vardır elbette. Duygusal ama muhalefet, sinirli ama sabırlı ve aynı zamanda mütevazi de olabilir birey. Olduğu gibidir. Her çeşit insanı tanımak yerine, bize zenginlik katması açısından bile(kendi çıkarımızı düşünürüz ya her zaman, bunda da düşünelim istedim(!)) onları tanımadan el altından aba göstermek niye? Onları tanımayıp karalamak, hemen üstüne çizmek neden? Her insan değerlidir. Mevlana, Yunus Emre niçin çok sevilmişlerdir, herkesçe, her kesimce, hiç düşündünüz mü? Herkes mükemmel olmayabilir ama vardır mutlaka bir artısı. Vardır hayata bir katkısı. Kimse önemsiz, gereksiz, değersiz değildir. Ama hep söylerim ya hani, kararınca, ucunu kaçırmadan, fazla da zorlamadan, yerli yerinde, ölçüsünde...
Şimdi sizi gereksiz özgüveninize bağlı olarak salıyorum meydana, ön yargılarınızla başbaşa bırakarak. Bir ön muhasebe yapmayın, vicdan muhasebesi hele hiç! Hep tekdüze yaşamınızda bırakın basmakalıp insanlar olsun, öteye taşınmayın, ileri gidemeyin. Bunu mu istiyoruz yoksa?! Bence bir set çekilmeli önyargılar üzerine. İçimizden gelse bile önyargı, ona karşı mücadele verecek bir şey olmalı! Onu giymeliyiz ki koruyalım kendimizi. Yoksa amansız bir hastalık bu. Hiç bir şey için geç değil.. her zaman belirttiğim gibi. "Zararın neresinden dönsek kârdır" büyüklerin söylediği gibi.  Düşünün ve tabii ki karar sizin! Işığı ben tuttum, yolda siz karar kılın!
İçtenlikle yaşayacağınız bir gün olsun bugün...
Murat.

13 Mayıs 2012 Pazar

Yaralı Şiir


Sen gittin...
Ben yaslı, gözü yaşlı
Sureti midir bilmem elimde kalan hatıraların nerdedir aslı
Çok uzun oldu ikimiz de geçmişte kalalı
Tamamı neşeli şiirler, artık yaralı…

Sen gittin…
Ben yaslı hayat akalı
Ben gönül arzusu kapalı, varalı o yollara aralı
Çok uzun oldu sen arkamda kalalı
Bir zaman aşkla yazılan şiirlerin hepsi yaralı…

Sen gittin
Ben yaslı, gönül yaşlı
Olgunlaştı ruhum duruldu, bu yollara sapalı
Çok uzun oldu biz geçmişte kalalı,
Sana yazılan şiirlerin tümü yaralı…
Senden geçen şiirlerin hepsi yaralı…
Senden geçen yolların hepsi kapalı…

Çok uzun oldu zaman bizi geçmişte bırakalı
Sana yazılan şiirler de kaldı mı yaralı…
Çok uzun zaman oldu seni arkamda koyalı
Sana senden geçen bana da var şimdi bir yaralı…
ç. kalem

Saygılarımla,
Murat.

... ... ...

Cuma gününün telafisi olsun ve gelsin bir şiir çatlak kalemden...


Bana aşık olmanı o kadar çok isterim ki
Beni en derinine almanı, sarmanı, saklamanı, korumanı
içime almayı isterim seni, içimde olmanı
ve en doğal, yapmacıksız, biz olmayı
hiç çıkmamanı isterim oradan, ilelebet kalmanı…

Bana aşık olmanı öyle bir isterim ki
Hayatında olmayı, anılarımız olmasını birlikte bir şeyler yapmayı…
uyurken izlemeyi, gülerken dokunmayı, omzunda uyumayı
ve en masumane, hayat dolu, biz olmayı
içimde olmanı ve hiç çıkmamanı isterim işte, sözümüzle yaşamayı…

"Ne başlığı var ne kapişonu ne şapkası bu şiirin, 
 herkes kendinden bi şeyler bulsun diye...
 yalınayak, şeffaf ve ince..." ç. kalem '12

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Emeğin Kutsal Kraliçeleri: Anneler

"Dünyanın en güzel duygusudur" anne olmak. Hatta kişiye "kutsallık" katan sıfat olarak karşımıza çıkar. Hani her görev kutsaldır ya esasında topluma hizmet veren. Bu ayrı bir kefededir, bambaşkadır aslında. Anne olmak, bir insanı manevi anlamda yarattığı için kutsaldır! Var eden Allah, devam ettiren süreçte anne destek sağlar çünkü. Dedim ya sadece eğitim değildir onun görevi, şekillendirmek, insan ihtiyaçlarını karşılamak, belli bir zamana kadar kendine mesul tutmak ve ömür boyu zimmetlemek aslında. Yersin anne yedirir, senden önce o düşünür, giydirirken bile en zevklidir, üzüldüğünde tek destekçindir. Başkadır anne olmak. Anne olmayan bilemez belki ama paylaşılan hissi karşındakine geçiveririr, öyle ya da böyle. Erkek veya kadın. Cinsiyeti yok bu işin. Feminenliği maskülenliği de. Çünkü en dominant kadın da anne karnından çıkar, en kabadayı, maço erkekler de. Zaten ben dünyada kimsenin sert olmadığına inananlardanım. Aslında yok öyle vahşi, mücadeleci kişiler. Herkesin var bir buruk tarafı, kırık kanadı. Hayat herkesi yıpratır zamanla. Ki insanoğlu yapısı gereği duygusaldır illaki. İstediği kadar realist olsun. Vardır mutlaka bir zaafı! Annelik.. Kadına bahşedilen en güzel hediye. İnsandan insana atfedilen en güzel motive. Duygu başka, duygunun paylaşımı bile bir başka çünkü. Bir ödev düşünün baştan aşağı sizin emeğiniz var. Sizin için ne kadar değerli olur, ne kadar kıymetli.. Gerçi karşılıksız bir sevgidir bu. (Bu arada "karşılıksız aşk yoktur" diyenlere de kapak yapalım. Zira aşk her şeye duyulan sevgidir. Aşk evrenseldir. En geniştir. İllaki birini sevmek değildir. Toplumca yanlış infaz verilen bir karar oluvermiştir adeta aşk. Aşk bu kadar basite indirgenmemelidir. Zira dünyadaki varlıkların en zenginidir o!) Karşılığını ödevinizden alamazsınız. Ancak şimdi bir insan olsun bu. Bir ödev veya herhangi bir şey değil. Ve bir kere daha düşünün bu kez. Bir kere daha... Bu sefer karşılığı vardır sevginizin illaki. Emek insandadır ve o insandan başka bir insana emek vardır. Başka bir insana.. Böylelikle sürüpgiden bir bayrak yarışıdır. Emeğin en güzel sahibidir anneler! Anne korur, kollar, tespit eder, takip eder. Varlığını hissettirir. Hani bir söz vardır ya "4 kişilik bir ailede 3 dilimlik bir pasta varsa 'Ben pasta sevmem' diyen tek kişidir anne." En fedakardır, en düşünen, en anlayışlıdır. "Hastalanmış isen ve yanında annen varsa hastalığın bile keyifli olur." dedirtendir. Nazın ona geçer sadece. Gerisi yalandır. Hatta tezimiz de vardır şu dünyada ondan yana. "Ağlarsa anam ağlar, gerisi sadece playback yapar!" Kadındır önce, sonra anne. Onlar kutsaldır, görevini layıkıyla yaptığı sürece. ve çoğu zaman da yaparlar. Genelde örnektirler. Çünkü sadece doğurmak değil, bu sadece bir başlangıçtır sürecin. Bunun o da farkındadır. Çünkü "anne"dir. Herkese nasip olmayan bir şey. Emeğin geçtiği adrestir. Doğrudan şaşmayan, düşünceli, anlayışlı... Yüreği o kadar geniştir ki, o kadar derin. Başka çocukları bile sahiplenir. "Anaç" ruhlu olmakl başka tabii. Yalnızca kadına özgü değildir bu. Bu kadar sığ bir düşünce tarzından ibaret değildir esasında. Erkek de olur anaç ruhlu elbette şu dünyada. Çocuklarına bakan, koruyup kollayan babalara dır burada sözüm. Öyle veya böyle nedenlerle annesi olmayan ama onlara annelik yapan babalara hani. Kutsal ve geniştir annelik. Bir misyonun daha bir ötesinde. O ayrı kefededir. Bambaşkadır duygusu da yaşattığı duygu da. Onların günüdür her gün esasında. Bu kadar engin bir vazife bir güne elbette sığmaz. Ama mademki toplumca bir gün ayrılmışsa ona özelce. Kutlu olsun tüm annelere. "Bütün dünyayı başına yıksanız, o küçücük yüreğiyle yeni bir dünya kurana KADIN; cehennemlik olsalar bile, çocuklarına cenneti ayağıyla götürene ANNE denir." Bu kalıp bile yetersiz kalmaktadır çoğu zaman. Kalıplara sığmayacak kadar derin, içten, sağlam bir sevgiyi içine alan bir duygudur. Evrenseldir. Geniştir bu yüzden, Sığmaz, taşar dolayısıyla. Tüm annelerin ve anne adaylarının anneler günü kutlu olsun. Ve bu yazıda onların yaptıkları kadar gerçekçi olmayabilir belki ama içten duyguların yankısıdır, bir hediyedir kabul buyururlarsa.
Tüm annelerin, bu kutsal görevi layıkıyla yerine getirenlerin anneler gününü kutlarım!
Küçükken büyüyen ve çoğu zaman birlikte büyüyüp, olgunlaşan kocaman yüreklerine,
Sevgilerine,
Sevgilerimle,
Murat.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Akşama Fincan Böreği...

"Fış fışş kayıkçı, kayıkçının küreği, hop hop eden yüreği, akşama fincan böreğiii!!!" Nasıl bir ruh halidir bu diyecekseniz yanlış adrestesiniz! Şimdiden söyleyeyim. Demedi demeyin sonra. Evet, adıma yeşil çalanlar olur, kara çalanlar olur. Hoş, siyah her şeye yakışır ya. "Murat"ta da şık durur! Filan feşmekan... ya da bu saatte belki de keş mekan! Ayh, tamam sustum en iyisi. Fazla şımarmadan...

-Hoplama Zıplama Gönül-
Seni sordular geçen gün içime,
Parçalı bulutlu dedim.
Tembihlemiştin, "aman fazla bahsetme!"
Ben de üstü kapalı "iyi" deyip geçtim...

Tükenir gönüller, tükenmez kalem
Yorgun, deliler, kalpler erimez!
Bitkin savaşçı ve ibret-i alem
Terk-i diyar etse de yine de değişmez...

Anlatır derdini "çatlak kalem", halince
O hal ki hal midir tavrı boyunca
Kıvrılır bükülür zevk aldıkça!
Yine de halini sorana söylemez...

Sudan sebepten ağrıdı yüreği çoğu kez
Dinmedi sızısı, inledi tarumar, keşmekeş
Sevgi asıldı, seveni sıkıldı, suyu içildi beleş mi beleş!
Sevda dağlarında gezer durur bizim su ve ateş!

Kez, defa yok söyledim binbir kere!
On tekrar geç üstünden, ezber yarım kalır bi kere
Köri sosu, defne otu, sabun köpüğü her yere
Bağırarak konuşanın ağzına acı biber sürülse...

En derin yaralar açar hiç umulmadık an
Derbeder olur çıkarsın savruk kavruktur zaman!
En temelini kur ki düşüp sarsılmasın yalan
O zaman hayatta da aşkta da kazanırsın, yılmadan, yıkılmadan!

Dedik ya aşık olmak meşakatlidir, kerelerce...
Gönül oyun sansa da yanmıştır ağzı bi kere, durur boş boğazlığa!
Ey insanoğlu! bazen bu kadar çiğ mi olunur, bu kadar mı razı
Saatlerce konuşsam da yine bir şey anlatmadım gelir...

Seni sordular geçen gün içime,
Sağnak yağışlı dedim.
Tembihlemiştin, "sakın fazla söz etme!"
Ben de üstü kapalı "aşk" deyip geçtim...

Gününüz değerli kılınsın, aşkınız baki ve daim olsun.
Murat.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Konser Öncesi, Esnası, Sonrası Yapılacaklar Listesi!

Konsere gitmek adettendir. Arkadaşlar toplanır bir gün varsa dinledikleri birileri. Ya dinletiye giderler enstrümantal, klasik, opera, müzikal. Ya konsere. Konser fiyatları düştükçe rağbet artmakta, bu artan taleple birlikte insanlar da abarmaktadır. Ama birtakım şeyleri yerine getirirseniz bu durum çekilmezlikten çıkıp mutlu sona erişecektir. İşte, konser öncesi esnası sonrası yapılacaklar listesi!
*Yanınıza bir adet giyilmemiş veya hak edişe göre son reddede (giyilmiş) top şekline getirilmiş iki çift çorap. Renkleri fark etmez! Tercihen kırmızı! Pek bi yakıştığı için. (Şarkıya eşlik etmeye çalışan civardaki tırmalayıcı sesler için)
*30 faktör güneş kremiyle birlikte bir çift şipidik terlik. (Belli bir müddet sonra alanı benimsediğiniz ve eviniz gibi hissettiğiniz için)
*Çaydanlık takımı, içinde çayı, kaynamış suyu, şekeri ile birlikte. (Arzu edenler için kahve, cappuccino veya espresso da olabilir elbette.)
*Tuzlu çekirdek, tuzlu fıstık, soslu mısır.. vazgeçilmezlerimiz! (Etrafta insan kılığına bürünmüş hayvanatlar için tuzlu fıstık atmak ideal!)
*Patates püresi ve tahta kaşık. (Tam sizin istifinizde, sahneye 12 kala olur bu genelde, çocuklarını veya eşşek kadar (eşek yazıldığını biliyorum, vurgusu olduğundan..) arkadaşlarını omzuna alarak sahneyi kapatan, kayıtlara görüntü kirliliği veren şahıslar için daha sağlıklı olduğu düşünülen tahta kaşığın içine patates püresi konularak her püre alışta daha sağlıklı atışlar gerçekleştirmek için.
*Konser alanının açılışını yaparcasına, görevlilerden önce gelerek, 4-5 saat orada takılan ve sanatçı geldiğinde o en ön sıralarda yer alıp da bununla övünen ve konserin genelde başında olmak üzere ortasına doğru da ama en eğlenceli yerinde kalabalığı yararcasına geçip varış noktasına ulaşan şahıslar için azimli hareketlerine öncelikklee bir alkışşş!!! Sonra da bu hareketlerinden dolayı bir pff..lama, bunaltı mimikleri, ayh çekmeler eşliğinde bir adet toplu iğne! Her geçene batırmak kaydıyla...
*Fotoğraf makinesini omuzumuzdan uzatarak o canlı konser anını tarumar eden bireyler için de bir adet gazoz şişesi! Napılacağını onlar daha iyi bileceklerdir sanırım!
*Önceden topuk altınıza yapılmış ayarlanabilen yüksek platformlar ( Boyunuz ne kadar uzun olursa olsun ihtiyacınız var.)
*Kalça hizasına içinde yalnızca bir defter veya kitap koyduğunuz yumuşak kumaş dokulu bir çanta (Kot, bez, kadife çantalar tercihimiz. Vücut şeklini alması bakımından yumuşak. Neden gerekliolduğunu daha iyi anlayacaksınız!)
*Konser sonrası yüksek sesli kulaklıklara sahip bir walkman veya cdman, mp3çalar, İphone, cep telefonu-müzik destekli. Çivi çiviyi söker hesabı, gürültünün devamı için ve istendiğinde kapanması açısından kulaklar şart, gerekli.
Konsere gitmek bir marifet, gidiş ve dönüş macerasını çekmek bir kahramanlık! Niyetine girmek bile olağanüstü hal ilan edilmesi, insanlık için büyük bir adım. Adabımız orada da devam ediyor. Her kesimden genci görebiliyorsunuz. Kekan, kırmançi, komançi, barza, apaçi, ciks, tiki, queen, twink, lazanya, lubunya, emo, gotik... gibi her çeşiti bol gani! Değişik kültürler tanımak adına! Bir gidin, n'olur...
Sağlıklı gülüşler ve dayanıklı gözlemler,
Murat.

8 Mayıs 2012 Salı

"Tazı kaç, tavşan aç..."

Duydum ki özlemişsiniz. Hissediyorum en güçlüsünden! Tamam öyleyse bugünlük serüven bir ömürlük serüven aslında. Bazen yorgun kalmış, bazen üzgün durmuş kimi zaman hırpalanmış uzuuunn bir hikaye... Herkesin yarası vardır bir kavramdan. Kimi özlemden, kimi dosttan, kimi aşktan. Herkesin vardır bir derdi. Kimi kırık bir düşten kimi ketler vurulmuş yoldan kimi yazdan kalma aşktan. Kanunlar yalnızca düzenlemeler için mi vardır? Her şeyimiz düzgün de bi onlar mı yamulmuştur mesela. Asimetri hastalığı mı var bizde? Yoksa başka sebeplerden mi intikal ediyor, başka "mazeretim var, asabiyim ben!"ler mi büyüyor gittikçe içimizde var olması gereken aşk yerine?! Öyle ya da böyle hayat akıp geçiyor işte! Zaman su, olaylar fırıldak, senaryo dönek, insanlar fingirdek. Yuvarlanıp gidiyoruz işte... Tavşan yener, aslan fener! Bir mücadele! Binbir şekilde..Her güne bir olay, her güne bir hadise. En kötü bir iş.. En acı bir anı bile yetiyor bazen günümüzü düşündürtmeye. Bazen mahvetmeye. Bazen de pert edilmekte üstümüze yok. Kezban'lık diz boyu, titrer Şaziye! Kelimeler uyumlu, dizilir yan yana. Geliverir bir tümce. Anlamdır bitince! Fareden korkar kedi, titrer karınca martı üstüne, kaçar balıklar, ağları görünce. Nidaları yankılanır boş avluda, çocuk sesleri doluşur "Aç kapıyı bezirgan amca.." Yağ satar bal satar, el elin üstünde kimin eli var? Ali baba saatin kaç dersin, güzellik mi çirkinlik mi havuz başında heykellik mi? der geçer. Soruna soruyla cevap verir. Bir de üstüne alay eder. Dökülür kızıl güller ak tene, yanar gönül hareler içinde. Balık hapı yutar bağlamaya bağlar, derdi büyüktür sevgisi ağlar. Aşkın öteki açı tek düelloluk maç. Dostluk kazanır her yanı taç. Olmazı olur bu kez dünya ters döner. Nutku tutulur hayatın, iflahı söner. Zaman tek yön'lü bir sayaç. Tazı kaç, tavşan aç. İyi geçer temennisiyle kalktığımız her sabahta ve iyi geceler olan her akşamda bir yenisi daha ekleniveriyor, ummadan, umulmadan. Yaşanıyor geçiyor nihayetinde ama bazı şeylerin de izi kalıyor. Bırakıyor işte. Günlere de bırakılıyor böylece. En eşsiz zaman. Çünkü bir anın bir anı yok!Bir var bir yok. Birdaha ne yaşanıyor o an, ne geri geliyor, ne gelirlken haber veriyor. Sadece el sallayıp gidiyor işte öylece. Elini kolunu sallayıp gidiyor. Sinir bozucu, delisine susamış, isyankârca gidiyor... Aşk anlık bir duygu. Yaşayabilen o anı aşık işte. Aşık her şeydir bu sayede. Zenginler zenginidir böylece. Dostsa tamamlayandır seni. Eksikliklerini giderendir, eksikliklerini giderdiğin. Aşk vardır ona, özlem vardır. Kıymeti varlığında bilinmeyendir, yokluğunda hissedilen en derinden. Ama gene de yokluğunu hissetmeyi sezgileyip varlığıyla zenginleştireceği anların gene de kıymeti bilinmez! Yine de en naçizane anlarda bir husumete dönüşüverir hayat. Çabalar durur, çıpınıp azgın dalgalar arasında. Ama bilirsin ki sıkıcı hayatta bir iki muhabbete ihtiyaç vardır, bir iki güzeel söze. En çirkin sözü bile iltifattır, çünkü içini dışını bildiğindir dost. Onun üzerine kuruludur dünyası, pembesi, laciverti. Yıldızları yakar her gece. Söndürür gizlice. Haberin olmaz, ruhun duymaz, bir anne gibi örter üstünü, öper tek bir buseyle. Kıymetli. Alnından ve sessizce gidiverir ama aklı sen de. Ne yapıyor diye kalır aklın, sen de bilirsin ki kalıcı değildir ruhani yanın. En süslü sanatlı cümlelerde kaybolmanızı ümit ediyorum bu kez. Şaşaalı, bol yaldızlı geceler olsun hepinize. ve yeni güne ay dedenin kıvrım noktasında uyanarak birilerince serilmiş o pikeyi kaldırıp üstünüzden işe koyulmadan önce düşünceleriniz olsun ki ayık başlayın yeni güne!
İyi günler, mutlu yarın'lar...
Murat.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Gölgede Kalmış Aşklar İçin...

Kısa ve öz yazmak istiyorum bugün sadece. Sanırım yeterli olacaktır... Vaktinizi almak istemem bugün. Gelin dizelim kelimeleri yanyana...

"Sen beni değil, ben seni sevdim.
Sen benim sevgimin yansımasıydın sadece!"

Çatlak Kalem'den sevgilerle...

6 Mayıs 2012 Pazar

Siyah Her Şeyle İyi Gider...

Bir dönem yağlı boya ile uğraşmıştım. Bilirim renklerin derinliklerini, karışımlarını, çağrışımlarını. Aradaki tonaj farkından oluşan isimlerini, ciğerini bilirim bir rengin. Bıraktığı etki muazzam her birinin. Bende de bizde de... Ne dersiniz?! Bu yüzden araştırmıştım renkler üzerine de bunları bilgi olarak kullanacağım aklıma gelmemişti doğrusu. Camgöbeği, tukuvaz mavisi, zeytuni, fuşya, nili... Hepsi de birbirinden etkili. Onlar bile insanlar gibi. Doğalarınca canlı ya da dinginler. Pastel tonların bundandır daha çok durgunluğu, hüznü çağrıştırması. Canlı renkelerin, fosforik renklerin ise daha enerjik daha dinamik olması. Bundandır bu sıcak soğuk ayrımı. Şu renk şunu anlatır bu renk bu renk budur, demeyeceğim size. Bunu biliyorum ama uzmanı kadar engin bir derecem yok, bana da düşmez zaten, okuyanlarının yanında. Aynı şekilde ağaçlar ve çiçekler deki anlam da öyle. Bugün tek bir renk üzerinden gideceğim sanırım. Bilirsiniz renk değil aslında, bir leke. Ancak halk ağızında öyle süregeldiği için, geleneği bozmayıp böyle adlandıracağım ben de. Kara bir leke bu. Renklarin kralı! Renklerin asili! Her rengin karışımı. Vardığı son nokta. Ulaştığı son durak! "Her şeyle gider siyah..." Uyumlu mu demek istenir sizce burda! Ben biraz daha derinine inmek istiyorum. Bilmm, derin dedim ama açıklamadan sonra derinliğine siz karar verirsiniz. Bir "boy verirsiniz" artık! Siyah elbette her şeyle gidecek, gitmek zorunda. Çünkü her şey siyah şöyle bir kendinizi soyutladığınızda. Yaşadığımız dünya için böyle en azından. Renklendiren, renk katan sizlersiniz elbet bu karanın içinde. Tuvale renk çalan sizlersiniz, palette tüm renkleri oynayan, karman çorman eden, bazen yaratıcı tonlar çıkaran bazen rengi üstüne döküp bir çuval inciri berbat eden yine sizlersiniz! Siyah vazgeçilmez, siyah bir ekol. Siyah çünkü bu! Her şeyde biraz siyah var... Her yerde siyah var... Bir sen bir ben bir de siyah! Siyah tüm renklerle iyi gider, çünkü tüm renkleri yaratan sizsiniz ama illaki bir nokta büyüklüğünde de olsa siyah mevcut! Hayat siyah. Karamsarlık değil bu, kötümserliğe sokmaya çalıştığım filan da. Ama gerçek böyle. Çünkü gerçek=hayat=siyah. Siz her rengi yaratabilirsiniz hayatınızda ama bir renk kalır geriye mutlaka! Sİyahtır o. O zaten vardır. Sizin çabanıza mecbur değil. Umrunda değilsiniz çünkü. Ama her insan biraz sever. Niye büyüktür o. Atadır, renklerin atası. Olgundur, bu yüzdendir asaleti. Acının kendisi olduğu için her renge yakışır. Çünkü acı olgunlaştırır insanı, o yüceltir, o asaletli kılar kişiyi. Pembenin çocuksuluğunu alır, sarıyı adam eder, kırmızıyı kendine çeker, beyazı dost bilir yanına en saflığıyla. Her renge "ne olursan ol gene gel" der çünkü. Evrenseldir onun uyumu. Tescillidir tüm asaleti. Her rengin karışımı olduğu için siyah, ondan kurtuluş yoktur. Bu yüzdendir her rengin ona erişimi. Çünkü her şey o'dur. Siyaha varır her şey. Siz renginizi seçin belirleyin ama siyah var illaki bir yerlerde. Ondan nefret etmezsiniz işin garibi. Bir sevgi vardır ona, hakiki. Acıyı veren o, gene ciddileştirir sizi tonlarına büründürterek. Sertleştirir, vamp'laştırır. Acı çektirir ama acıyla güzelleştiri. Bunun kafasını yaşar o da! Amacına ulaşır çoğunda da.Dedim ya her engi sevebilirsiniz ama onun yeri ayrı. O var illaki bir noktada. Olmasa da ya olacaktır ya bekliyodur kapıda, ya yolda... Kıyafetlerde, mobilyalarda, her şeyde olduğu yetmiyormuş gibi özellikle tercih ederiz biz de. Çünkü içten içe severiz. Acıyı seveniz az çok çünkü. Yapısında var insanoğlunun. Bu yüzden yadırgamayız. Devamlı tercih ederiz. Gene de kaçamak da olsa siyahla yaparız. Aklımız ondadır gene. O yüzden elimizin altındadır genellikle, çok uzakta değil. Siyahı severiz. O bizi bulur zaten her yerde her şekilde. Öyle ya da böyle. Siz başka renklerde deneyin kendinizi ama illaki olacaktır o. Sizi takipte, sizi izliyor bir yerlerde. Gecenin karanlığında, iç giysinizde, belki de içinizde. Paletinize bir sürü renk alın...
Ama unutmayın, o içimizde!
Olgunlaştırır, güzel yapar, ulaşılır...
Siyah her şeyle gider. Siyah her şeydir çünkü.
Renkleri denemek sizin elinizde ama onun yeri ayrı, başka bir yerde.
Siyah o seçtiğin rengin bile karışımı. En son soluk o. Son durak. Renklerin atası.
Gecenin renginde, kalemin içinde, gölgenin üstünde, bazen bulutlarda, bazen duvar renginde...
O her yerde ve olduğu yetmiyormuş gibi bazen tercihlerimizde. Dedim ya karşılıksız sevgi bu!
Kopamayız ondan. Kara sevda bu! Kara yazımız belki de. Kara yağızımız...
Kara gözlümüz.. kara kaşlımız... Alın karamız belki de yüz karamız!
Siz başka renklerde deneyin şansınızı, o elinizin altında. Siz aramasanız bile o bulur sizi.
En azından bildiğimiz kadarıyla bu dünya içinde. Kara'msarlık değil bu! Yanlış anlaşılmasın. İçinizi kara'rtmak niyetinde değilim. Kara bir bahttan bahsederek yüreğinizi dağlamak gibi bir niyetim de yok. Ama gerçekler böyle, gerçekler acı, acı ise hayat, hayat da siyah zaten. Bilginiz olsun isterim...
Hepinize renkli hayaller, renkli günler ve renkli  rüyalar şimdi.
Öpücükle,
Murat.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

"Bir Yer Ara Gönlümde Yunus'a Yakın..."

Güne yeni başlarken yazmaktayım bu satırları. Duydum ki aşıklarımdan birinin haftasıymış bu hafta. Elbette Yunus Emre'nin. Bir Mevlana severim, bir Mimar Sinan, bir de Yunus Emre'ye gönülden bir bağım var, en derininde yüreğimin. Bir de Caravaggio ve Leonardo Da Vinci vardır hayranlık duyduğum. Her neyse.. Yunus'tan, Yunus gibi yaşamaktan, O'ndan bahsedelim, şiirlerinden, felsefesinden. Yunus Emre'deki yürek nasıl bir yürektir. Bazen düşünüyorum insanları, insanlığı. En ufak şeyden rahatsızlık duyuyoruz. Ya bir isyan geliyor arkasından ya kötümserlik ya karamsarlık...
Sabır enginlik ister oysaki, zenginlik olur sana döner yine sonucunda da. Şükür en büyük asalet! Tüm insanlığa ayrım yapmadan "gel" demiştir o da mevlana gibi. "Yaradılanı sevmiştir, Yaradandan ötürü..." Nasıl bir sevgidir bu, nasıl bir düşünüş şekli. Ne kadar ince, nasıl zarif, bir o kadar da naif... Dokunsa kırlır gönül sanki, o kadar şeffaf o kadar düzgün o kadar dürüst. Yalansız, katıksız, katışıksız bir sevgidir bu. Dolambaçsız, çıkarsız, kaygısız, kuşkusuz. Engin, derin, içten, samimi. Herkesi kucaklar Yunus. Kalbinin genişliği kollarındadır adeta. Kalbinin nuru yüzünde. Güzelliğinde. Sözleri o kadar saf, duru ve açık ki. Kalbin zenginliği, içtenliği, derinliği bu kadar vurur ancak kağıda, kaleme. Pazar günleri yazmıyordum, bilenler bilirler. Takip edenler... Ancak bugün onun için sarıldım. Geçmeden günün ucundan yakalamaya çalıştım. Ancak ne kadar söz söylesek de, ne kadar yazsak da boşunadır boşuna! Çünkü hiçbir his sığmaz böyle binbeş yüz satıra... Bazı duygular ve düşünceler anlatılmazlar ya hani. Öyle bir hayranlık bendeki. Öyle bir aşk! Gönülden, içten, en derinden... Yunus'u Yunus gibi yaşamaya çalışıp da başaramamak... Ancak Yunus'a kocaman bir sevgi beslemek. Yaptıklarına, yazdıklarına, mesajlarına. O kadar anlamlı, o kadar özel ki hepsi, her biri satır satır bir hikaye, bir tecrübe, bir ileti... İnsanlığa, sevgiye sadakate, her şeye... Nasıl olmaz ki böyle değerli bir değere kalpten sevgi beslemek. Emel Sayın'ın küçüklüğümde çıkmış bir albümünden şarkı vardı, o zamanlar çok sevdiğim. Yunus Emre'yi bilmiyordum belki. Şarkı hareketli de değildi hiç. O yaştaki çocukların pek dinlemediği bir tarzda hani. Sözleri tamamen okuduğum ve idrak ettiğim yaşlarda, sonradan öğrendim. Yunus Emre'ye idi bu şarkı! Çok severdim.
 "Bir yer ara gönlümde Yunus'a yakın...
  Dünyanın Malına Aldanma Sakın!
  Misafiriz Burada Kurulma Sakın!
  Kim Yer Bulmuş Burada Unutma Sakın!
  Bir Yer Ara Gönlünde Yunus'a Yakın..." diye devam ederdi müziğin içinde sözleri... Pek bir severdim.
  O'nun da benim için özel olan sözleri var. Bunları da paylaşmak istiyorum sizlerle.
..
"Söz ola kestire başı
Söz ola kese savaşı
Söz ola zehirler aşı
Yağ ile bal ede bir söz"
***
"Gelin tanış olalım
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz"
***
"Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil"
***
"Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni"
Sendeki yürek ayrı, sendeki anlayış öyle. Sensin yaşamanın adı. Bendeki sen daha bir ayrı... Yunus'a.
Zenginliğimizsin sen, iyiliğimiz, güzel tarafımızsın hep güzelliklerle anacağımız. Bu yazı Yunus Emre içindir. Aşığından... Kalbinden. Az olduğunu bilse de sevgisinin bunlar yanında, bile bile. Allah'ın dostuna, selam ile...
Onun yeri özel, aşkı da... Bu da O'na özel bir yazı olsun istedim sadece.
Güzel yüreklerinizden dökülecek temiz ve düzgün dileklerinizin gerçek olması ümidiyle
Gül ağacına adağınızı bağlamayı unutmayın, duanızı edin, elinizden gelen budur ustanızın adı Hıdır.
Hızır'ımız kalbinizden geçeni gerçekleştirsin. Muradınız gerçek olsun, dualarınız kabul.
Hıdrelleziniz kutlu olsun.
Keyif ile ve dua ile,
Her şey gönlünüzce olsun.
Kalbinizin güzelliği yüzünüze vursun.
Murat.

Pazar Sizin Gününüz Olsun! Sihirli Dokunuşlar...

Her hafta birbirinden hareketli geçiyor. Bunu günlere indirgersek şayet daha net bir şekil alacaktır. Haftaiçi yoğun tempolu geçer sıklıkla. Gençlerin okulları veya işleri, yaşlıların zaten her an yapacak bir şeyleri,  ev hanımlarının da izlemesi gereken "programları"! Gayet ciddiyim! Arkasında ne kinaye var, ne alay, ne aşağılama ne de başka bir şey.. Yanlış anlaşılmasın! Ancak durum böyle. Herkesin var bir koşuşturması, bir telaşesi. Yoğunuz işte cümleten. Pazartesiden cumaya kadar her gün bir iş çıkar karşımıza. Hatta cuma gününün ertesi bile doludur bazen ona da sarkar. Ancak bir gün vardır ki.. Diğer günlere benzemez. Ruh hali, fiziki yapısı daha dingindir. Daha uslu, daha sessiz, daha sakin. Çardaklı mesire yerleri gibi. Bir gün çocuklar koşar toprağın üstünden. Bir gün mangal yapılır, bir gün örgüler örülür sohbetler eşliğinde. Bir gün ortada sıçan oynanır. Bir gün çekirdek çitlenir, cips yenir, bereketli ve bol muhabbetli geniş sofralar sonrasında. Bir kez şenlenir. Aynı gündür ama bunların hepsi. İşte pazar da bunun tam tersi, her gün hızlı, atik geçer; pazarları durgun... Pazar günleri daha dingin daha durgundur. Yorgunluk atılır Türkiye'de, esasında dünyada. Türkiye daha hareketli pazar günü emin olun. Çarşılar, pazarlar aynı tempoda devam çünkü mesela. Yeni tüketim alanlarımız Avm'ler dahi öyle. Neyse, bu dindin-durgun günü kendimize seçeriz, seçmediysek de seçmeliyiz. Üniversitenin ilk sınıflarındayken genelde pazarları kendime ayırırdım, şimdi namümkün. Ancak o günleri özlemiyor da değilim hani. Pazarları en sevdiklerinizle, en mutlu hissettiğiniz kişilerin yanında, en mutlu hissettiğiniz şeylerle başbaşa, en mutlu hissettiğiniz şeyleri yaparak, oyalanarak bir dinlendirme tatilidir esasında. Bu yüzden kendinize ayırın. Öykü yazın, bir şeyler karalayın. Kareokeye gidin, dans edin, halısaha maçı yap-may-ın zira ertesi hafta boyu çekersiniz ceremesini, uzun bir zaman yapmadıysanız şayet. Kişisel bakımınızı yapın, kürlerle, meditasyonla dinlendirin ruhunuzu. Tütsüler yakın, ateşe bakın... Küveti doldurun sonuna kadar, biraz da köpükle dalın içine, ruhunuz da yenilensin, bedeniniz de... Saçlarınızı diplerine kadar masaj eşliğinde durulayın, yüzünüze her gün takındığınız maskeden farklı bir maske takın(!), ayaklarınızı tuzlu suda bekletin mesela. Pazar'ları kendinize ayırın. En azından birkaç hafta ayırırsanız, sonrasın da zaten misafirdir, pikniktir, arkadaş ortamıdır illaki boş bırakmayacaklardır bugününüzü. O yüzden arada başbaşa kalın kendinizle. Sihirli dokunuşlar yapın sadece o güne. İyi yapar. Haftaya dinç başlamak için şart, enerjiniz için farz, motiveniz için yeterli olacaktır, moraliniz için gereklidir zira, keza sağlınız için de. Bu yüzden, bu anlamlı günü -ki sizin için anlamı olmasa bile olacaktır sizin için artık- bu şekilde değerli kılın, önem atfedin güne.
Pazar'lar sizin, temenniniz benden olsun...
İyi hafta sonları!
Murat.

4 Mayıs 2012 Cuma

Bir Yapısınız, Aynı Zamanda Mimar... Ya Yıkılırsınız ya da En İyi Acar!

İnsan değişiklik ister hayatında bazen. Rutin, monoton hayatın tekdüze gittiği anlarda bunalır kalır yoksa. İllaki bir değişimden geçer kendisi ve tabii değiştirir yaşantısıyla ilgili şeyleri. Yaşattıkları da değişiverir bu da diğer insanlara yansır ve böylece herkes bir zincirin parçası olup çıkıverir. Birbirini kenetler esasında herkes bağımsız olsa da. Bilmiyorum nedendir bu işlevselcilik ama bir devir daim, bir çıkmaz sokak, bir kısır döngü deyin veya başka bir şey koyun ismini ama değişime ayak uydururuz ister istemez. Şöyle ya da böyle. Kendimizle ilgili kararları verirken değişimin de aralı olur perdesi. Her zaman bir açık kapı bırakırız. Bir yaşantıdan etkilenir ona göre biçimlendiririz kendimizi veya o hayatı bir de biz yorumlarız kendi adımıza. Belki de kimse de görülmemiş bir yaşantıdır bizimkisi. Belki de elimiz kolumuz bağlıdır, hiçbir şey yaşamayız. Bize verilenle yaşar gideriz... Görevimizi tamamlayınca da bir anlamımız yoktur zaten. İşte, kişiliği şekillendiren birtakım şeylerdir yaşadıklarımız da. Melankoli, gösterişli, zevkli, lüks, sansasyon, acıtasyon, romantik, endişeli, umut dolu, korku verici, aksiyon küpü, maceraperest, hayalperest, etkileyici, komedi, müzikal, vb. Film türleri gibi sıraladım çoğunu belki ama insanlar da böyle ayrılır çoğu zaman... Ama severiz her şeye rağmen değişik şeyler yaşamayı, görmeyi, gezmeyi... Tebdil-i mekanda ferahlık vardır der ya büyüklerimiz. Ben buna fazla inanmayanlardanım sanırım. Elbette kişisine göre değişebilir belki, haklısınız görecelidir. Ancak insan düşünceli varlık olduğu için düşünmeden edemez sıkıntısını da. Şarkıda der ya hani "Tebdil-i mekanda ferahlık yok, acının yüz ölçümü yeryüzünden çok.." Aynen öyle. Belki şimdiye kadar size vaat edici, hayalperest, umut dolu şeyler söyledim ancak bu bizim elimizden gelen bir şey. Elimizde olmayan şey ise acıyı yaşamak. Acı zaten hayatın kendisi. Burdaysan, yaşıyorsan, yaş almışsan şu hayattan acıdasın, acı sürecinde. Çekip çekmemek sana kalmış. Acıyı paylaşırsın o ayrı. Acıyı paylaşmak senin elinde olan bir şey. "Hayatın acı gerçekleri" sözde bir kalıp değildir elbette. Nice klişeler yaşanmışlıklar üzerine kurulup genellenen şeylerdir genellikle. Böylece kalıplar oluşmuştur. Bunu bozarsın bozmazsın senin elinde. Ancak nereye gidersen git orada valizinde oluyor genelde. Sabah kıyafetini giyerken, yatmadan önce başucu kitabını okurken, gece pijamalarını çıkarırken gibi gibi... Ne bileyim işte illaki açıyorsun o valizi bir şekilde. O da sinsice çıkıveriyor bir hüzün buğusu şeklinde. Diyeceğim o ki acıyı acıyla yaşamak yerine acıdan zevk almak belki biraz mazoşistce ama gülüp geçmek, ardından kötü şuh kahkahalar atmak, lafı sizin koymanız önemli! Yoksa zaten acı her yerde. Yaşamak olgunlaştırır evet. Yaşamak var olan şey ama. Yaşama tarzınız sizin elinizde! İllaki yüreğimizin korlarda yanması, yaralı olunması, eksik olunması, kalp ağrısı çekmemiz, yaşam mücadelesi vermemiz bir dönüm noktası olmamalı. Her andan her yaşamdan bir ders çıkarılmalı ve buna göre yaşanmalı. Yaşanmışlıkların yanı sıra diğer insanların yaşadıkları da anılmalı, kulak arkası edilmemeli, göz ardına saklanmamalı. Tebdil-i mekanda ferahlık da sizin elinizde şu noktada. Yok ama var etmelisiniz. En azından denemelisiniz... Dedim ya değişiriz illaki. Belki zamanı gelmiştir. Belki zamanınızdır şimdi! Dua ve hayalin kesişim çemberindesinizdir. Bir birleşim noktasıdır. Belki de "değişim zamanı!"dır! (Power Ranger izleyenlere de bir gönderme hadi!) Saati denk gelmiştir. Dileğin gerçekleşmesidir. Hayat sürprizlerle dolu... Yaşama enerjiniz yaşamınızı belirleyendir. Bunun için güç, aşk, sevgi dolu bir kalp sunulmuştur. Sizse yaşamınızı yaşatma şeklinizle bağdaştırırsınız. İç mimarı sizsinizdir. Ustası da. Sizden başkası anlamayacaktır. Çünkü her insan kendi yaşamının mimarıdır. Ya sağlam dayanıklı, ya kırılgan, ya çarpık çurpuk, yıkık dökük, ya göçmeye meyilli, ya yıkıp yeniden yapan ama olan ama olmayan. Ama deneyen, deneten, denetleyen, denetleten. Hadi, yaşama davetiye çıkarın. Yaşatırken eşlik etsin size... Göreceksiniz, en güzel meyvelerini sunacak size!
Tebdil-i mekan olmasa bile başka şeyler vardır sizi mutlu eden.
İnsan bazen birilerinin yanındayken mutlu hisseder.
Bazen yaşadığın yer mutlu olduğun yerdir.
Nerede mutluysan orası senin için var'dır, özeldir...
İnşaatı kurdunuz umuyorum, şimdi keyfinizce dekore edin!
Mutlu an ve anılarla,
Murat.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Bir İki Üç... Üç İki Bir...

Hayaller, kabuslar, bohemler, şakalar.. Hayat gırla devam ediyor bir şekilde. Bir gün bir güne benzemezken, bizler de o günler içerisinde değişip gidiyoruz. E, zamana ayak uydurmak gerek. Hem demişler "Değişmeyen tek şey değişimin kendsidir." Bu değişmelerden kastımın birtakım oturmuş şeylerin olmadığını zaten gayet iyi biliyorsunuz! Tatlı değişimler bunlar çoklukla.Ufak tefekler sıklıkla. Kocaman hayatta ufacık minicik birtakım şeyler işte... Hiç dinlemediğiniz tarzda bir müzik dinlemeniz ve bunun hoşunuza gitmesi. Önyargılı davrandığınız şeylere bir an kendinizden soyutlayarak değerlendirmeniz ve beğenilmesi. Hiç görüşmediğiniz kişilerle görüşmeniz, uzun zamandır hiç konuşmadığınız bir arkadaşınızı arayıp hal hatır sormanız ve kıymetlenilmesi. Başkaları mutlu olursa siz de mutlu olursunuz ama siz mutlu olunca başkaları mutlu olmaz genelde hani.. Arada mutlu edin kendinizi. Hiç yapmadığınız bir şey yapın. Sıradanlıktan kurtulun. Hayatın çeşitli renklerinden bir renk de siz seçin, alın, yaşayın ve yaşatın. Uzun zamandır hayaliniz olan şeyi gerçekleştirmek için çabalayın mesela. İllaki vardır bir iki çılgın fikriniz. Geçirin hayata olsun bitsin! projelerinizi... Bir reklam filminde oynayın amatörce, bir iki öportaj verin fikrinizi yansıtacak, bir turistle tanışın, bir köpük banyosu yapın, bir ayakkabı tasarlayın, bir iki saç deneyin üstünüzde hem renk hem model, bir ev maketi alın, yapın, yapıştırın, bir kırkyama, bir ahşap boyama kursuna gidin ve ya bir dil öğrenin, bir kanun geliştirin, bir iki laf dinleyin, bir iki fikir çorlayın(araklayın), bir iki bir ki üçç..! Kitap okuyun, şiir yazın, şarklı söyleyin, televizyon izleyin, nette takılın, gezin tozun eğlenin demiyorum bakın! Bunlar zaten yapılan şeyler artık, anket defterlerine bir zaman yazılan hobiler arasında bile değiller, çünkü hobi değiller bence. Şöyle biraz daha üzerine tuz karabiber veya severmisiniz ki tarçın kimyon filan ekleyin. Daha bi güzelleşecek, daha bi çeşitlenecek, çeşnilenecek, ayrılaşacak, başkalaşacak, göreceksiniz o zaman! O zaman şimdi "film devam ediyor, keyif sürüyor..." Hadi bakalım, üç iki bir kayıttayızzz!!!
İyilikle ve sağlıkla,
Murat.

(Başlığın Hikayesi: İki sizsiniz, merkezdesiniz... Bir ila üç arasında gidip gelmektesiniz. Sıkılırsınız, yerlerini değiştirirsiniz. Verilenler aynıdır ama kombinasyon arada değişirse sevinirsiniz.Üzerine bir şeyler katınca verilenler daha lezzettesiniz. Bunu yapan da sadece sizsiniz! Kumandasınız, emretmektesiniz. Hayattasınız ve süreğensiniz. Çok yakışıyorsunuz bu hayata. Gülümsemenizle hayat katıyorsunuz ona! Bu yüzden kıymetlisiniz. Kıymettesiniz. Gülümsemeniz o kadar değerli ki belki de tek yaşama sebebiniz. Her şey bir tarafa ama her zaman sizsiniz asıl, gerçeksiniz! Ama zaten şıksınız, doğalsınız ve mükemmelsiniz!)

1 Mayıs 2012 Salı

Ki bizde yazılmışı var!

Merhabalar yeniden ve iyi günler herkese!
Bugün biraz kolaya kaçma deyin ister, ister günden çalma, zamandan çalma diye yorun ama yazdığım birkaç yazı derlemesini sunmak istiyorum sizlere. Ki biz de daha önceden yazılmışı var(!) Paylaşmak diyelim bunun adına... Hatta vuslat diyelim, iki sevgilinin kavuşması babında, anlamında... Siz ve onlar. Tamam, abarttım gene sanırım, kabul. 0 halde ben sustum ve ve maksadımız aşağıda!
                                                         *  *  *
Hayatı boyunca hep yanlış kişiler mi tanır insan!
Hiç mi çıkmaz dertten.. gönülden anlayan!
Çok mudur değer vermek karşındakine, en az senin verdiğin kadar değeri..
Ya da yaraşır mı insanlığa, mahrum etmek başkalarına sevgini…
En güzel yıllarımı seninle yaşadım, en kötü anımı yine seninle..
En sevdiklerim yan çizdi hayat çizgisinde, en güvendiklerim kof çıktı..
İsteyen var mı, onlara olan sevgimi saklayan kalbi satılığa çıkardım!
Anıları toplamadım elle tutulmaz biçoğu çünkü, bilhassa dağınık bıraktım..
Beş para etmez insanların sevgisi mi lüzum eder, satılığa çıkardım…
Biraz viran, biraz yorgun ama mücadeleci, doktordan temiz de diyemeyiz halbuki ama tüm sevgilere yetecek kadar odası bulunan, aşklara sensörlü, yalnızlığa sansürlü, kıymet bilmeyene panjurlu, nankörlüğe karşı, inadına yardım, full donanım..
Beş para etmez kişileri barındıran bu kalbi satılığa çıkardım!!!
“İrtibat Tel: 0 aşk 999 kendin et kendin bul ki acı gerçekleri öğren
Fiyatta adamına uygun muamele, anahtar teslim, sahibinden…”
<< Çatlak Kalem >> 17.07.11
                                                    *  *  *
Hayatta yalnız değilsiniz! Sizi düşünen, gören, tanıyan milyonlarca insan var… Belki de her birinden bir özellik aldınız.. bilmeden.. ve onları da kırmadan… dedim ya hiçbirimiz yalnız değiliz esasında…
En güzel benim diyen Hülya Avşar var mesela güzel hissedenler için kendini! En cezp edici tarafıyla Angelina Jolie… Yakışıklıyım diye de yalnız hissetmeyin.. tek değilsiniz siz de.. çünkü “sarışın”sanız.. bence itici de olsa genel kabul görmüş Kıvanç Tatlıtuğ; esmerseniz de Best Model Kenan İmirzalıoğlu yalnız bırakmayacaktır sizi… veya iyice yalnız hissetmemek adına siz de dahil olun Kılıçdaroğlu’na ya da Erdoğan’a… Ya da ne bileyim birinden olun işte! Melih’ci veya Eray’cı… Çift dahi olsanız yalnız değilsiniz… David ve Victoria yanınızda olacaktır dünyadan ya da Safiye ve Faik uzaydan ama içimizde yaşattığımız ve onlar gibi olmaya çalıştığımız fakat ne yazık ki(!) olamadığımız Feriha ve Emir, Eyşan ve Ömer ya da Mukaddes ve Rahmi… Yok, “bilmem kaç yaşındayım, evde kaldım, mutsuzum…” diyorsanız bunlar şikayet değil, üzülmeyin!!! “Görümce”miz (sağ üst köşede) gibi entelektüel olabilirsiniz veya Benjamin Linus kadar zeki! İnsanlardan farklı mı hissediyorsunuz.. aslında yalnız değilsiniz(!) Tam size göre isimler.. Ian Somerhalder, Şenay Gürler ve de Barbaros Şansal.. ve mesleği özenilenler tabii ki.. Acun, Gülse ve diğerleri… Bi İskele Sancak da siz hazırlayın Erhan Çelik gibi! Sabahların Sultanı veya Gecelerin Kraliçesi ilan edin siz de kendinizi madem. Gol Kralı olun, Ayın Elemanı olun, olun işte bi şeyler illaki! Boş durmayın n’olur… Arada “catwalk” yapın, camdan sarkın, amuda kalkın ki monotonluk hissetmeyin hayatınızda.. Sonra psikologlara yatırım, alışverişe yönelim, insanlara eğilim(adama sarma) gibi problemlere yol açabilir durum! Ya da kafayı kırar oturursunuz bi yerlerde. Beyaz önlüğü düzgünce giymeye adayken, ters giymeye onay alırsınız birilerince(!) Yazın isterseniz siz de duygularınızı “sol, mi, fa”lar eşliğinde… Sezen, Nazan, Tarkan, Nil, Tan, Serdar, Sinan gibi.. ya da alın Ajda gibi, giyinin “bardak” gibi. Elif Şafak olun, Stephen King okuyun, Ece Temelkuran’ı savunun veya genel kabul görmüşlere dokunmadan diğerlerini ezebilirsiniz.. basın ve geçin.. böcek kabuğu rengi taşıyanları ezin bilhassa. Derler ya hani en parlak yıldız olma yolunda ya diğer yıldızları söndürün ya da kaydırın gitsin hepsi etrafınızda(!) o misalde ilerleyin ve eminim ki yükseleceksiniz(!) Terazide olun, kova doldurun, akrep olup yelkovan “kova”layın veya “yay”lanın ama yükseleninizi takipleyin! Klasik müzik dinleyin.. zaten belli bir yaştan sonra ya liselik olursunuz ya da müzelik(!) İşte, o zaman, aklınız ya başka hayatlarda takılıp kalacaktır ya da kendi hikayenizi tatlandırarak yazacaksınızdır. Zaten o anda anlayacaksınızdır asıl.. zamanı da, hayatı da, insanları da..! Ama gene de siz olacaksınızdır merkezinizde dünyanınızın, merkezde, hayatınızda.. Tabii asla yalnız bırakmayacaklardır sizi, farkına varmasanız da.. Birileri daima olacaktır yanınızda!!! 30 Nisan 2011 – Eskişehir << Çatlak KALEM >>
                                                          *  *  *

Çilekli kanepe yeni favorim! Gene de bi çocuğa fazla ve bi o kadar da acayip bi bilgi olsa gerek hele ki 5 yaşındaysa Sezen Aksu'nun bilmem kaçıncı kocasının ismini soyadıyla birlikte bilmesi.. ve bi o kadar tuhaf ve komik ve trajiktir ki badem şekeri sanıp tüm parlaklığıyla öylece duran küçük beyaz sahil taşlarını yutması belki de.. Her şeye rağmen moda ve reklamı seviyorum! Mor'la karamsar veya mistik deyin siyah'la asil veya melankolik ama seviyorum onları da! Herkes herkesin zihninde tek bir kavramla tanımlı aslında, herkesin kendine özgü..tabii illaki! Şaşaalı'ları da gördüm silik sönükleri de ama gene de bir şey görmedim esasında. Yalın bi hayat, -de halinde bi mod ve "de" bağlacıyla kenetlenmiş cümleler..ve istifini bozmadan yolunda yürüyen insanlar belki biraz da. Tüm bunlarla birlikte ben, 20 kiloluk valizi taşıyorum ama kendimi bi adım daha götüremiyorum! bedenimi kaldıramıyorum, taşınamıyorum ne yazık ki..! (m.birol)
                                                           *  *  *
Eskişehir'de yaya olmak, araba olmaktan çok daha zor(!), ee napalım, trafik hali... Tesadüf diye bi şey yoktur her şey planlı ve her şey olması gerektiği gibi. Eskiden bir şeytan tüyüm vardı şu bikaç senede o da firar! Gel gör ki hayat şartları beni de değiştirdi, şimdi "bi kedim bile yok"(!) ManYakça gelebilir ama en sevdiğim aksesuarlar: kemer tokası, kol düğmesi ve kravat iğnesi..Bu arada bi teşekkürüm olacak ki,, 'kendimi bildim bileli öğrenciyim' klişesi üstüne şimdi bana "hangimiz öğrenci değiliz ki?" ayakları yapma hayat!!!, sırası değil, ama tam mezun olacağım sene dünyanın sonunu getiren, evet eveett, Maya'lar size tabii ki bu 'teşekkür'üm!!! Ah.., Murphy seni nasıl unutabilirim ki... Gördüm ki yaşattıkların daima hayatımın unutulmaz kareleri artık! Tüm içtenliğinle sıkıntı yaşattığın için, beni aksiyon manyağı kıldığın için! "Teşekkür olsun sana da!"(!) ve dostluklar.. Anladım ki hayat devam ettiği sürece çıkarlarla örülü hayat ve siz.., karar size kalmış, gergin "maskeli balo"ya değil, samimi bi "pijama parti"sine geçilmeli sanki artık, hı? çünkü 10'dan geriye sayan hayat "sıfır" demiyor biz gibi ne yazık ki..(!)
Saygılarımla,
Murat.